Anlaşılabilir bir açıklama
oldu belki lakin umutsuzca yeniledi ifadesini:
“İnsanın derinlerinde bir
yerde uyumuş kalmış, bir anda düşmanlıkların depreşebileceği duygular bunlar.
Bakarsınız, ortada önemli bir sebep yokken umulmadık yerlere gider kavga.
Silahlar bile patlayabilir”.
Doğumdan itibaren aile,
çevre, okullar, kitaplar, sohbetlerle elde edilen eğitimin sonucunda insanın
belleğine yerleşen, kimine göre yanlış, gereksiz, günaha varan sonuçları olan
bilgiler, kişinin dimağında gelişerek bazı hedeflere düşmanlık belirtilerini
kazır. Zaman yanlış bilgileri kişinin kendi lehine işleyip törpüleyeceğine,
kişi adeta putlaştırdığı bu hatalı bilgi ve inançları derinliklerde saklayarak,
adeta zamana karşı savaş verir.
Bir gün birisi çıkagelir.
Konuşmalarındaki hedef,
işlerindeki, hareketlerindeki hedef dimağa kazınmış olan ve öteden beri
hareketsiz duran düşmanlıkları kaşımaktır. Yavaş yavaş su yüzüne çıkar gibi,
düşman belledikleri resme kavuşur ve beyinde savaş başlar. Kafadaki yanlış
bilginin, kendisi ve çevresi ile savaşıdır bu. Emir geldiği vakit hiç
düşünmeden düşman sandıklarının üstüne atılır. Amacı, Allah için savaşmaktır.
“Realiteyi bütün nüanslarıyla ve olduğu gibi kavrayamayan, kabul
edemeyen zayıf ego, onu ‘tamamen iyi’ ve ‘tamamen kötü’ diye ikiye böler; yani,
her şey ak veya kara olur ve gri tonları kaybolur. İyi tarafa konulan nesneler
saçma derecede mübalağalı olarak yüceltilir ve göklere çıkartılır. Gerçekçi
olmayan bu kavrayış biçimi çok kırılgandır ve en ufak bir sebeple, rahatlıkla
tam tersine dönüştürülüp, söz konusu nesne bir anda ‘tu kaka’ ilan edilebilir,
gözden düşürülüp düşman olunabilir”. (M. Kerem Doksat, 04 Mart
2012, Mekân’dan)
Cehalet yobazlıkla
birleşince, içindeki düşmanlıkları depreştirmek çokta zor olmayacaktır. Bir de
başladı mı savaş, ne için savaştığını, kim için vuruştuğunu bilmeyen güruh
ortalığı kana bular. Çok kolaydır bu tipleri yürütmek. Siyasi meydanlarda, bir
kısım liderlerin; “camileri
meyhane yaptılar”, “bunların geçmişini biliriz”, “cami de alkol kullandılar,
ayakkabıyla girdiler”, “bizim nefesimiz var” …gibi
sözleri hep bu kabildendir.
Karşının uyuyan
düşmanlıklarını uyandırmak.
Yazık!
Oturdukları koltuklardan
asla kalkmayacaklarını düşünmek, sahip oldukları makam, şan, şöhretin bir gün
ellerinden kaymayacağını düşünmek, fitne iptilasının en belalı
sebeplerindendir. Kendini bir şey sanmak. Kendisi yoksa her şeyin perişan
olacağını düşünmek ve kabul etmek, ne büyük aptallık.
Şöyle tanımlar fitneyi: “insan için en büyük fitne, bir şeylere
sahip olduğu zannıdır!..”
Yazık!
Milletin sahip olduğu
enerjiyi, birlik-beraberlik, bütünlük yolunda, ilmî gelişmede, verimlilik
artışı ve üretim çoğalması yolunda kullanmayanlara…
Yuf olsun.
Hz. Mevlânâ’nın oğlu
Bahaeddin’e öğüdü:
“Bahaeddin!
Eğer daima cennette olmak istersen,
Herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma,
Merhem ve mum gibi ol, iğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen,
Fena söyleyici,
Fena öğretici,
Fena düşünceli olma!”
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder