O halde avlanmayacaksın!
Nobran avcıya yem
olmayacaksın, hakikat avcısına yem (talebe) olmaya hazır
olarak!.
Şeytanın tuzaklarından uzak
duracaksın.
Avlanmak için hazır olup,
tuzakları seçerek hareket edecek ve değerli toru bulunca da gönüllü
atayacaksın. Bu tor İnsan’ın tuzağıdır. Hayırlıdır.
Tuzaklar farklı farklıdır.
Kimisi seni düze çıkartır, bilemezsin, nasıl çıktığını. Bahsettiğimiz tuzak da
budur. Seni düze çıkartacak olan tuzak. Seni doğru yola sevk edecek olan tuzak.
Niye mi tuzak dedik? Bunu
da sen düşün. Vardığın sonucu mutlaka bildir. Bildireceğin adresi merak
ediyorsan, ara bulursun. Avcının yakışıklısı, avcısına koşanlarla mücadele eder
durur. O seçtiğini avlar ancak. Bütün canların, varmak istedikleri, potasında
eriyip, Hak libasını giymek istedikleri yoldaki O Avcıdır. Hedefteki O’dur,
varılması gereken O’dur. Yeter ki, onun tuzağına düş.
Hindistan’dan kopup gelen,
Üçüncü Yüz Yılın büyük ruhu Beydaba, Kelile ve Dimne adlı eserinde anlattığı
masallardan birisinde, verdiği derslerin vefa, vefakâr, sadakat konuları nasıl
da ayrıntılanmış ve nasıl da anlaşılması üzerine bina edilmiştir. Anlattığı bir
masalın sonunda şu dersleri verir:
“Dostuna ve arkadaşına karşı döneklik ve kalleşlik yaparsan başkalarına
karşı daha çok kalleşlik yapacağın şüphesizdir; Şunu da bilmelisin ki, bir
insan biriyle dost olur da bu esnada gadrederse beriki dostu onda sevgi ve
samimiyet için yer bulunmadığını veya sevgisinin ona göre bir değeri
bulunmadığını anlar.
Vefasız olana gösterilen sevgi, teşekkürü olmayan kimseye lütuf,
terbiye kabul etmeyen, nasihat dinlemeyen kimseye sarf edilen terbiye gayreti
ve sır tutmayana verilen sır kadar boşuna harcanmış bir şey yoktur.
Kuşkusuz, iyilerle yapılan dostluk iyilik getirir, kötülerle yapılan
dostluk da kötülük getirir, tıpkı güzel kokulu bir şeyin yanından geçince de
fena koku taşıyan rüzgar gibi..”
Mesela, siyasetin
yükseklerinde oturanların şöyle söylediklerini duyarsın: “Siyasette
vefa önemlidir”!. Neden önemlidir? Kendilerinin iktidarının
devamı için. Asıl olan, onların iktidarıdır, koltuklarda onlar oturabiliyorsa,
sen vefakârsındır, senden istenen budur, oy verecek, destek olacak, var gücünle
çalışacaksın onların oturabilmeleri, onların gelecekleri, onların rahat ve
huzuru için. Burnuna kötü kokular gelirse, hayır hayır yanlış düşünme, ters
esen ve kötü kokular taşıyan rüzgârların eseridir. Duymak bile istemediğin bazı
fenalıkları deşifre olmuşsa, sakın ola ki, fenalığın desteklediklerin
tarafından yapıldığına inanmayasın, vefa bunu gerektirir. Sen desteğine devam
edeceksin, ne de olsa, sana bazı küçük şeyler! Lütfetmişlerdir.
Lütuf edenden vefa
beklenemez, o isteneni yapmıştır kendi zannınca. Vefa beklenen sensin. Zaten
günümüzde vefa, İstanbul’da bir semt ismi olarak kalmıştır, bunu da iyice
anlamak lazımdır. Bir vefakârı bile Vefa’da bulmak neredeyse mümkün değil
derecesinde zordur! Devir o devir artık, ama alıştık!.
Bu noktaya kadar, bir
‘sevgi’sizliğin ağının içinde kıvrandığımızın anlatıldığını fark ettiniz mi? ‘Vefa’
ile ‘Sevgi’
özdeştir. Sevgi yoksa kimden neyin vefasını talep edeceksin. Öyleyse, karşıdan
vefa beklemek değil, karşıyı sevmekle başlamak, dünyaya yeniden gelmek gibi bir
harikulade hikâye. Vefayı doğuran sevgi, sevgiyi büyüten vefadır. Bu ikileme
hayatın özü, hayatın kendisi olduktan sonra dünyaya ve âleme bir mana doğar.
Sözünde duranlarla, sevgisine sadıkların hürmetleridir yaşama azmi ve hedefe
kilitlenme. Sevgi ile vefa birlikteliği sevgiliye doğru uçuran geniş kanatlara
sahip eder kişiyi. Bu yolun artık, ne yarları, ne dağları kalmıştır, dümdüz
olmuş ve hatta zanlarda büyütülen her şey ters yüz olmuştur. Putlar kırılmış,
secdegâh tertemizdir…
Geldiğimiz nokta
zorlukların, sorumlulukların, görevlerin de başladığı nokta. Yapılması muhtemel
yanlışların yasaklandığı, yapılması halinde cezalandırma ile tehdit edildiği
noktaya geldik. Zor olanı, bu yerde kalabilmektir. Kalış sürekliliğidir.
Çarpıtılma, karartma, kandırma, eğri gösterme, olduğundan başka anlatma,
riyakârlık, şirk, ezicilik, kin, intikam… Ne varsa bildiğimiz yanlış tamamının
bir kalemde yasaklanıp, haram kılındığı nokta. Bu noktada basiret açık,
algılayış keskin, olaylar ve olgular fail açısından değerlendirilip, fiillerin
de Hakk olduğunun idrak edildiği Müslüman noktasıdır. Ondan sonrasını Allah
bilir. Ne olacaksa o olacaktır. Teslimiyet zevki içinde verilecek görevleri
hakkıyla yapmak erlerin işidir.
Kalıcılık ve süreklilik,
her an bir şen’de olanın daima gelişme içinde olduğunu, her anın bir önceki
andan bağımsız olarak var olduğunu, idrak ederek, özümseyerek mümkün olacaktır.
Anlaşılamadığı halde geçmişin eksik bilgilerinin putlaştırılarak hayat nizamı
halinde iman edilmesi, yoldan alıkoyar ve hakikatin nurunu kapatır.
Yapılması gereken ve
istenen;
Hakk tuzağına gönüllü
olarak dahil olunarak, sevgiyle ve vefalı olarak adım adım hedefe doğru…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder