‘Olmayanın’ ne olduğunu bilmediğini sandığım ve
kendisinin ‘inanç’ dediği
bir olgu. Haliyle, samimi bir itiraf. Fakat bu çevrelerde kalem oynatmasını
namusundandır inancımıza dayandırıyoruz. Eksik gördüğü, yoksunluğunu hissettiği
tespitlerinin üzerinde çözüm arayışları da şüphesiz takdire değer bir aydın
tavrı. Köşesinde uyuyan kişi değildir aydın. Ailesinde, çevresinde,
mahallesinde, içinde yaşadığı toplumda eksikliğini gördüğü, noksanlığından
mutazarrır olduğu problemler üzerinde kafa patlatması, çözümler üzerinde
gecesini gündüzüne katması aydın olmanın farzlarındandır. Serdar Turgut da bunu
yapıyor. “İnancının olmadığını”
samimiyetle itirafı da, inançlı olduklarını her gün televizyonlarda
söyleyenlere ve gazete köşelerinden yazanlara ince bir eleştiri ve hatta alay
kokusu olan cımbızlama gayretidir diyoruz. Tabi ki, o kadar inançlının içinde
onların dilinden ‘inancının olmadığını’ söylemek, onlara yeni bir şeyler
söylemek fırsatını vermekten başka bir mana içermez. Kaldı ki, “Eksiğimi kalbimi temiz tutmaya çalışarak,
olduğum gibi görünerek, yalan söylemeyerek ve hayli kapsamlı bir empati gücü
geliştirerek tamamlamaya çalışmak zorundayım” (*)
diyerek, kendisini eleştirmeye geleceklerin kapısını baştan kapatıyor. Çünkü
belli olan şudur ki, Turgut’un yapmaya çalıştıkları, İslamiyet’in taa
kendisidir. Çalışarak bürünmek zorunda olduğu sıfatlar, İslamiyet’in “Güzel Ahlâk”
talimatıyla birebir örtüşmektedir. Kendilerinin inançlı olduklarını
söyleyenlerin bile rahatlıkla söyleyemeyecekleri ‘Güzel İnsan’ hususiyetleridir
bunlar. Bürünmeye çalıştığı sıfatlardan sadece ‘yalan söylememeye’ bürünmek bile, insan olma
yolunda çok büyük yol alınmasına vesile olan muazzam bir çabadır.
Çoğu yazar ve düşünür
tarafından pek çok defa sorulmuş soruyu tekrar eder Turgut: “Müslüman ülkeler neden bir türlü huzur
bulamıyor? Bireylerine iç huzuru verme iddiasında olan bir dinin hâkim olduğu
toplumlarda huzurlu ve herkesin mutlu olabileceği bir siyasi-toplumsal düzen
bir türlü neden kurulamıyor? Bence 21’nci yüzyılın en önemli sorusu bu.”
“Oryantalistler ve İslam düşmanları buna cevap olarak İslam ve
demokrasi arasında uzlaşmaz çelişki olduğunu söylüyorlar.”
“Bu hiç birimizin kabul edebileceği bir cevap değil. Bunu kabul edersek
demokrasiden mahrum yaşamayı da kabul etmemiz gerekiyor”.
İslâm; güzellikler,
iyilikler, doğrular.. dinidir. Kur’an’ı Kerim, mümkün değildir ki, olumsuzu,
istenmeyeni, insan fıtratına uygun olmayan değerleri istesin. Bütün
tekliflerinde aklı, ilmi ön plana çıkartan, asrın gelişmelerini destekleyen ve her
an yeni bir şan alan’ın her an ilerleyişini, gelişimini, değişimini anlatan ve
bu gelişime uyulmasını tavsiye eden kutsal kelamlar bütünüdür. Aşırı olan,
hangi taraftan olursa olsun ret edilir. Kabul görmez. Mutedil olmak, orta
yoldan yürümek tavsiye edilir. Toplum içinde yaşamak, insanların birbirleriyle
münasebetlerinde karşılıklı hoşgörü ve (Turgut’un anlatımıyla)
empati yapmayı teşvik eder. Peygamberi Hz. Musa’yı firavun’a gönderdiğinde
“yumuşak” konuşmasını öğütler. Sertlik ve hoyratlıktan daima uzak durmayı
bildirir. Dayatmayı kabul etmez. İstişare daima önerilir. Ben yaptım oldu
anlayışı asla yoktur. İnsanların ‘helal’ yoldan kazanmaları ve doymalarını
tembihler. ‘Haram’lardan uzak durulması, iyi işlerin yapılmasının
talimatlanması da önemli maddeler arasındadır. İslam toplumu içinde yaşayan
insanlar, can ve mallarından emin yaşarlar, söz ve ifade özgürlüğü tamamıyla
sağlanmıştır (en büyük örneği Atatürk’te görülür).
