24 Temmuz 2013 Çarşamba

Serdar Turgut


‘Olmayanın’ ne olduğunu bilmediğini sandığım ve kendisinin ‘inanç’ dediği bir olgu. Haliyle, samimi bir itiraf. Fakat bu çevrelerde kalem oynatmasını namusundandır inancımıza dayandırıyoruz. Eksik gördüğü, yoksunluğunu hissettiği tespitlerinin üzerinde çözüm arayışları da şüphesiz takdire değer bir aydın tavrı. Köşesinde uyuyan kişi değildir aydın. Ailesinde, çevresinde, mahallesinde, içinde yaşadığı toplumda eksikliğini gördüğü, noksanlığından mutazarrır olduğu problemler üzerinde kafa patlatması, çözümler üzerinde gecesini gündüzüne katması aydın olmanın farzlarındandır. Serdar Turgut da bunu yapıyor. “İnancının olmadığını” samimiyetle itirafı da, inançlı olduklarını her gün televizyonlarda söyleyenlere ve gazete köşelerinden yazanlara ince bir eleştiri ve hatta alay kokusu olan cımbızlama gayretidir diyoruz. Tabi ki, o kadar inançlının içinde onların dilinden ‘inancının olmadığını’ söylemek, onlara yeni bir şeyler söylemek fırsatını vermekten başka bir mana içermez. Kaldı ki, “Eksiğimi kalbimi temiz tutmaya çalışarak, olduğum gibi görünerek, yalan söylemeyerek ve hayli kapsamlı bir empati gücü geliştirerek tamamlamaya çalışmak zorundayım” (*) diyerek, kendisini eleştirmeye geleceklerin kapısını baştan kapatıyor. Çünkü belli olan şudur ki, Turgut’un yapmaya çalıştıkları, İslamiyet’in taa kendisidir. Çalışarak bürünmek zorunda olduğu sıfatlar, İslamiyet’in “Güzel Ahlâk” talimatıyla birebir örtüşmektedir. Kendilerinin inançlı olduklarını söyleyenlerin bile rahatlıkla söyleyemeyecekleri ‘Güzel İnsan’ hususiyetleridir bunlar. Bürünmeye çalıştığı sıfatlardan sadece ‘yalan söylememeye’ bürünmek bile, insan olma yolunda çok büyük yol alınmasına vesile olan muazzam bir çabadır.

Çoğu yazar ve düşünür tarafından pek çok defa sorulmuş soruyu tekrar eder Turgut: “Müslüman ülkeler neden bir türlü huzur bulamıyor? Bireylerine iç huzuru verme iddiasında olan bir dinin hâkim olduğu toplumlarda huzurlu ve herkesin mutlu olabileceği bir siyasi-toplumsal düzen bir türlü neden kurulamıyor? Bence 21’nci yüzyılın en önemli sorusu bu.”

“Oryantalistler ve İslam düşmanları buna cevap olarak İslam ve demokrasi arasında uzlaşmaz çelişki olduğunu söylüyorlar.”

“Bu hiç birimizin kabul edebileceği bir cevap değil. Bunu kabul edersek demokrasiden mahrum yaşamayı da kabul etmemiz gerekiyor”.

İslâm; güzellikler, iyilikler, doğrular.. dinidir. Kur’an’ı Kerim, mümkün değildir ki, olumsuzu, istenmeyeni, insan fıtratına uygun olmayan değerleri istesin. Bütün tekliflerinde aklı, ilmi ön plana çıkartan, asrın gelişmelerini destekleyen ve her an yeni bir şan alan’ın her an ilerleyişini, gelişimini, değişimini anlatan ve bu gelişime uyulmasını tavsiye eden kutsal kelamlar bütünüdür. Aşırı olan, hangi taraftan olursa olsun ret edilir. Kabul görmez. Mutedil olmak, orta yoldan yürümek tavsiye edilir. Toplum içinde yaşamak, insanların birbirleriyle münasebetlerinde karşılıklı hoşgörü ve (Turgut’un anlatımıyla) empati yapmayı teşvik eder. Peygamberi Hz. Musa’yı firavun’a gönderdiğinde “yumuşak” konuşmasını öğütler. Sertlik ve hoyratlıktan daima uzak durmayı bildirir. Dayatmayı kabul etmez. İstişare daima önerilir. Ben yaptım oldu anlayışı asla yoktur. İnsanların ‘helal’ yoldan kazanmaları ve doymalarını tembihler. ‘Haram’lardan uzak durulması, iyi işlerin yapılmasının talimatlanması da önemli maddeler arasındadır. İslam toplumu içinde yaşayan insanlar, can ve mallarından emin yaşarlar, söz ve ifade özgürlüğü tamamıyla sağlanmıştır (en büyük örneği Atatürk’te görülür).

