‘Gezi’ gösteri ve eylemleri
sırasında, polis destekli eli sopalı kişiler ortalığı kana bulamışlardı.
Savurdukları sopalarının hedefi belli değildi, kime denk gelirse. Sopalar
sebebiyle hayatını kaybedenler oldu.
Polisin hemen arkasında
veya etrafında eli sopalı gruplar nasıl bu kadar rahat hareket ettiler?
Tek bir sebeple izahı
mümkündür. Polisi hedefe koymak (taraf yapmak).
Hedef olunca, kitleleri polis üzerine saldırtmak ve kutuplaşmayı ‘gezi
eylemcileri’ ve ‘polis’ olarak yeniden tanımlamak.
Kimin aklıdır bilinmez. (hiçbir
şeyin saklı kalamayacağını bildiğimizden yakında öğrenilir diyoruz…)
Hangi akla hizmettir
anlaşılmaz.
Fakat teslim edelim ki, iç
savaş başlatmak için bulunmuş ‘hedefe vardırır’ bir yöntem. Polis halka karşı!
Aferin ajan birimleri, iyi bir buluş.
Enteresandır, sopaların
bile aynı elden çıktığı belli oluyor, sanki eğitilmiş gençler ne yapacaklarını
iyi biliyorlar, sanki belli bir yerden (veya birinden) emir alırmışcasına
koordineli hareket ediyorlar, tabii ki, etraflarında veya yakınlarında polis.
Öyleyse, gezi konulu
eylemlere (protestolara) katılanlar bir taraf ve eli sopalı polis yardımı alan
taraf bir taraf. Yani polis bir taraf. Karşı tarafta ise öğrenciler, ellerinde
kitap, bilgisayar vesaire, diğer taraf DEVLET. Haydi, çıkın işin içinden
çıkabilirseniz!
Hani üzerinde işlemler
yapılan, toparlanılan, tek elden diyerek övdükleri istihbarat kurumu? Hani
gelen istihbarı bilgilerin tek elden değerlendirilip ilgililere ulaştırılacağı
söylenen istihbarat kurumu bu mu? Vatan evlatlarını devletin üzerine saldırtma
hareketlerini önleyecek gücü yok mudur devletin? Neler oluyor?
Tam burada anlam kayıyor,
karışıyor. Çünkü farklı düşünceler üşüşüyor beynime. Bilerek ve isteyerek
yapılmış olduğunu, öte tarafta yürütülmekte olan ‘çözüm’ süreci dedikleri,
başka tarafında ‘ihanet süreci’ dediği bir uygulama var. Onun üstünün
karartılması ve istenilenleri daha rahat yapabilme isteği ile konusu ve
gidişatı farklı olan bir alan üzerinde oyun oynayarak ‘çözüm süreci’nin
unutturulması. Bu aşamada ‘anayasa’ yapım çalışmaları da neredeyse akamete
uğramak üzere. Kargaşa çıksın ki, hem çözüm hem anayasa süreci istenilen gibi
yürüsün. Amaç bu olabilir.
Eli sopalı saldırganları
bir yerden hatırlıyorum. Tophane’de açılan resim sergisi salonunun
ziyaretçileri, güya semt sakinlerinin saldırısına uğramıştı. Yine, siyanürlü altın üretimi yapan şirketin
elemanları protesto eden halkı ellerinde sopalarla dağıtmaya kalkmışlardı.
Yöntem hep aynı. Sopanın, cennetlik bir meta olduğu akıllarından çıkmaz. Hiçbir
fırsatı kaçırmadan dikkatle takip ederek, sopayı gündeme getiriyorlar.
Geleneklerinde falaka kültürü ağır basar, tamamının falakayı tattığına da hiç
şüphemiz yok.
Emre Kongar’ın 12 Ekim 2010
tarihli makalesinden şu satırlara bakalım:
“AKP iktidarı referandum sonrası, seçim öncesi çok çok önemli adımlar
atıyor: Toplumu, iktidarın ideolojisine koşut biçimde ‘eğitmeye’! ve ‘gönüllü
olarak(!) örgütlemeye’ böylece baskı altına almaya başlıyor.
Dini eğitimi topluma yayıyor… Bununla aynı zamanda, resmi olmayan,
dolayısıyla sorumluluk taşımayan, ama resmi ideolojiye koşut olarak iş yapan ve
siyasal sorumluluğu olmadığı için çok daha acımasız ve baskıcı davranabilecek
bir sözde ‘sivil toplum örgütlenmeleri’ yapısı oluşturuyor. Bu yapılanma,
yani ‘halkın özel olarak eğitilmesi’ ve ‘gönüllü olarak iktidara koşut biçimde
baskı grupları’ halinde örgütlenmesi bütün totaliter toplumlarda çok
başvurulan bir yöntem. Hitler Almayası’ndan Humeyni İranı’na kadar
özellikle ahlak, güvenlik ve eğitim alanlarında böyle örgütlenmeler, ‘eli
sopalı’ baskı grupları olarak topluma nefes aldırmıyor.”
İki yıl önceden yapılan
tespit, buyurunuz.
Söyleyeceğimiz şudur: Bu
millete sopalarını eline aldırmamaya çalışınız. Eline sopa aldı mı, dönüşü
olmaz yola girilmiş demektir.
Bir sopa, balta hikâyesini,
tarih sayfalarından hatırlamanın vaktidir.
“8-9 Kasım 1877 gecesi Osmanlı vatandaşı olan Ermeni çeteleri Erzurum’un
Aziziye tabyasına girmiş, uyumakta olan Türk askerlerini öldürmüş, arkadan
gelen Rus askerlerine hiç zahmet vermeden tabyayı teslim etmişlerdi. Neyse ki,
baskından yaralı olarak kurtulmayı başaran bir asker Erzurum halkına haberi
yetiştirmiş, halk da silahı varsa silahını, yoksa kazma, kürek, balta, sopa,
taş eline ne geçirdiyse onu kaparak, Tabya’ya koşmuştu. Erzurumlu Nene Hatun da
o günlerde 20 yaşındaydı, kocası cephedeydi. Kardeşi de dün gece cephede can
vermişti. Küçük bir oğlu ve üç aylık bir kızı vardı. Onlara bakacak kimse
yoktu. Nene Hatun, çocuklarını evde Allah’a emanet edip, ölen kardeşinin
silahını ve evdeki satırını kapıp, tabyaya koşmuştu.
Rus askeri önceden tabyaya yerleşmişti. Erzurumlular, gözlerini
karartmış tabyaya koşuyordu. Açılan yaylım ateşi ile ön sırada koşanlar şehit
oldular. Arkadakiler, korkup dağılmadılar. Daha da gözlerini karartıp, tabyaya
saldırdılar. Demir kapıları kırıp, içeri girdiler. Ruslarla göğüs göğse
savaştılar. Baltalı, sopalı ama kararlı. Erzurum halkı karşısında Rusların son
model silahları bir işe yaramadı, yarım saatte pes ettiler. 1000 kadar Erzurum’lu
şehit oldu ama Aziziye Tabya’sı 2300’e yakın Rus askerine mezar oldu.” (Değer
Erbora, Mandacı Atatürk’ü nasıl sevsin başlıklı makalesi)
Bizden hatırlatması!..
Eline sağlık,yüreğine sağlık hocam
YanıtlaSil