Şimdi, Sayın Serdar
Turgut’a soralım: İnanmadığınız nedir? Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu
maddelerin hangisine inanmıyorsunuz?
Biz cevaplayalım.
Siz İslam’a değil,
tanıdığınız Müslümanların davranışlarını inceliyorsunuz ve o davranışların bir
İnsan davranışı olmaması gerektiğini görüyorsunuz ve inanmadığınızı
anlatıyorsunuz. Siz İslam’a değil, İslam’ın emirlerini Hakkı ile yaşamayan,
riyakâr, hodkâm, kindar, muhteris ve Hakk’ın bildirdiklerini içselleştirmeden
körü körüne softa hayatı yaşayan Müslümanlara inanmıyorsunuz. Karıştırmayalım
lütfen.
Müslüman’a kızıp, İslam’dan
uzaklaşmak kimseye bir şey kazandırmaz.
Sorunun can alıcı kısmı,
Müslümanların içinde bulunduğu sefalettir. 1938’den hemen sonra gelen
yönetimlerin (ve tamamının) iktidarlarını
sağlamlaştırma adına, halkın kandırılmasını, dini içerikli terimleri sık
kullanarak, dini hatırlatan faaliyetleri hemen uygulamaya koyulmuşlardır. Yapılanlar
gerçek dinin anlatılması ve uygulanması değil, ilim gelişmiş, asır idraki
yükselmiş, bu idrake uygun tedrisat değil, yürürlüğü ortadan kalkmış, anlamsız
hikâyelerin ve eskimiş hukuk yorumlarının din hükümleriymiş gibi insanlara
anlatılmasından ibarettir. Bu itibarla, ilimden, gerçek İslamî yorumlardan uzaklaşılmış,
cahil hoca kılıklı insanların eline teslim edilen çocuklarımız için açılan ve
hemen Türkiye sathına yayılan Kur’an Kursları, anlamsız ve gereksiz açılan İmam
Hatip okullarının Memleket sathına yayılması, bu arada mesleksiz gençlerin
işsiz, aşsız, bilgisiz ve kültürsüz kalarak problemlerinin artması ve
kargaşalar.
Demokrasi, yenisi
bulununcaya kadar en iyi yönetim biçimi olarak bilinir. Demokrasi
uygulamalarına ve demokrasinin geliştirilmesine İslam hiçbir mani getirmez. Ama
biliriz ki, demokrasinin ilk şartı laikliktir. Uygulamalara bakarsanız, yine
1938’den hemen sonra laiklikten uzaklaşmalar başlamış ve içinde bulunduğumuz
günlerde de zirve yapmıştır. Kapatılan ‘Tekke ve Zaviyelerin’ açılma
çalışmalarının yapıldığı günümüzde daha ne söylenebilir ki?
İçinde bulunduğumuz Ramazan
Ayı münasebetiyle, hemen bütün televizyonlarda Sahur veya İftar programlarında
konuşmacı, yorumcu olarak ekranlara çıkan sakallı hoca kılıklı kişilerin
anlatımlarına kulak verirsek neler söylemek istediğimiz çabuk anlaşılır.
Hemen tamamı (bazı
aydın hocalarımızı tenzih ederim ki, zaten onları TVlere çıkarmıyorlar)
anlamsız ve lüzumsuz bilgiler. Bu bilgiler sebebiyledir ki, kafası karışık,
beyni duraklatılmış insanların çoğunluk olduğu Müslüman ülkeler bir türlü huzur
bulamıyor.
Dert büyük, bu yazı bitmez.
Kesmek zorundayım.
Serdar Turgut’un tevazu ile
“inancının olmadığını” söylemesi, gelinmesi istenen bir seviyedir. Ben bu
cümleyi; “Hakkı ile bilemedim” şeklinde
okuyorum.
(*) 05.07.2013, Habertürk, İslam ve demokrasi başlıklı
yazısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder