Yapılan çalışmaların hiçbir
yerinde Kürt yok. Kürt’e dair hiçbir şey bulamazsınız ‘çözüm’ dedikleri
torbanın içinde. Peki, ne var?
‘Stratejik ortak’la
yapılan, ‘istihbarat paylaşımı’ anlaşması sorunun, terör örgütü lehine çözüme
doğru girdiğinin başlangıcıydı. ABD (ve NATO) eli silahlı ve istediği an kendi
talepleri doğrultusunda kullanabileceği bir örgütün silahlarından arındırılarak,
boşluğa sevk edilmesine razı olamazdı. Çalışmalar bu yönde titizlikle yapıldı.
İstihbarat paylaşımı adı altında Türkiye’ye verilen bilgiler kirletildi,
bozuldu, hatalı yorumlandı ve istedikleri yanlışları rahatlıkla yaptırdılar. Uludere,
Şemdinli, Habur, Silvan, Dağlıca, İskenderun Askeri Birlik saldırıları,
hataları ve yanılgılarının ardında hep bu istihbarat paylaşımı safsatası yatar.
Amaçları ne idi? Yeniçağ’da
Arslan Bulut belki bin kere yazdı. AKP’nin kuruluş sözleşmesi, ABD’den
gönderilen bir momerandum ile dikte edilmişti. Bu belgede yazılanlar ise
ayniyle AKP’nin iç tüzüğünde yer aldı. Özerklik ve yerel yönetimler şartı ilk
planda göze çarpan maddelerdi. Dikkat edilirse, çıkarılan kanunlar da bu yönde
hareket edildiği anlaşılır. Özerklik maddesine gelince: BDP kanalıyla defalarca
tekrarlanan bu maddenin son tekrarı, BDP eş başkanı Kışanak’ın gazetecilerle
yaptığı sohbet toplantısında edildi: “Başkanlık sisteminin kendisi otoriter bir yönetim biçimi değil. Eğer
kuvvetler ayrılığı iyi tarif edilir, denge-denetim mekanizması kurulur ve
merkez, gücü yerelle paylaşırsa, Başkanlık da demokratik bir sistem olabilir.
Modelin kendisi kusurlu değil. Türkiye’nin kuvvetler ayrılığı konusunda diğer
ülkeler gibi tarihsel bir arka planı yok. Siyasi kültürümüzün de yeni bir
yönetim sistemini hayata geçirmek konusunda yeterince deneyim sunmadığını
düşünüyoruz. Bunların tartışılması lazım. CHP komisyonda başkanlık sistemini
tamamen reddeden bir tutum alınca, kamuoyu AKP’nin ne dediğini de tam
öğrenemedi.” Görüldüğü gibi, Başkanlık hayali kuran
iktidarın başına yeşil ışık yakılmıştır. Yani, AKP ve BDP (PKK) ortaklık
kurulmuş ve birlikte anayasa değişikliği için adımlar atılmıştır. Birisine
özerklik, diğerine başkanlık, kardeş paylaşımı…. Arslan Bulut’un deşifre ettiği
metin, yavaş yavaş böylece hayata geçirilmektedir. Başkanlık sistemine geçilmesinin
karşılığı, momerandumla dikte edilen özerklik PKK’ya verilecek (razı
olacaklarmış) gibi gözüküyor.
Niye başkanlık? İktidarın
ve Erdoğan’ın teorisyenlerinden, destekçi yazarlarından Ahmet İnsel, o ilginç
cümleyi yazana kadar binlerce kez tekrar edildi, Erdoğan’ın diktatörleşme
eğilimlerinde olduğu. “Türkiye’ye
özgü başkanlık sisteminin yerleşik siyasal alışkanlıklar, öngörülen kurumsal
yapı ve 12 Eylül rejiminin tornasından geçmiş egemen toplumsal zihniyet yapısı
nedeniyle, bir şeflik rejimi yaratma ihtimalinin yüksek olduğu bir gerçek.
