Muhtemelen hayatım,
yaşarken yaptıklarımın tamamı yanlış, yanlışın içindeki bilinemez noktaların
çözümü de bilinmez bir basit hayat tarzıydı belki de. Belki de diyorum, anlayabilseydim
eğer zaten düzeltme yolunu arar ve bulabilirdim kim bilir. Düzeltme çalışmaları
yoksa doğru olarak adlandırılarak yaşanan, yanlış bir hayat bizimkisi. Demek
ki, böyle. Böyle ki, yanlışlarımız bile idrak ettirilmemiş, yanlışı doğru gibi
algılayıp, dosdoğru hayatlar yaşamışız bildiğimizce.. Sorun belki de burada,
bildiğimizce! İnat ettiğimiz hayatımızın bildiğimiz kesimleri değil mi?
Bilemediklerimiz üzerinde zaten ne düşünebilir, ne de bir çift laf edebiliriz.
Bizi, bildiklerimiz götürdü pislik çukurlarına. Öylesine ısrarla söylemiştik
bildiğimizi değil mi?
“En büyük ahlak değerinin hayatın kendisi olduğuna inanıyorum. Bu
gezegendeki, bu kâinattaki hayata saygıdır, en büyük değer. Karıncanın,
böceğin, ağacın, kurdun, kuşun, insanın, sadece bizden olan, bizim cemaatimize
ait olan, yalnız bizim ülkemize, bizim topraklarımıza ait olan insanın değil,
her insanın, bizden olsun olmasın, hayatına saygı duymak, yaşanan hayatın
ihyasına girişmeye çalışmak; işte benim ahlaktan anladığım bu.”
(Ahmet İnam, 24.03.2011, Akşam) “Allah
sistemi”, ölçülmüş, biçilmiş, planlanmış muazzam bir ahlak
sistemidir. Ahlak, halkiyetin tamamıdır. Ve Öz insandır. Yaratılışı insan ile
anlamak, anlamlandırmak mümkündür. Yani insanın bulunmadığı bir izahat, bir
politika, bir anlayış açıklaması eksiktir. Gerisi boştur. İnsandan uzak
düşüldüğü an bil ki, Allah’tan da uzaksındır. Elektrik sisteminin ampule akım
göndermesi ve ışığın yayılması nasıl bir anahtarın çevrilmesiyle mümkün ise, “Allah Sistemi”ne
giriş yapmak da ancak bir İnsan’ın eliyle (gönül diyebiliriz)
mümkün olacaktır. Çünkü sistemin anahtarı odur. Öyleyse kısaca insan için
ahlaktır diyebiliriz.
Sistem içinde yaşamanın
zevki, okuma ve sohbet ile varılacak uzun bir yoldur. Çalışmaların toplamının
varacağı nokta, Oku’ma ile nihayet bulacaktır. Kişinin kendisini tanıması ve
Allah Sistemi’ne nüfuzu, Kur’an’ı Oku’ması ile mümkün olacaktır. Okur-yazar
olan herhangi birinin okuması anlamında olmayan bir Oku’madır anlatılan.
Gördüğünü anlamlandıran, duyduğunu yorumlayan, bildiğini aktaran, bilmediğinin
üzerinde kafa yoran geniş bir işlemdir Oku’ma. Yazı, yazılanların sahibi
olmakla mümkün olsa gerektir. Yazı’yı yazan ise, taa Oku’yanın kendisi olsa
gerektir.
Bütün yazılanlar ki,
romanlar, hikâyeler, şiirler, tarihi vakalar, sosyolojik tahliller ama hepsi,
okuyucusuna bir anahtar vermek, düşünceyi fitillemek üzere ayarlanmıştır.
Düşüncenin tamamı değil, yazarının hislerinin bütünü değil, herkese farklı
temalarda hitap edebilecek sadece bir anahtar cümlecik. Bir çıkış kapısı,
düşüncenin sonsuz ve derin âlemine giriş ve yaşamak ve geliştirmek üzere. Yazar
farkında olmayabilir, farkında değildir esasen, bunun bir önemi de yoktur.
Tarihe bıraktığı notlar değil, sahibini bulduğu vakit, okuyucusuna göstereceği
kapıdır yazdıkları. İnsandan, insana doğru bir yolculuktur kısaca. Küçük bir
cümlecikle verilen kapıdan girilerek, belki de saraylar inşa edilir, yepyeni
dünyalar kurulur. Bir küçük kapıdan, devasa saraya!.
Burada bir tehlikeli yar
bulunuyor! Okuyarak bellenenler bir vakit sonra ideolojileşip, tanrılaşabilirler
adeta. Aynı hükme, dinin farz, vacip, sünnet kıldığı ritüellerin din gibi
algılanıp, putlaştırılması halini de ilave edebiliriz. Bu durum, put imali,
sonra da dönüp tapınma gibi bir sonuç verir. Sahip olunan üç-beş putun yanına
bir yenisini daha eklemek, tefekkür sahasında da karşılaşılacak zorlukların,
engellerin kendi elimizle hazırlanması demektir. Okuyarak algılananlar
ideolojik tesir göstermeye başlayınca, karşıyı insan olarak görememe tehlikesi
de vardır. Devleti yöneten siyasi iktidarların en büyük zafiyetleri de bu
duruma düşmeleridir. Çünkü toplumu meydana getiren fertler, insan olarak değil,
oy ağacı olarak görülür ve bu sebeple onların karnının doyurulması,
barınaklarının temin edilmesi gibi hayvani taraflarının tatmin edilmesi işleri
ilgilendirir. Ki, Allah muhafaza koca bir milletin felaketinin örülmesi
eylemleri böylece hayata geçirilmiş olur. Demek ki, siyasilerin İnsan’ı daima
göz önünde bulundurmaları gerekmektedir ve asla unutmadan.
İdeolojinin
putlaştırılmasının şöyle bir yanlışa da sebebiyet verebileceği düşünülmektedir:
kendi ideolojisine tabi olmayanları düşman görerek, uzlaşılmaz kamplaşmalara
sebebiyet verebilecektir. Tabi olmayanların sapkınlık içinde, satılmış, hain
olduklarını filan düşünmeye ve kabul etmeye başlanılmasından sonradır ki, bu
noktadan sonra da çaresiz hastalıklar gibi yurt sathına sirayet edebilecektir,
belki de dünya sathına!.
Hâlbuki karşı görüş
sahiplerinin fikirlerini inceleyerek, kendi görüş ve ideolojisinde tekâmüllere
gidilebileceğini bilmek lazımdır. Usulet ve suhuletle yaklaşılması halinde
uzlaşılamayacak anlaşmazlık yoktur. Karşı fikirleri, rahmet olarak kabul etmek
büyüklüktür.
En kıymetli cümle şu olsa
gerektir; okudukların bir hiçtir, esas olan üzerine kattıklarındır.
Okudukların, sana girmen için verilen kapının tarifidir, bu kadar. Bu noktada
Mevlana’ya kitaplarını havuza attıran Şems’i hatırlayabiliriz.
Öz, kitaplarla değil, Öz
ile bulunur, anlaşılır ve bilinir ancak!.
Murat Alparslan Tekoğlu:
YanıtlaSilEyvallah üstad. Hislerimize tercüman olmuşsunuz
Ilim Talepedenler :
YanıtlaSilTüm gerçeklerin barındığı yerdir ÖZ. Sözü bilenden! değil, ÖZÜ bilenden sorun!