Hacı Ahmet Kayhan, Ruh ve
Beden isimli eserinde ümmet bahsi açıklamalarını yaparken şunları söyler: “Dinin toplumsal müeyyidesi vardır. Din
fenlere şahsiyet verdiği gibi, cemiyetlere de şahsiyet vermektedir. Ferdi
şahsiyet kazananlar, ahlakça da üstün olurlar. Toplumsal şahsiyet ise,
peygamberlerin vücuda getirdikleri teşkilattır ki, buna ümmet adı
verilmektedir. Hazreti İsa bir Hıristiyan ümmeti meydana getirdiği gibi,
Hazreti Muhammed de bir İslam ümmeti meydana getirmiştir. Ümmet, milli
cemiyetlerden daha geniş, dini bir topluluktur. Ümmet, bir peygambere ve kitaba
inananların toplumudur.
Ümmet teşkilatı, her dinde başka bir şekilde teşekkül etmektedir.
Hıristiyan Katoliklerde Hıristiyan ümmeti bir hükümet şeklinde meydana
gelmiştir. Bu hükümetin imparatoru papa, vezirleri kardinaller, valileri ise
piskoposlardır. Müslümanlarda ise ümmet bir hükümet şeklinde değil, dini bir
üniversite şeklinde örgütlenmiştir.
Bundan dolayı Hıristiyanlıkta dini teşkilata ‘kilise’ adı verildiği
halde, Müslümanlıkta ona ‘medrese’ denilmiştir. Medrese, eski üniversitelerdir.
Ruhani reisleri yoktur. Yalnız ders veren müderrisler, yani profesörler vardır.
İslamiyet, bir medreseler federasyonudur. Bütün İslam âlemi bir
üniversitedir: Bu üniversitenin her şehir ve kasada şubeleri bulunmaktadır. Her
kasabadaki müftüler, oradaki şubenin baş müderrisi (dekanı) sayılır.
Şeyhülislam ise, bütün üniversitelerin rektörü mahiyetindedir. Bundan
anlaşıldığına göre, İslamiyet’te din idari bir velayete değil, ilmi bir
velayete dayanmaktadır. İslam âleminde müderrisler medreselerde tarih, tıp,
felsefe, teoloji, mantık, geometri gibi dersler vererek Müslümanlığı kültürce
yükseltmişlerdir. Aynı zamanda din ilimleri olan Kur’an’ı Kerim, fıkıh, kelam, tefsir,
hadis de okutmuşlardır. Hakimler, kadılar burada yetişmişlerdir. İşte
İslamiyet, ilme bu derece önem vermiştir. İslam medeniyeti bu suretle
doğmuştur.”
Kitabının devamında şu
satırları okuyalım Kayhan Baba’dan;
“Türkler, dünya tarihinin muazzam imparatorluklarını kurdular. Selçuklular
dâhil 1000 sene varlıklarını Anadolu’da yaşatmaya muvaffak oldular, büyük İslam
medeniyetini yarattılar. Fakat modern çağlarda demokratik rejimler doğunca,
ümmet teşkilatına dayanan imparatorluklar tarihe mal oldu. Medrese de
vazifesini müspet ilimlere bıraktı.”
Durum yukarıdaki tabloda
net ve açık olarak anlatılmaktadır. İlim, fen, tefekkür hayatın içinde olunca,
ilerleme ve ‘muazzam imparatorlukların’
kurulması işten bile değildir. Çünkü ilmin bir adım ilerlemesi ile tetiklemeler
olacak ve ufkun gelişmesiyle her ilerleme öncekini misliyle devam edecektir,
devam ettirecektir. Matematik, sosyal bilimleri, fen bilimleri, hukuk bilimini,
toplumsal insicam tıp bilimini geliştirecek ve biri diğerini tetiklemesiyle
geliştirmeye devam edecektir. Bu da, muazzam medeniyetin doğuşu ve gelişiminin
müjdecisi olacaktır. Dikkat edilirse, ‘İslamiyet medreseler federasyonudur’
denilmektedir. Kilisenin, günah çıkartıcısı, vaftizcisi, cennet dağıtıcısı olan
ruhanisi, medreselerde yoktur, müderris yalnızca ders vermek ve ilmin
ilerlemesi için vardır.
Peki, ne oldu da bu muazzam
sistem terse dönerek yıkıldı?
“1517 de Mısır’ın Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilmesini takiben,
hilafet Osmanlılara geçmiş ve yavaş yavaş tasavvufi akımlar karşısında
medresenin Ehli Sünnetci görüşü güçlenmiştir. Mutasavvıflara karşı düşmanlık
zaman zaman artmıştır. Örneğin, XVII. Yüzyılda yaşayan Üstüvani Mehmet Efendi,
sufilerin raks ve dönüşlerini haram saymıştır. Musikinin ve zurna çalmanın
yasaklanmasını istemiştir. Resim yapmanın aleyhinde vaazlar vermiştir. XVI.
Yüzyılın ortalarından sonra Osmanlılar gerilemeğe başlamış ve felsefeye küfür
gözüyle bakılmıştır. Dar görüşlülük her alana yayılmış ve bilimsel gerçeklere
önem verilmemiştir. Yeni fikirler küfrün simgesi gibi yorumlanmıştır. Bu
nedenle yüzyıllar boyunca, medrese mensupları arasında önemli bir filozofun
çıkmadığını görüyoruz.” (Türk Düşünce Tarihinde
Felsefe Hareketleri, Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu)
Göl kuruyunca, balıkların
ölümü mukadderdir.
Heyhat! Göl suyunu
ellerimizle boşalttık.
(Devam edecek)
Abuzer Yilmaz Türkmenoglu :
YanıtlaSilİçi bos, cagdisi, siyasal islamciligin ümmetcilik versiyonu bir yazi. Ümmetçiliği bir metot bir sistem, tekkeleri medreseleri tek kaynastirici unsur gören, akil-mantik disi bir düsünce kirintisi!!! Din ve iman gizlidir. soyut kavramdir, ilahi kavramdir! Ümmetciligin özü; islam peygamberine tabii olmaktir! Misal peygamber sünnetine uyan sunniler iyi birer ümmetci olmasi gerekir! Aliyi seven, ehli beyti seven aleviler kötü ümmetcimi? Müslümanlar daha peygamber ölüm döseginde iken birbirine düsmüs, siyasi ve rant- cikar kavgalari arasinda ayrismistir! Mezhepler, yollar, tarikatlar, partiler, firkalar ardi ardina siralanmistir! Bir müslüman, tabii olarak ,haliyle peygamberin ümmetidir. ruh ve mana, inanc bazinda ümmet olmak vardir fakat!; ümmetcilik, hasta ve tartismali bir kavramdir, ayni siyasal islamcilik gibi
" ümmetciligi bir metot bir sistem, tekkeleri medreseleri tek kaynastirici unsur gören, akil-mantik disi bir düsünce kirintisi!!!"
SilBu düşünceye nasıl geldiniz, nasıl böyle vurgulandığınızı anladığınızı anlayamadık, biraz daha açarsanız sevniriz Abuzer Yilmaz TürkmenogluBey.
Kaldı ki,(devam edecek)bildirisini de yapmıştık.
Yorum ve eleştiriniz için teşekkürler.