Şimdi, Sayın Serdar Turgut’a soralım: İnanmadığınız nedir? Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu maddelerin hangisine inanmıyorsunuz?

Biz cevaplayalım.

Siz İslam’a değil, tanıdığınız Müslümanların davranışlarını inceliyorsunuz ve o davranışların bir İnsan davranışı olmaması gerektiğini görüyorsunuz ve inanmadığınızı anlatıyorsunuz. Siz İslam’a değil, İslam’ın emirlerini Hakkı ile yaşamayan, riyakâr, hodkâm, kindar, muhteris ve Hakk’ın bildirdiklerini içselleştirmeden körü körüne softa hayatı yaşayan Müslümanlara inanmıyorsunuz. Karıştırmayalım lütfen.

Müslüman’a kızıp, İslam’dan uzaklaşmak kimseye bir şey kazandırmaz.

Sorunun can alıcı kısmı, Müslümanların içinde bulunduğu sefalettir. 1938’den hemen sonra gelen yönetimlerin (ve tamamının) iktidarlarını sağlamlaştırma adına, halkın kandırılmasını, dini içerikli terimleri sık kullanarak, dini hatırlatan faaliyetleri hemen uygulamaya koyulmuşlardır. Yapılanlar gerçek dinin anlatılması ve uygulanması değil, ilim gelişmiş, asır idraki yükselmiş, bu idrake uygun tedrisat değil, yürürlüğü ortadan kalkmış, anlamsız hikâyelerin ve eskimiş hukuk yorumlarının din hükümleriymiş gibi insanlara anlatılmasından ibarettir. Bu itibarla, ilimden, gerçek İslamî yorumlardan uzaklaşılmış, cahil hoca kılıklı insanların eline teslim edilen çocuklarımız için açılan ve hemen Türkiye sathına yayılan Kur’an Kursları, anlamsız ve gereksiz açılan İmam Hatip okullarının Memleket sathına yayılması, bu arada mesleksiz gençlerin işsiz, aşsız, bilgisiz ve kültürsüz kalarak problemlerinin artması ve kargaşalar.

Demokrasi, yenisi bulununcaya kadar en iyi yönetim biçimi olarak bilinir. Demokrasi uygulamalarına ve demokrasinin geliştirilmesine İslam hiçbir mani getirmez. Ama biliriz ki, demokrasinin ilk şartı laikliktir. Uygulamalara bakarsanız, yine 1938’den hemen sonra laiklikten uzaklaşmalar başlamış ve içinde bulunduğumuz günlerde de zirve yapmıştır. Kapatılan ‘Tekke ve Zaviyelerin’ açılma çalışmalarının yapıldığı günümüzde daha ne söylenebilir ki?

İçinde bulunduğumuz Ramazan Ayı münasebetiyle, hemen bütün televizyonlarda Sahur veya İftar programlarında konuşmacı, yorumcu olarak ekranlara çıkan sakallı hoca kılıklı kişilerin anlatımlarına kulak verirsek neler söylemek istediğimiz çabuk anlaşılır.

Hemen tamamı (bazı aydın hocalarımızı tenzih ederim ki, zaten onları TVlere çıkarmıyorlar) anlamsız ve lüzumsuz bilgiler. Bu bilgiler sebebiyledir ki, kafası karışık, beyni duraklatılmış insanların çoğunluk olduğu Müslüman ülkeler bir türlü huzur bulamıyor.

Dert büyük, bu yazı bitmez. Kesmek zorundayım.

Serdar Turgut’un tevazu ile “inancının olmadığını” söylemesi, gelinmesi istenen bir seviyedir. Ben bu cümleyi; “Hakkı ile bilemedim” şeklinde okuyorum.


(*) 05.07.2013, Habertürk, İslam ve demokrasi başlıklı yazısı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...