20 Ocak 2014 Pazartesi

Sıkıntılı Zamanlar Analizi

Sıçrayarak uyanıp derin uykudan, gayriiradi olarak dudaklarınızdan dökülen besmeleden sonra, gözlerinizi açmadan bile sağa sola bakınır, etrafta sizi bu hale bırakan sebebi anlamak istersiniz. Bulamaz ve korkutucu rüya, sıkıntı verici hal, istenmeyen bir kâbus fırtınası olduğunu kavrayıp yeniden uykunun kollarına bırakırsınız kendinizi.

Olan bitenin fakında olarak, derin düşünceler içinde, daima problemlerin çözümü yolunda çabalar harcarsınız. Amaç, çözüme ulaşmak, sorunu anlamak ve bitirmektir.

Prof. Dr. Ahmet İnam bir makalesinde şöyle söylüyor:

“Hayatımız öylesine sığlaşmış ki, bu toprakların özgün yaşantısı hüzün yitip gitmiş hayatımızdan”.

Sığlaşma, hüznün kovulmasına, hüzün boşluğu ise kâbusların sıklığına delalet eder. Hayatımızda zevk terk edilmişse, yerini Bir şeyler mutlak dolduracaktır. Hüzün ise, hayata sıkı sıkıya bağlayan temel olgu. Zevk edinme, hüznü tanımayanda ortaya çıkmaz. Her karşılaşılan olumsuz gibi görünende sıkıntılı zamanlar, bir bakıma kâbuslar doldurur hayatımızı. Oysa gayet basit değil midir, hüznü tanıyarak ve zevk edinerek olmazları oldurmak, görmezden gelmek, üstünde durmamak, akışı içerisinde oluruna bırakmamak…

Kâbuslara sebep aramak yerine, bırakıp oluşum nedendir, küçük iyiliklerle başlamalıyız hayatımızı tanzim etmeye. İyilikten yoksun olmak, karşının hüznünü anlamayı da beraberinde getiriyor. İyilikler, tükenmemeli, bir yetimin başını okşamakla başlamalı derim. Bir hasta ziyareti, bir mahkûmun eksiğin giderme, bir yoksulun ihtiyacını görme. Yol başlarında çeşme inşaatı, okul yapımına yardım, evin önünü temizleme… İyilik yapmak için fırsat daima mevcuttur.

İçinde bulunulan an, hüznün en iyi yaşanabileceği andır. Hüzün, iyiliğin kan kardeşi. Kardeşinin, komşusunun, akrabasının, milletinin hüznünü yaşamayı beceremeyenlerin iyilik yapmaya da nasipleri olmayacaktır. Yapsalar (sansalar) bile, bir karşılık beklediklerinden hiçbir fayda sağlamayacaktır. Tıpkı, iki rekât namaz kılayım da 70 sevap yazılsın, oruç tutayım da cennette yerimi sağlamlaştırayım gibi. Yapılan her işte, her ibadette, her iyilikte bir karşılık beklemek insanlığa sığar bir durum değildir. İnsanlığa sığmadığı gibi, dünya üzerinde karşılaşılabilecek herhangi bir olumsuzlukta yapılan taat ve ibadetlerin bir işe yaramadığı gibi bir algıya kapılınabilir ki, bu da kâbusların artmasına sebep olabilir. Yapılan iyilikler çıkar karşılığı değil, karşılıksız, Hakk için olmalıdır. Hizmet edilen Hakk’tır.

“Kıskançlarla cimriler cennete giremez” mealinde bir hadisi şerif hatırlıyorum. Konumuza ne kadar uygun bir ilahi söyleyiş. İyilik yapmayanların (yapamayanların) sıfatlarıdır, cimri ve kıskanç. Karşının gelişmesini kıskananlar ve elinde mevcut olduğu (mal veya ilim) halde, ihtiyaç sahibine veremeyen cimri, için için yer bitirirler kendilerini. Dünya onlar için bir kâbus meydanıdır. Uykuları rahatsızdır, gündüzleri tekin değillerdir. Cehennem onların içinde kurulmuş, cimrilik ve kıskançlık odunlarıyla yanmaktadırlar. Cehennemi ırak tutmanın yolu vericilikten geçmektedir, karşılıksız olarak.

Bazı insanlar vardır, dudaklarında tatlı bir tebessüm yapışmış lakin gözlerinden derin hüzün okunmakta, ayrılığın, ulaşamamanın, layıkıyla bilememenin hüznü. İstenilen seviyede kul olamamanın hüznü. İyilik yapamamanın hüznü. Problemi çözememenin hüznü. Ağlayamamanın, duyamamanın, gafil olmanın hüznü. Bu hüzün yaşatır onları. Bu hüzün gıdalarıdır. Bu hüzün amaçlarıdır. Bu hüzünle baş başadırlar. Bu hüzün kendisidir. Kendisindendir. Kendisi bu hüznü içselleştirmiş büyük ruhlarda gizlenmiştir. Onun meskeni bu hüznün sahipleridir. Hüzünlüyü bulup, hüzünlenmek gaye olmalıdır. “Kırık kalpler” onun meskenidir. ‘Harabat ehli’ tarifi tam da bu hüzünlü insanları anlatır. Onlar hüzünleriyle yaşarken, derdi, tasayı, kâbusu atmışlar, “Tek” olana, “Bir” olana, “İlla” ya eyvallah etmişlerdir. Ondan gayrısına ise “Lâ” demişlerdir. “Lâ” hüznün başlangıcıdır.

“Farabi’de siyaset felsefesi ve mükemmelliklerin şehri” başlığı altında, Farabi’yi incelediği makalesinde Mehmet Selim Akiş şunları söyler: “Farabi’ye göre beden için sağlık ve hastalık olduğu gibi ruh için de sağlık ve hastalık vardır. Ruhun sağlığı, kendisinden iyi, güzel işler ve fiiller çıkması, hastalığı ise kötü işler ve çirkin fiiller çıkmasıdır. İnsanın iyi şeyler ve güzel fiiller yapmasına fazilet, kötülükler ve çirkin fiiller çıkmasına ise alçaklık, noksanlık ve aşağılıklar denmektedir.” İşte, hastalıklı ruhların verebileceği sonuç kendilerine sadece kâbuslar olmaktadır.

Hayatımızı zevk alarak, neşe içinde geçirmekte, hayatımızı kendimize zindan etmekte elimizde gibi görünüyor. Yapılması gereken, halis niyetle iyilik yolunda ilerlemektir. Bu yol bizi insanlığa ulaştıracaktır.

Dingin, suskun, bilgin, ona-buna karışmayan, yerinde gereğini yapan mükemmellik…

Kâbusların atıldığı bir hayat.

“Gerçekten onu (bilincini) arındıran kurtulmuştur” (Şems Suresi/9)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...