Kamuyu, bütün sektörlerde
üretimden, ticaretten ve hizmetlerinden uzak tutmak, oralardaki kârların özel
sektör sahiplerinin cebine aktarmak isteği ‘özelleştirme’ politikalarının temel
mantığıdır. Yatırımlar, özel sektör eliyle yapılacak, üretim ve hizmetler özel
sektör tarafından düzenlenecek. Devlet, denetleyicilik görevini, ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’
felsefesi doğrultusunda ifa edecek. Satılan kamu malları bedellerinin, özel
sektör ihtiyacının karşılayacak alanlara tahsis edilmesi de politikanın belli
başlı amaçlarındandır. Elden çıkartılan fabrikaların karşılığında, benzer veya
farklı alanlarda devlet yatırımı yapılması özelleştirme ile elde edilen
finansmanın harcanması gereken yerlerdir. Bizde böyle yapılmadı. Özelleştirme
gelirleri, bütçenin açık verdiği başka alanlara veya fonlara aktarıldı.
Halkın tüketim iştahı
kamçılandı bu arada. Kredi kartlarına kolaylıkla yapılan taksitler nedeniyle,
herkesin cebindeki (bankaların araştırma yapmadan, her talep
edene ve hatta zorla verdiği) bir-kaç bankanın verdiği
kredi kartları aracılığıyla bir tüketim histerisidir yaşandı (yaşanıyor).
Artık, herkes borçlu. Mağazalara, bankalara, finans kurumlarına, mahalle
tefecilerine… ama herkes borçlu. Nitekim son açıklanan ekonomik büyüme
sayılarının incelenmesinden, büyüme toplamındaki pay %72 gibi çok yüksek bir
oranda iç tüketim tarafından karşılanmaktadır. Yani, hesapsız – kitapsız
harcıyoruz. Harcadıklarımız da ekonomik büyüme rakamlarını artırırken, borçlar
hanemize yazılan ve şimdilik acısını hissetmediğimiz ödeme yükümlülüklerimiz
ise, sıkıntı verme zamanını sabırla beklemektedir.
Kamu, yatırımlardan elini
çekmiş, ekonomik büyümenin yavaşladığının hissedilmesi üzerine de inşaat ve
gayrimenkul yatırımlarına yüklenilerek ekonomiyi canlandırma isteklerini
görmekteyiz. Yatırımları yapmasını asıl beklediğimiz özel sektörün ise bu dönem
yatırım planında çöküş yaşandı dersek abartmış olmayız. Ki, özel sektör yatırım
kararları aylar önce verildiği ve planlamalar üzere gidildiği göz önüne
alındığında, son ayda yaşanan sokak hareketlerinin hiçbir payının olmadığını
rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu hareketler yatırımlarda, ilerideki aylar üzerinde
etkili olacaktır.
1994 yılı ekonomik
krizinden, halkın elindeki paralarla kurtulunmuştu. Halkın bu derece borcu
yoktu. Ne tüketiminden, ne harcamalarından kısıntıya gitmedi (gidildiyse
de ekonomiyi ters yüz edecek bir duraklama yaşanmadı)
ayrıca, o zamanın politikası içinde olan ‘bavul ticareti’ hayatı düzene
sokulmasında kâfi derecede yardımcı olmuştu. İnsanların cebinde parası vardı,
geleceğini parasının miktarına göre planlayabiliyordu.
Ekonominin büyümesinin
temel şartı elbette, yapılan üretimin satılması ve tüketilmesidir. Ancak, bir
plan dâhilinde, ölçerek, biçerek.
Halkın, gelirinin üzerinde
tüketime yönlendirilmesi bizdeki gibi hiçbir ülke ve ekonomide söz konusu
değildir. Yapılan üretimin bir kısmının ihracata yönlendirilmesi, geri kalanın
gelir paylaşımı oranında yurt içinde tüketilmesi esastır. Aslında, yapılacak
üretimin de planlanarak ihtiyaçların belirlenmesi ve üretimin planlara göre
yapılması gerekmektedir.
Üç yıl kadar evvel ABD’nin
yaşadığı ekonomik krizin temelinin, borçlanarak, iç tüketim ve inşaat imalatı
ve delicesine satışının sebep olduğu bilinmektedir. Ki, artık bu politikadan
artık ABD bile vazgeçmiştir. İnşaat sektörünün ülkemizde ne kadar geliştiği
malumdur. Sanayinin lokomotifi olduğu da gerçektir. Ancak, durmaksızın yapılan
inşaatlar ve satışa sunulan ev, daire, villa… benzeri emlak, ekonomiyi bir
düzeye kadar sırtlayabilecektir.
Bir noktada deniz bitecektir.
Millet evladının “kefen
param” mantığıyla bir kenara bıraktığı parasına bile göz diken bu gözü
doymazlara karşı, fren sisteminin geliştirilmesi, halkın, kapitalizmin küresel
eşkıyalarına karşı korunması elzemdir.
Vatandaş, bir gün
omuzlarına yüklenen ağır borçları taşıyamaz hale gelip, sokaklarda “Gezi”
benzeri hareketlenmeler başlarsa, “biber gazı” da kâr etmeyecektir.
İlgilisine arzımızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder