Bizim türküler söylenir
bizim memlekette. Bu türküler söylenirken memleketimde, yabancı tınılara ne
hacet? Kulaklar yad ellere ait tınılarla dolunca, bizim türküler nahoş gelmeye
başlar.
Mekteplerde belletilen
müzik tınıları yabana ait. Bizden değil. Çocukların kulakları, zihni, yad
ellerin melodileri ile doluyor, yabancı sesler, bizi değil, yabancıyı anlatır.
Doğrusu talebeler bizi değil, yabancıyı öğreniyor. Kim yapar böylesini bizden
başka? Var mıdır bilmiyorum.
Niye böyle oluyor?
Eğitim tedrisatımız
yabancılarca belirleniyor olabilir. Yabanın aklı, hep kendine doğru çalışır
haklı olarak. Aklında ne varsa onu uygulayacaktır yabancı. Seni mi düşünecek
yani? Bu ne saflıktır (burada saf kelimesi avanak anlamındadır!)…
Geçenlerde bir sohbette
öğrendim; idarecilerimizden en yetkilisi, belki de her halka hitabında; “Okullarda kitaplar masanıza konuyor mu,
konuyor” der ve demeyi de ihmal etmez. Biz de pek
sevinirdik bu söze. Gerçekten iyi bir hizmettir diye. Çocuklarımızın ilköğretim
zamanlarında yoktu böyle bir uygulama da, onu düşünerek iyi bir hizmet olduğunu
söylerdik. Sohbette konu tam buraya geldi.
“Keşke yapmasalardı” dedi.
“Kitaplar bomboş”.
Kitabın içinde bir şey
yoksa çocukların masasına kitapları koysan ne olur, koymasan ne olur?
Bilmiyordum, şaşırdığımı söyledim.
“İnanın, kitaplar boş,
ilköğretim de çocuk var, her gün izliyorum, kitaplarını karıştırıyorum. Bizim
okuduğumuz kitapları, gördüğümüz dersleri hatırlıyorum. Bu çocuklar bomboş
yetişiyorlar, yazık ki, yazık… Vah ki, vah!”.
Dertli idi. Derdi, milletin
geleceği ile alakalı, çocuklarının istikbalini ilgilendiriyordu. Gerçekten,
gönülden söylüyordu, inanarak anlatıyordu.
Bu tedris sisteminden ancak
sığ kafalı, kime hizmet ettiğini bilmeden hizmet etmekten zevk alan, ufku dar
kişiler yetişir ancak. Bir millet evladı yetkili olarak işbaşına geldiğinde bu
gibi uygulamaları nasıl yapar? Ancak, kendisi de böyle dar kafalı yetiştiği
zaman.
Ne yapılmalı?
Eğitim sistemi, yavaş yavaş
da olsa değişime tabi tutulmalıdır. Okunan kitaplar, çalınan müzikler,
verilecek dersler, konular seçilerek, çocuklarımız dantel gibi, oya gibi
işlenmelidir.
Asrı idrak ettirecek bilgi
lise eğitimini bitiren bütün öğrencilerimize mutlak surette verilmelidir.
Bunun yolu Âşık Veysel’i,
Karacaoğlan’ı, Nedim’i, Yahya Kemal’i, Atilla İlhan’ı… öğretmekten geçer.
Arayın, deşin bugünkü
karmaşa ortamının sebebini, söylediklerimizin eksikliklerinden bulursunuz.
Yani;
Çocuklarımıza kendimizi
öğretemiyoruz.
Kendi kültüründen kaçan,
uzaklaşan nesil nasıl olacakta, asrı idrak ederken atalarının kim olduğunun
farkına varacak sorabilir miyim? Türkü dinleyen arkadaşıyla alay eden bir
neslin evladı nasıl olacakta yarın edindiği milli bilgiyi, değersiz bir paraya,
şöhrete satmayacak anlatabilir misiniz? Sabah Namazını kıldığını söyleyen bir
kardeşine, Höösst diyen birisi, nasıl olacakta askeri ve ilmi sırlarının,
kendisinin ve milletinin geleceği olduğunu anlayacak?
Amacımız, olumsuzu
dillendirmek değildir.
Bunları görüp, anlayıp,
geleceğe dair projeler üretmektir. Yapılanlara bakıp, halimizi değerlendirip,
geleceğe yön vermektir amacımız. Şimdiye kadar yapılan hatalar, hepimizin ortak
hatalarıdır. Kimseyi suçlamak, hakir görmek gibi niyetimiz olamaz. Sadece
tespitler yapıyoruz, aklımızın erdiği nispette de öneri sunmaya çalışıyoruz.
Son söz:
Türkü
söylemeyen Türk, eksiklidir.
Rahmetli Prof. Necmettin
Hacıeminoğlu “Milliyetçi eğitim Sisteminin Ana Prensipleri”ni maddeler halinde
açıklarken, şu iki maddeyi de derç eder:
“Türkiye’nin imkân, ihtiyaç ve artıları hesap edilmeden hiçbir yabancı
memleketin eğitim sistemi model olarak alınmayacaktır”,
“Her Türk çocuğu, milli şuur ve millî gururla dolu olacak şekilde
eğitilecektir. Böylece, nesilleri taklitçiliğe sevk eden aşağılık duygusu ve
yabancı hayranlığı ortadan kalkacaktır. Bu da ancak onlara büyük bir milletin
evlâtları oldukları öğretilmek suretiyle sağlanacaktır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder