11 Nisan 2015 Cumartesi

Bıkkınlık Veren Hitabetler!.


 “Şimdiye kadar çıldırmamışsam bunun bir şans olduğunu sanıyorum.”

Yukarıdaki söz Felsefe Profesörü Ahmet İnam’a aittir.

Koca filozof bile, çıldırma eşiğinde yaşıyor anlaşılan. Hepimiz aynı yoldayız, aynı eşikten atlayarak, aynı odaya giriyoruz. Bu geniş salon, büyük bir geminin loş ve herkesi içine alabilecek büyüklükte ve rahatlıkta bir odası. Rahat olmasına rahatta, bir kamarot geliyor emir veriyor; “-Hey, oraya değil, şuraya otur.” Sebep anlaşılamasa da itaat etmek zorundasın. Bir zaman sonra bir başkası anlaşılmaz Türkçesiyle “–Herkes, aşağıdaki meydanda toplansın.” Talimatını veriyor. Apar-topar, tökezleyerek kalabalığa uyup, talimatlanan meydanda toplanıyorsunuz. İnsanlar birbirlerine dayanıyorlar. Nefes almak oldukça zor. Birisi kadın birkaç kişi üst üste bağırarak, çağırarak konuşmalar yapıyor, üçüncü sınıf bir şarkıcı meyanına gerektiği gibi çıkamadığı bir şarkı okuyor, bir süre sonra geminin kaptanı, mikrofonu alıyor ve anlamak istemediğimiz, dinlemekten sıkıldığımız uzun bir diskur çekiyor. Sesi çatlıyor, bağırıyor, şiirler okuyor, kısık sesle konuşuyor, ağlamaklı bir hal alıyor, derin derin bakıyor… Biz sıkılsak da, ahali bravo, var ol, yaşa gürültüleri, patırtıları içinde nutuk verenin mutluluk katsayısını artırıyorlar. Konuşmayı, bulabildiği bir boşluğa oturma şansını yakalamış bir-kaç kişinin uyuklayarak takip ettiğine şahit oluyoruz. Hem, gözleri kapalı olduğu halde zaman zaman alkışlarla ahalinin heyecanına iştirak ediyorlardı.

Ne kadar zaman sürdü hatırlamıyorum bile. İlk andan itibaren, bitse de gitsek düşüncesi hakimdi bizlerde. Ne de olsa, yaşlanmıştık ve ayakta durmak belimizde dayanılmaz ağrılara sebep oluyordu. Ayrıca, bu konuşmaları yıllardır dinlediğimizden derin bir bıkkınlık yaşanmaktaydı. Konuşmacı, bıkkınlığın farkında olsa bile, sosyal bir tatmin aracı olarak gördüğü, benzer toplantılarda nutuk irat etmeyi ihmal etmiyordu. Dinleyiciler, zihnini, beynini bir kenara emaneten bırakmış cesetlerden ibaretti. Sadece, amigodan aldıkları emirlere riayet edip, ellerine tutuşturulmuş bayrakları bir ahenkle sallamak, sırasında konuşmacıyı yüreklendiren sloganları söylemek. Yaptıklarının hepsi bu. Ne konuşma metninden haberdarlar, ne de vaat edilenlerden, hatta nutuk cümleleri arasına sıkıştırılmış küfre varan hakaretlerden bile.

Konuşma nihayetlenip, geniş ve rahat salonumuza geçtiğimizde, zihinlerini bir kenara bırakan ahali, kendilerini toplayıp, şırınga edilen hayalleriyle birlikte güler yüzlü ve mutlu bir halde gevezeliklerine devam ediyorlardı. Hafifçe aralanan pencereden giren, dışarıdaki lodosun ılık nefesi yalıyordu ruhumuzu. Dalgaya kendini kaptırıp, bir o yana, bir bu yana sallanan gemi, misafirlerin bazılarını da sarhoşluk derecesinde baş dönmesine, mide bulantısına sevk ediyordu. Bu sıkıntılı havadan kurtulmak için, televizyon seyretmek isteğine tutuldum. İnsanların arasından zorla geçerek, televizyon köşesine kadar gittim. Bulabildiğim tahta tabureye ilişerek, dikkatlerimi televizyona verdim. Salonda, derin bir uğultu, kesif bir çiğ çay kokusu vardı. Gürültüden kurtulmak hiçte kolay değildi.

Adını bilmediğim bir şarkıcı, şarkının son satırını da okuduktan sonra spiker belirdi ekranda. Kaptanın konuşmasını tekrar vereceklerini anons etti. Yağmur gibi ter boşandı alnımdan. Ne yapacağımı şaşırdım. Buna bir kez daha tahammül benim harcım olamazdı. Kaçarcasına uzaklaştım oradan. Uyuklamaya varan yol arkadaşımın yanına oturdum sessizce. Gözlerimi kapattım, uyumak en iyi çözüm olmalıydı böyle zamanlarda. Yolcular, gemiden koparabildikleri parçaları bavullarına yerleştiriyorlardı şimdi. Bunları görmemek, çalmayı, hırsızlığı yok ediyordu zannımca.

Uykuya geçmekle, uyuyanlarla özdeş olma durumuna geçmiş olmakla, gürültüden kurtulmanın yolu, onlarla aynı olmaktan geçmekte olduğundan kabul edilebilir bir haldir. Hiç olmazsa kaptanın hakaretlerinden kurtulur, yaptığı kötülükleri kısa bir süre de olsa görmemenin rahatlığını yaşarız.

Böylece, bozulmaya, kötülüğe göz yumma aşağı tabakalara kadar varan bir toplumsal yara olarak milletin tamamını sarmış vaziyettedir. Toplumun egemen sınıfının, bir anlamda siyasi idarecilerinin değer yargıları, toplumun tamamını sarınca, bilinen çözüm pratikleriyle artık yapılacak bir işlem kalmıyor.

Yeni denklemler kurup, yeni teoriler üretmeden, bu bozuk yapının üstesinden de gelinemeyecektir.

Haklıymış filozof.

“Şimdiye kadar çıldırmamışsam bunun bir şans olduğunu sanıyorum.”


1 yorum:

  1. İlhan Yalçın :
    " Vakit gelmiş ey zaman, bir ölüm şarkısı çal,
    İhtilal istiyorum, mukaddes bir ihtilâl!.. "- A.Yıldırım

    Hocam kaç kere televizyonları kırmak istedim, sesini, adını duymak istemediğim yerlere gitmek istedim, sizler gibi... Her yerden ya kendi ya kendine benzettikleri mantar gibi bitiyorlar.
    Allah sonumuzu hayreylesin.

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...