Her ne bir sorun
görünüyorsa huzurlu bir yaşama için dünyada, temelindeki düğümlenmeyi küreselleşme
denen, Amerika’nın imparatorluk kurma çabalarının altında aramalıyız. Bu
cümleden olarak, nerede açlık korkusu yaşayan, nerede can ve mal güvenliği
endişesi yaşayan varsa, aynı politik amacın gerçekleştirilmesine yönelik
uygulanan ABD politikalarının sonucudur diyebiliriz. Niye böyle düşünüyoruz?
Çünkü ailenin büyüğü, başa gelen iyi ya da kötü her şeyden sorumludur. ABD,
aile büyüklüğüne (dünya jandarmalığı diyorlar) soyunmuşsa
biz de böyle düşünmek hakkına sahip olduğumuzu düşünürüz.
Küçük parçalara ayırma
yöntemi olarak, etnik ve dinsel farklılıklar ön plana çıkartılarak, toplumun
yapıştırıcısı birlik beraberliğe bomba atılmaktadır. Bu yazıda bizi, İslam ile
terörü birleştirerek öne çıkarma gayretleri ilgilendirecektir. El-Kaide ve
türevi silahlı eli kanlı katiller sürüsünün öncelikle beslenip, büyütüp,
silahlandırıp, eğitip parçalamak istedikleri ülkelere salıyorlar. Söz konusu
sözde cihatçı canilerin, cinayetlerini acımasızca işlemelerine uzun bir süre
ilgisiz, sessiz kalıyorlar. Ama resimlerde boğazı kesilen insanlar, parçalanmış
cesetler, yıkılmış evler, ağlayan çocukları göstererek, işte İslam budur
denilerek, İslam’ı dünyaya böylece belletiyorlar. Bu İslam’dır diyerek
öncelikle, Müslümanların inançları hakkında şüpheye düşmelerini sağlayarak,
İslam’ın dünyayı tehdit olduğuna dair propagandalarla, toplumu bağlayan en
önemli yapıştırıcıdan, toplumu çatıştırıcıya doğru iteliyorlar.
Kimlik, insanların korunma
ve ilmi ve ekonomik gelişme saikiyle geniş grupla özdeşleşme gayretinin
sosyolojik bir ifadesidir. Kişinin inançları, sevgileri, kıskançlıkları
psikolojik olarak şahsına özgü kimliğinin ayrılmaz parçasıdır ve kendini daima
bu vasıflarıyla tarif eder. Toplumu oluşturan fertlerin, sahip oldukları kimlik
belirtimleri, sosyoloji anlamda birer zafiyet tespiti olmaktadır. İşte,
imparatorluk heveslisi, küreselleşmecinin bombalayacağı hedefler de bu zaaflar
olmaktadır. Kişiler, kendisini tespitlediği kimliğinin etrafında özgürce
yaşarken, ayırtedici özelliğini serbestçe dillendirebiliyorken, birden bire dış
etkilerle (yasalar olabilir) engellemeler meydana getirilirse,
gruplar, dolayısıyla toplum içinde çatışmalar kaçınılmaz olacaktır. İşte, sözde
cihatçı eli silahlı katilleri de bu yönde kullandıklarına şahit olmuştur dünya.
Düşünebiliyor musunuz, karşılaştığı kişinin adını soruyor, Ali ise, Hüseyin ise
öldürmekte beis görmüyor, hem de acımasızca. Saldırı direkt olarak, kimliğine,
inancına, tercihlerine karşı yapılmaktadır. Tam da bu noktada, saldırıya
uğramış kimliklerin dinamizmleri harekete geçecek, güçlerini birleştirecekler
ve karşı saldırıya geçmeye hazır halde bulunacak, böylece iç savaş kaçınılmaz
olacaktır. İşte size çöküş!. Libya, ırak ve Suriye’de yaşanan budur. Maalesef
Türkiye’de de denenmiştir, doğrusu önemli ölçüde başarılı olmuşlardır.
ABD, Huntington’un tam da
medeniyeti ‘Çatışmacı’ olarak adlandıran tezleri üzerine oturtmuştur
imparatorluk hayallerini. Planın temeli çatışmadır zaten. Oysa medeniyet, huzur
vermek, mutluluk sağlamak, refahı artırmak, dünyayı mamur etmek ve iç dünyalar
aleminde insanın yükselişini sağlamak üzere inşaa edilir. Yoksa çatışma için
Milyon sebep bulmak işten bile değildir. 11 Eylül saldırıları akabinde, İslam
dünyası üzerine hoyratça karşı saldırı başlatması ile sanki Batı medeniyetine
karşı, İslam medeniyetinin bir savaş başlatmış olduğunu utanmazca deklare
ettiler, öyleyse kendi yaptıklarının da bir Haçlı Seferi olduğunu söyleme
hakları da vardı tabi. Hiçte böyle değil. Planı yapan da, uygulayan da, silahlı
terör örgütlerini besleyenler de kendileriydi. Gizli maksatlarının altında,
İslam ülkelerinin topraklarında bulunan zengin petrol ve diğer değerli madenler
vardı. Terör örgütü sayesinde de kullandığı militanlar, dünyanın her tarafından
topladığı, devşirdiği kiralık militanlar olup, kendi evlatları değildi. Daha ne
olsun?
Batı, İslam ve medeniyetini
hep kendi medeniyetinden farklı görmüştür ve sürekli tehdit olarak
algılamıştır. Üstüne, Eylül saldırılarının dünyaya canlı olarak
yayınlattırılması da tuz-biber ekmiştir. Zaten akıldanelerinin de sanırım
istediği buydu. Söylenen şudur; İslam medeniyeti, Batı medeniyetini yok etmeyi
hedeflemiş, cani bir medeniyettir. Böyle düşünmelerine ve halklarını da buna
inandırmalarının altında yatan sebep şudur bizce; Müslümanların kurduğu ve
yönettiği ülkelerde huzur halk katmanlarının asaletini, sınıfını, zenginliğini
ayırt etmeden herkese eşit ve adil bir şekilde uygulanmaktadır. Kendilerinin kurdukları
medeniyette ise (acımasız kapitalizm) parası,
mevkii, asaleti olana her şey var, yok olanın ise yeri kara topraktır. Böylece,
kendi ülkelerinde bile vahşi kapitalizme karşı kindar bir nesil yetişmiş,
eşitsizlikler dengesizlikler, toplum içinde çatışmalara sebebiyet verir
olmuştur. Bu şartlar içindeyken, İslam Medeniyetinin nüfuzu halinde kolayca
yerleşeceği ve halkın da bunu gönüllü olarak kabul edeceği bilinmektedir.
Öyleyse, ne yapıp edip İslam medeniyetini kapıdan içeri sokmamaya ve mümkünse, bugünkü
zayıf halindeyken yok etmeye çalışılmalıdır. İşte ‘Medeniyetler Çatışması’nın temel sebebi.
Çatışmanın sebebine
medeniyeti karıştırmadan, düşmanlığını söylese sorun yok. İşin içine medeniyeti
katıyor ki, düşmanlığı derinleştiriyor.
Medeniyetler -çatışmacı-
değil, uzlaşmacı ve huzur verici olduğu sürece ‘medeniyet’tir. Müslüman için, ‘hikmet, nerde bulursa alacağı yitiğidir’.
Hazmedemedikleri de, korkuları da budur ve bu hedef medeniyeti tarif eder...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder