‘İlim yolunda zanlarımız’
başlıklı yazımızda bir nebze yaklaşmıştık meramımızı anlatmaya. Şöyle
söylemişiz; “Bir yanda ilim (hakikat)
verileri öte yanda kendi beynimizdeki geliştirdiğimiz zanlarımız. Doğumdan
itibaren, aile, çevre, okul ve sair kitaplardan aldığımız ve özümsemeden
beynimize yerleştirdiğimiz bilgi kırıntılarının, kendi kendine ve etki-tepki
sistemi ile kendimizden bir parça oluşu.”
Zanlarımızla hayatımızı
kararttığımız pek tabii gerçektir.
Bir yol bulup kırmalıyız,
yerle yeksan etmeliyiz sonucuna varmış ama tıkanmışız.
Bu yazımızda Âşık Veysel ve
“Kara Toprak” üzerinde biraz fikir dolaştıracağız. Bakalım put kırmak, zanları
temizlemek nasıl bir iştir!
Daha ilk mısraında
zanlarının ifşasını yapar Âşık Baba: “Dost dost diye nicesine sarıldım / Beyhude dolandım boşa yoruldum”.
Dünyada insan, dost bellediklerinin ve dost diye aradıklarının yalancılar,
güvenilmezler, sonlular olduğunu anlayamaz. Her neye sarılıyorsan bu dünyada,
beyhudedir. Ne güzel sözdür o; “Dağa yaslanma yıkılır, insana güvenme ölür”.
Ölüm var ya, her şeyi alt üst ediyor. “Güvendiğim dağlara karlar yağdı” sitemi
de aynı manadadır. Veysel Baba, en son söyleyeceğini de hemen söyleyiverir. “Benim sadık yârim kara topraktır”.
Amacı zaten ‘Kara Toprağı’ anlatmak
olunca…
Toprak kimdir? Bakalım,
biraz daha gidelim.
“Nice güzellere bağlandım kaldım / Ne bir vefa gördüm ne faydalandım /
Her türlü isteğim topraktan aldım / Benim sadık yârim kara topraktır”.
Hiçbir dünya güzelinden vefa da göremezsin, faydalanamazsın da, hiçbir isteğine
de ulaşamazsın. Ne gariptir, hep isteklerimizi elde ettiğimizi, dostlarımızın
vefalı olduğunu filan söyler dururuz. Öyleyse Veysel Baba farklı şeyler
anlatıyor olmalı.
Öyleyse toprak kimdir?
Düşünmeye devam.
“Koyun verdi kuzu verdi süt verdi / Yemek verdi ekmek verdi et verdi /
Kazma ile döğmeyince kıt verdi / Benim sâdık yârim kara topraktır”.
Baba’nın saydığı nevalelere birer ad koyalım mı? Mesela, ilim diyelim, ahlâk
diyelim, öz diyelim, hikmet diyelim… Manalarda bir değişiklik görebiliyor
musunuz? Ufuk çizgisi ilerilere doğru hareket etmiş olması lazım. Derinlik
kazanmış, mananın ciğerine yolculuk başlamıştır. Öyleyse şöyle diyebiliriz.
Âşık Veysel’in derdi, koyun, kuzu değildir. Baba, ilahi manalardan bahsediyor.
Şimdi bir daha düşünüp,
Toprak kimdir diye soralım?
“İnsan”, şuurlu bir varlık
olarak, şuuru dünyadaki beden içinde ortaya çıkar. Dünyada bilinçli bir varlık
olarak hakikatine dönme mücadelesi vermesi, insan için her şeyin başıdır.
Olmazsa olmazıdır. Her ne var ise kâinatta, Allah’ın bilinen veya bilinmeyen
(bilinemeyen) esmâ’sının açığa çıkmış halidir. Esmâ manalarını çözüp, cennet
yaşamına kavuşmak insana yüklenmiş bir görevdir.
“İşte onlar sonsuz gelecekleri (içsel hakikat yaşamları) karşılığında dünya (bedensel arzu ve
zevkler) hayatını satın almışlardır.
Onların azabı hafifletilmez! Onlara yardım da edilmez.”.(Bakara/86)
İşte Veysel Baba’nın ‘nice
güzellere bağlanıp’ kaldığı dünya hali. Anlatılmak istenen (tam olmasa da),
eksiğiyle budur.
“Âdem’den bu deme neslim getirdi / Bana türlü türlü meyva yedirdi / Her
gün beni tepesinde götürdü / Benim sâdık yârim kara topraktır”.
224 Bin peygamberi ile tebliğ ettiği hakikatinin günümüze kadar, her an
gelişerek geldiğini ve inananların da hallerini yaşayarak, hizmetlerini
yaptıklarını ince bir zekâ, keskin bir kılıç gibi anlatır Baba.
“Karnın yardım kazmayınan belinen / Yüzün yırttım tırnağınan elinen /
Yine beni karşıladı gülünen / Benim sâdık yârim kara topraktır”.
Çalışmayana, niyeti olmayana, halis kalp ile yolda yürümeyene kim ne
verebilecektir? Ki, Toprak daima, durmaksızın talep edenleri, ilerlemek azminde
olanları asla yalnız bırakmayacak ve hatta bu manadan olmak üzere, biz sıradan
insanların duyacağı sıkıntıları, eziyetleri görmeyecek ve incinmeyecektir.
Kimdir Toprak?
Birçok potlar kırarız
yolda. Sapılmayacak yola sapar, durulmayacak yerde park ederiz. Tok iken
yemeye, ihtiyaç yok iken uyumaya kalkarız. Bunlar aslında işkencelerdir. Kime?
Yapılmaması gerekeni bilenlere. “İşkence
yaptıkça bana gülerdi / Bunda yalan yoktur herkes de gördü / Bir çekirdek
verdim dört bostan verdi / Benim sâdık yârim kara topraktır”.
Çekirdek, kendisidir. Kendisini Hakikate bağışlıyor. Dergâha gömüyor. Sonra
(eğitim, öğretim aşamalarından sonra) dört bostan’ın sahibi oluyor. Toprak, su,
ateş ve hava oluşumunun (beden) İnsan’a tebdili. Dördü birleşip, bir olarak
Âdem’i vücuda getirmesi. Hak Tahtının gönle yerleşmesi…
“Havaya bakarsam hava alırım / Toprağa bakarsam dua alırım / Topraktan
ayrılsam nerde kalırım / Benim sâdık yârim kara topraktır”
“Dileğin var ise iste Allah’tan / Almak için uzak gitme topraktan /
Cömertlik toprağa verilmiş Hakk’tan / Benim sâdık yârim kara topraktır”.
Hayatımız heva vü heves ile geçer olduysa, aklımızda hep dünyanın güzellikleri
vardıysa, alabileceğimiz ‘havadan’ başka ne olabilir? Ki, bu anlamda
isteklerimizi de hep başkalarından, ondan-bundan talep etmekteyiz, oysa veren
yalnızca Allah’tır.
“İlim bir nokta idi, cahiller çoğalttı” Kelamı
Hz. Ali’ye ait olduğu rivayet edilir. Bakınız Veysel bu durumu nasıl anlatıyor:
“Hakikat ararsan açık bir
nokta / Allah kula yakın kul da Allah’a / Hakk’ın hazinesi toprakta / Benim sâdık
yârim kara topraktır.” İnsan, noktanın anlamını öğrenmek
üzere seyahat eder dünyaya. Bilsin istenir. Nokta kendisidir. İlimlerin tamamı
noktadan ibarettir. ‘Gizli hazinesi’, ilmin sahibidir, gönlüne taht kurulandır…
ve, ‘Toprak’ kelimesi ile (mecazen) anlatır Âşık Veysel.
“Bütün kusurumuzu toprak gizliyor / Merhem çalıp yaralarımı düzlüyor /
Kolun açmış yollarımı gözlüyor / Benim sâdık yârim kara topraktır.”
“Her kim ki olursa bu sırra mazhar / Dünyaya bırakır ölmez bir eser
/Gün gelir Veysel’i bağrına basar / Benim sâdık yârim kara topraktır”.
***
Veysel Baba’nın bu eseri
çalmaya başlayınca ağlamaya başlayıp, hıçkırarak sonuna kadar gözyaşlarını
bırakanları gördüm.
Burası ayrı bir bahis.
***
“De
ki: ‘Semâlar ve arzda ne oluyor, bir bakın!’… O işaretler ve uyarılar, iman
etmeyen topluluğa yarar sağlamaz!” (Yunus/101)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder