“Şimdiye kadar çıldırmamışsam bunun bir şans
olduğunu sanıyorum.”
Yukarıdaki söz Felsefe
Profesörü Ahmet İnam’a aittir.
Koca filozof bile, çıldırma
eşiğinde yaşıyor anlaşılan. Hepimiz aynı yoldayız, aynı eşikten atlayarak, aynı
odaya giriyoruz. Bu geniş salon, büyük bir geminin loş ve herkesi içine
alabilecek büyüklükte ve rahatlıkta bir odası. Rahat olmasına rahatta, bir kamarot
geliyor emir veriyor; “-Hey, oraya değil, şuraya otur.” Sebep
anlaşılamasa da itaat etmek zorundasın. Bir zaman sonra bir başkası anlaşılmaz
Türkçesiyle “–Herkes, aşağıdaki meydanda toplansın.” Talimatını
veriyor. Apar-topar, tökezleyerek kalabalığa uyup, talimatlanan meydanda
toplanıyorsunuz. İnsanlar birbirlerine dayanıyorlar. Nefes almak oldukça zor. Birisi
kadın birkaç kişi üst üste bağırarak, çağırarak konuşmalar yapıyor, üçüncü
sınıf bir şarkıcı meyanına gerektiği gibi çıkamadığı bir şarkı okuyor, bir süre
sonra geminin kaptanı, mikrofonu alıyor ve anlamak istemediğimiz, dinlemekten
sıkıldığımız uzun bir diskur çekiyor. Sesi çatlıyor, bağırıyor, şiirler okuyor,
kısık sesle konuşuyor, ağlamaklı bir hal alıyor, derin derin bakıyor… Biz
sıkılsak da, ahali bravo, var ol, yaşa gürültüleri, patırtıları içinde nutuk
verenin mutluluk katsayısını artırıyorlar. Konuşmayı, bulabildiği bir boşluğa
oturma şansını yakalamış bir-kaç kişinin uyuklayarak takip ettiğine şahit oluyoruz.
Hem, gözleri kapalı olduğu halde zaman zaman alkışlarla ahalinin heyecanına
iştirak ediyorlardı.
Ne kadar zaman sürdü
hatırlamıyorum bile. İlk andan itibaren, bitse de gitsek düşüncesi hakimdi
bizlerde. Ne de olsa, yaşlanmıştık ve ayakta durmak belimizde dayanılmaz
ağrılara sebep oluyordu. Ayrıca, bu konuşmaları yıllardır dinlediğimizden derin
bir bıkkınlık yaşanmaktaydı. Konuşmacı, bıkkınlığın farkında olsa bile, sosyal
bir tatmin aracı olarak gördüğü, benzer toplantılarda nutuk irat etmeyi ihmal
etmiyordu. Dinleyiciler, zihnini, beynini bir kenara emaneten bırakmış
cesetlerden ibaretti. Sadece, amigodan aldıkları emirlere riayet edip, ellerine
tutuşturulmuş bayrakları bir ahenkle sallamak, sırasında konuşmacıyı
yüreklendiren sloganları söylemek. Yaptıklarının hepsi bu. Ne konuşma metninden
haberdarlar, ne de vaat edilenlerden, hatta nutuk cümleleri arasına
sıkıştırılmış küfre varan hakaretlerden bile.
Konuşma nihayetlenip, geniş
ve rahat salonumuza geçtiğimizde, zihinlerini bir kenara bırakan ahali,
kendilerini toplayıp, şırınga edilen hayalleriyle birlikte güler yüzlü ve mutlu
bir halde gevezeliklerine devam ediyorlardı. Hafifçe aralanan pencereden giren,
dışarıdaki lodosun ılık nefesi yalıyordu ruhumuzu. Dalgaya kendini kaptırıp,
bir o yana, bir bu yana sallanan gemi, misafirlerin bazılarını da sarhoşluk
derecesinde baş dönmesine, mide bulantısına sevk ediyordu. Bu sıkıntılı havadan
kurtulmak için, televizyon seyretmek isteğine tutuldum. İnsanların arasından
zorla geçerek, televizyon köşesine kadar gittim. Bulabildiğim tahta tabureye
ilişerek, dikkatlerimi televizyona verdim. Salonda, derin bir uğultu, kesif bir
çiğ çay kokusu vardı. Gürültüden kurtulmak hiçte kolay değildi.
Adını bilmediğim bir
şarkıcı, şarkının son satırını da okuduktan sonra spiker belirdi ekranda.
Kaptanın konuşmasını tekrar vereceklerini anons etti. Yağmur gibi ter boşandı
alnımdan. Ne yapacağımı şaşırdım. Buna bir kez daha tahammül benim harcım
olamazdı. Kaçarcasına uzaklaştım oradan. Uyuklamaya varan yol arkadaşımın
yanına oturdum sessizce. Gözlerimi kapattım, uyumak en iyi çözüm olmalıydı
böyle zamanlarda. Yolcular, gemiden koparabildikleri parçaları bavullarına
yerleştiriyorlardı şimdi. Bunları görmemek, çalmayı, hırsızlığı yok ediyordu
zannımca.
Uykuya geçmekle,
uyuyanlarla özdeş olma durumuna geçmiş olmakla, gürültüden kurtulmanın yolu,
onlarla aynı olmaktan geçmekte olduğundan kabul edilebilir bir haldir. Hiç
olmazsa kaptanın hakaretlerinden kurtulur, yaptığı kötülükleri kısa bir süre de
olsa görmemenin rahatlığını yaşarız.
Böylece, bozulmaya,
kötülüğe göz yumma aşağı tabakalara kadar varan bir toplumsal yara olarak
milletin tamamını sarmış vaziyettedir. Toplumun egemen sınıfının, bir anlamda
siyasi idarecilerinin değer yargıları, toplumun tamamını sarınca, bilinen çözüm
pratikleriyle artık yapılacak bir işlem kalmıyor.
Yeni denklemler kurup, yeni
teoriler üretmeden, bu bozuk yapının üstesinden de gelinemeyecektir.
Haklıymış filozof.
“Şimdiye kadar çıldırmamışsam bunun bir şans olduğunu sanıyorum.”
İlhan Yalçın :
YanıtlaSil" Vakit gelmiş ey zaman, bir ölüm şarkısı çal,
İhtilal istiyorum, mukaddes bir ihtilâl!.. "- A.Yıldırım
Hocam kaç kere televizyonları kırmak istedim, sesini, adını duymak istemediğim yerlere gitmek istedim, sizler gibi... Her yerden ya kendi ya kendine benzettikleri mantar gibi bitiyorlar.
Allah sonumuzu hayreylesin.