Erdoğan’ın siyasal kültürü ve mizacı dikkate alındığında, bu risk çok daha
artıyor.” (A. İnsel, 10.03.2013, Radikal İki) Şef’lik
dediği, düpedüz diktatörlük. İşçiye, köylüye, öğretmene, köşe yazarlarına,
medya patronlarına, müteahhitlere… Söyledikleri hatırlandığında sözümüz daha
anlaşılır. Protesto etmek isteyen öğrencilerin aylarca mahpus damlarında
kalmaları da işin cabası. Demokrasinin yitirilmesi ve istedikleri rejimin
kolayca kurulmasının taktiksel çalışmalarıdır, Başkanlık rejimine geçilmek
istenmesi. Hatta bu rejime geçebilmek için, yıllardır söz düellosu yaptığı
BDP’den yardım talep etmesi ve onların istediklerini vermeye hazır olmaları
nasıl izah edilir? Ne pahasına olursa olsun başkanlık sisteminin talebi, sonu
belirsiz bir yoluculuktur. Bunun iyi anlaşılması ve anlatılması, kamuoyunun
aydınlatılması muhalefet seslerinin görevlerindendir.
Yapılan çalışmaların hiçbir
yerinde Kürt yok, demiştik. Gerçekten yok. Onların beyinlerinde yaratılan
algılar sonucu, ana dilde eğitim veriliyormuş, istedikleri andan itibaren ana
dilde eğitime başlayacaklarmış gibi bir algı yaratıyorlar. Oysa kendilerine
yapılabilecek en büyük kötülük ve gelişimlerinin önlenebilmesi için yapılacak
en büyük talep ana dilde eğitim olacaktır. Kürtçe’nin öğrenilmesinde ve
konuşulmasının önünde hiçbir engel yoktur. Araştırma enstitüleri ile Kürtçe
edebiyatının ortaya çıkarılıp yayınlanması ve Kültürünün yayılmasının da önünde
bir mânia yoktur. Kürtçe eğitim, parçalanmanın yolunu açacaktır. Kürtçe eğitim
yapan çocukların mezuniyetlerinin ardından Türkiye Cumhuriyeti dairelerinde
Memur olarak işe girmeleri mümkün olamayacaktır, çünkü Türkçeyi bilmeyen
kişilerin, memur olarak devlet kademelerinde görev almaları mümkün değildir.
Kendi elleri ile kendilerinin felaketini yaratmaktadırlar. Uygulamaya geçti ve
yılların tükendiğini farz edelim. Gerçek ayırımcılık çatışmalarının başlaması
kaçınılmazdır, çünkü farklı tonlarda bölücü propagandalar devreye girecektir. Tamamen
saf, iyi niyetli Kürtlerin kandırılmasına yönelik sahte bir taleptir. Zaten
bunun dışında da Kürtleri ilgilendiren bir talep bulunmamaktadır. Tamamen,
ABD’nin istediği yönde bir yapılanmanın çabalarından başka görünen bir ilerleme
yoktur.
İkinci Dünya Harbinden
sonra geliştirilen bir savaştır ülkemizde cereyan eden. Bölücülük çalışmaları “bugün, etnik, din, mezhep bölücülüğü ile
birlikte ideolojik bölücülük de kullanılmaktadır ve bu usul bir hazırlayıcı
değil, esas harp vasıtası olarak ele alınmaktadır.” (Ayhan
Tuğcugil, Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi). Amaç budur, ülkeye asker
sokmadan, bir tek kurşun atmadan, o milleti esir almak ve isteklerine
kavuşmaktır. Bunun için yapılması ne ise o yapılacaktır.
Olan budur. Kürtler, Kürt
hakları, ana dilde eğitim, özerklik palavraları ile ülkemizi parçalamak ve
üstüne oturmaktır onların dertleri.
Uyanık Kürtlere
sesleniyorum.
Bu şartlar altında, bizimle
vatanımızı savunmaya var mısınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder