İşinde gücündedir, işi ‘halka
hizmet’ gayesine endekslidir. Aklına
eseni hemen yapar, avare tanımlaması onun için uygun olup, ihtiyaçlarını kendi
becerisi ile karşılar, kimseye yalvar-yakar değildir, dünyada onu üzebilecek
bir hadise henüz meydana gelmemiştir, kimseye bir ihtiyacını söylemez, kimseye
acıyarak bakmaz, kimsenin haline gülmez…
Bir tipi ortaya çıkarma
denemesi değildir okuduğunuz yazı. Dünyada benzerlerini çok gördüğümüz ve her
yanda karşılaşabileceğimiz türden insanlardan birisidir mevzuu bahis olan
kişiler. Güzel bir tanımlamamız vardı onlar için söylenen: “Eli boş gönlü hoş”. Gönlü ‘hoş’ tutabilmenin ilk şartının ‘el’inin
boş olması gerektiği hemen anlaşılıyor.
“El” kelimesini, sahip
olunan, sahiplik iddiasında bulunulan, sahipliğini ilan eden… Gibi manalarla
anlarsak söylemek istediğimiz ortaya çıkar. Eski hikâyelerde sıkça rivayet
edilen bir hal vardır. ‘Elinde avucunda’ ne varsa dağıtmak. İşte bu cümledeki
el’dir anlatılan. Verdikçe, dağıttıkça bereketin arttığı bir durum. Hep
söyleriz ya, ‘sevgi paylaştıkça çoğalır’, söylenmek istenen budur. Paylaşmak,
sana ait olmadığını bildiğin ve fakat senin yedinde bulunan (mal, bilgi) ları
sahiplerine iade etmek, gerçek sahibine vermek, istenen ve arzulanan bir
haldir.
“Gerçek
âşıklar geçer imiş canını atıp
Ethem
gibi yağmaya verip malını atıp
Hu Hu
diye Hak zikrini diyip hoşlanıp
İman
tasdik kılıp bağını kebap etti”
(Ahmet
Yesevi)(Not: Hasan Onat
yazısından alınmıştır)
Kuvvetli rüzgârın önünde,
ona uyup çaresiz sürüklenen kuru bir gazel gibi, tanımı yabancınız değildir.
Gazeldeki ‘hoş’luk, senin gönlüne yerleşecek ki, ‘el’ini boşaltabilesin. ‘El’in
boşalınca da, gönüldeki ‘hoş’luk kendiliğinden kurulacaktır. Bu noktada
‘gönüllülük’ esastır. Gönüllü olunamasa da, elinden bir şey gelmez, sonuçta
zaten zorla da olsa nen var, nen yok tamamı alınacaktır. Yiğit olan gönüllü
olarak devreder, teslim olur.
Hz.
İbrahim’e rüyasında hatırlatılır verdiği söz. Oğlu İsmail’i kurban etmelidir.
İsmail’e durum bildirilir. Tereddütsüz kabul eder İsmail. Gönüllü olarak,
ortaya kor malını! Aksi mümkün değildir, gönül hoşluğu bunu gerektirir. Gereken
ise hiç düşünülmeden kabul edilir. Metin Boşnak, “Aşka Dair” başlıklı yazısında
şunları söyler: “Yar
olmak, gönüllü ve gönülden yarım olmaktır. Kendi yarımındaki eriyikle varlığını
yeniden tanımlar yâren…
Bir kadehten diğerine akan ve
fakat her doluşta kalıbını sarhoş eden bir şaraptır aşk” ve
yazısını şu muhteşem cümle ile bitirir. “Aşk olsun! Ölüm ne ki!” (30 Kasım 2010, egemen
gazetesi)
Birey ve toplum iç içe,
birlikte yaşamaktadırlar. Bu hayat içerisinde birbirleri arasında iletişim,
etkileşim süreklidir. Nasıl oluyor da, Peygamber’in bildirdiği ‘Bilgi’ler, aynı
insan grupları içinde farklı algılanıp, farklı farklı sonuçlara varıyor? Kimi,
şakidir, kimi said, kimi arsızdır, kimi hırsız… Kiminde hırs, öfke, kin,
kıskançlık, cimrilik hâkimdir, kiminde iyilik, güzellik, doğruluk, sevgi,
cömertlik, tevazuu hâkimdir. Nasıl oluyor?
Kur’an’ı Kerim’in
bildirdiği hakikat bilgisinin üstünü örtenler, dünyalıklarından azalma
istemeyenlerdir. Menfaatlerine ters geldiğini sanırlar. Olumsuz düşünceleri
daima beyinlerini işgal ederek, esaret hayatı yaşadıklarından ne yaptıklarını
da bilemez haldedirler. Bu itibarla Kur’an’a ve Peygamberin tebliğine düşmanlık
yaparlarken zevk içindedirler. Hırsları ve tamahları hakikate gözlerini
kapatmıştır. Ne yaptıklarını bilemez haldedirler. Veya yaptıklarının
(eylemlerinin, inançlarının) doğru olduğunu sanırlar.
Taa ki, hidayet vasıl olana
dek. Hidayete erenler ise, Nuh’un gemisindekiler gibi korkudan azadedirler.
İlim deryası üzerinde sonsuzluk hayatını yaşamaktadırlar. Ki, bunlar “eli boş,
gönlü hoş” takımındandırlar. Ölüm onlara gülümser, onlar ölüme.
Aşk hali içinde sürülen bir
dilim (yeteri kadar, fazlası ile değil) ekmekle, şükürlerini yaşarlar.
Muhterem Samia Ayverdi
Hanımefendi’nin öğütleri ile noktalayalım yazımızı:
“Ölçün doğruluk olsun, aleyhine dahî olsa doğruyu söylemekten çekinme.
İnsanların kusurlarını gözünde büyütme, onların kabahatlerini değil
meziyetlerini görmeye çalış.
Arabulucu ol, arabozucu olma.
Gayeli ve kararlı ol. Gel-geç tabiatlıların ideallerine eriştikleri
görülmemiştir. Onun için azimli ve sebatkâr ol. Herhangi bir mes’eleyi sükûnet
ve hoşlukla hâlletmeyi âdet et.
Sakin, mülâyim ve hesaplı konuş. Ağır, kırıcı ve geri dönülmez sözden
çekin. Vakarlı ve haysiyetli ol. Fakat alıngan olma.”
(Her Nefes Dergisi, Mart 2012 sayısı’ndan)
NOT: Bu öğütler, ‘eli boş
gönlü hoş’ olanı (Türk’ü) tarif etmektedir.
Yasemin Akbel Padmini :
YanıtlaSilNe Mutlu TÜRKüm Diyene !