XIX. Yüzyıl karabasan gibi
çöker üstümüze. ‘Kendim ettim, kendim buldum’ türküleri
okunacaktır yıllar sonra. Gün be gün gücünü yitirir İmparatorluk. Yüzyılın
sonuna doğru gücünü iyice yitiren Osmanlı İmparatorluğu, ayakta kalmanın bir
yolu olarak, İslamcılık ve Türkçülük politikalarını uygulamak gereğini
duymuştu. Balkanlardaki gücünü kaybedip, oralar bir bir elden çıkınca vatansız
kalmak korkusu sarar İmparatorluk yöneticilerini, sarayı ve sıra Anadolu’nun
elden çıkartılması ihtimaline gelince, devletin ömrünün uzatılabilmesinin bir
yoluydu bu politikalar. ‘İslamcılık’ denen düşünce sistemi o günlerin
hediyesidir.
Bernard Lewis’in, ‘Modern
Türkiye’nin Doğuşu adlı eserini incelediği, ‘Bernard Lewis ve Oryantalist
Gelenek’ isimli çalışmasında Özgür Oral, “Osmanlı Devleti’nin, dağılma döneminde kendine yeni bir meşruiyet
kaynağı arama sürecinde Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımlarından
birini seçme zorunluluğu ile karşı karşıya kaldığı ifade edilir. Lewis’in
‘İslamlığı kabul eden uluslararasında hiçbiri, kendi aynı özdeşliğini İslam
ümmeti içinde eritmekte Türklerden daha ileri gitmedi’ dediği Türklerin hem
İslam’a hem de siyasal olarak hanedana oldukça bağlı oldukları bilinen bir
gerçektir. Fakat Lewis’in kurgusuna göre Türklerin hanedan bağlılığı milliyet
fikirleri ile yıkılmaya başlamıştır,. Bunun yerini ise Batı tipi vatan kavramı
almıştır. Bu noktadan sonra sırf dinsel ya da hanedan bağları ile Osmanlı
İmparatorluğu’nun içindeki diğer uluslarla birarada kalabilmek imkânsız bir
hale gelmiştir. Gerek gayrimüslim ulusların tek tek bağımsızlıklarını ilanı ve
gerekse de Müslüman unsurlar arasındaki milliyetçi hareketler neticesinde İttihat
ve Terakki’nin Türkçülüğü benimsememesi kaçınılmazdır”. (Türkiye
araştırmaları literatür dergisi, Cilt 1, sayı 2, 2003)
Meşhur ayaklanma 31 Mart
vakkası’nda, ayaklanmanın kim veya kimler tarafından çıkartıldığı muammadır.
Ancak, “kimlerin askeri kışkırttığı
belliydi. Bir kez Derviş Vahdeti’nin gazetesi Volkan vardı. Derviş Vahdeti
Kıbrıslı olup Nakşibendi tarikatına mensup iken, İngiliz yönetimi için çalışmış
biriydi. Muhalefete mensup çağdaş bir İslamcı diye tanımlanabilir.” (Ana
Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, Prof. Dr. Sina Akşin, 1.Cilt) Dikkat,
İngiliz yönetimine çalışan, Nakşibendi tarikatı mensubu!
İslamcılık; “Batı emperyalizminin dünya çapındaki
yayılışı karşısında, ülkelerinin sömürgeleştirilmesine karşı tepki gösteren
Müslümanların duygu ve düşüncelerini dile getiren, buna İslamiyet’te çare
arayan akım olarak tanımlanabilir.” (Akşin,
aynı eser)
Osmanlı İmparatorluğu’nun
ihtişamlı günlerinden geriye dönüşünü, Batı devletlerini gezip, gören,
inceleyen, değerlendiren Osmanlı aydınlarınca: Bu aydınlardan bazıları, ‘geriye
dönüşün İslam’dan kaynaklandığı’ sonucuna vardılar. Suçu
doğrudan İslam’a dayandırmaları, aslında yavaş yavaş hanedana karşı fikirlerin
de yeşermesine neden olmuştur. Hatalar üst üste ve çözüm bulmaya çalışanlarca
yapılmaktaydı. Müslümanların halini görmek istemeyenlerin, İslam’a suçu
yüklemeleri, körün fili tarifi gibi bir sonuçtur. Düşünme sistematiğini
kaybederseniz bir kere, şeytanın aklınıza getirdiği verileri hakikat gibi
algılarsınız. Hata, medreselerin ilimden uzaklaşması, müderrislerin, mektep
görevlilerinin ilimden ziyade siyasete bulaşmaları, eskimiş fıkıh kurallarının
İslamiyet emriymiş gibi millet dimağına dayatılması, felaketin kesin sonucudur
şeklinde yorumluyoruz. İki taraf vardı hatanın içinde yoğrulan. Birincisi,
mesela felsefenin hala gâvur icadı olduğunu düşünüp, ilimden uzaklaşanlar
sınıfı, bunlar çözümü kısır düşünceleriyle İslam’a sarılmak olarak
yorumluyorlardı ki, bunun sonucu kuru softalıktı. İkinciler ise, suçu İslam’a
yükleyenler ve kurtuluşun Batı gibi olmaktan geçtiğine inananlar.
Maalesef günümüzde de, her
iki grup canlılığını sürdürmektedir. Lakin bazı konularda beraber davrandıkları
örnekleri de görülmüştür.
(Devam edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder