Karargâh
Kudüs’te, Zeytindağı’nın tepesindeki Alman misafirhanesinde idi. Şehre vardığım
zaman iki gümüş çeyrekten başka param yoktu. Hemen karargâha yerleşmezsem, ne
geri dönebilir, ne de otelde kalabilirdim.
***
Karargâha
yirmi yaşında gitmiştim; şimdi yirmi dört yaşındayım. Ümit hayal ve
iyimserlikten yoğrulan bu altın çağ, bir dede başı kadar yıpranmış, çileden
geçmiş ve ağırlaşmış, onu omuzlarımın üstünde güç tutuyorum.
***
En
sağlam sütunlar üstünde durduğu sanılan devir, bir karton kale gibi yıkılmıştı.
***
Bütün
devlet iktidarını teslim alıp da, hükümeti eski devir adamlarına bırakan başka
bir devrin partisi tarihte görülmüş müdür, bilmiyorum. İttihat ve Terakki,
Büyük Harbin ortalarına kadar, bir türlü sadrazamlığı kendine lâyık
görememişti.
***
Muharrirlerden
biri şair Abdülhak Hâmit’i tenkit eder. Hâmit, Sait Halim Paşa’ya sızlanır. O
da Hikmet Bey’i çağırıp; -Bir gazetecinin âyan-ı kiramından bir zata dil
uzatmak ne haddi? (Bir gazetecinin soylu bir kişiye dil uzatması ne haddine?)
Hemen dersini ver! buyurur.
Herkes
için, elçi olsa da, milletvekili veya âyan olsa da, şairden başka bir şey
olmayan Hâmit, Mısır kuklası için sadece âzây-ı kiram idi.
***
(Talat
Bey’in) … Fakat kendisinin imlâsını bizim düzeltebileceğimiz kadar Türkçemiz,
işte aldatıcı, politikada süratle etraf yapabilir, şark ahlâkınca faziletinde
şüphe edilmez bir şef olduğunu öğrenmiştim. Sözün “Ahlâk” kelimesinin başındaki
Şarka dikkat ediniz: bu ahlâk doğruluğu ve fazileti gayet dar bir ölçüde
benimser. Hususî ve şahsî ayıplar ve menfaate ait yolsuzluklar için
müsamahasızdır. Ancak ne yalanı, ne de zulmü ahlâksızlık sayar. Talât Bey,
Meşrutiyetin birçok adamları gibi Şarklı, üstünde Tanzimat cilası bile olmayan
Şarklı idi. Fikre benzer bir sözü hatırımda kalmamıştır.
***
…Üsküdar’dan
entariyi kaldırmak, Merkez Kumandanlığı koğuşunda kadın döndürmemek yahut
sokakta aynı arabaya binen kadın ve erkeklerden karı-koca vesikası sormamak,
hemen hemen devrimcilik gibi ileri davranışlardı. Gözleri Mustafa Kemal gününde
açılmış olanlara, 1913 avuntuları ne gülünç gelir.
1913’de
bir Mustafa Kemal, yüz yıl sonrası için bile hayaldi, fantezi romanlarında bile
yeri yoktu.
***
Osmanlılıktan
ümidimiz kesilmiştir. Başlayan Türkçülüğü dilce zevksiz, milliyet anlayışı ile
Asyalı buluyorum. Bu, bir kararsızlık ve araştırma hali!
***
İltimas
hepimizin şevkini kırdı. Akşamları mektepten çıktıkça bizi herkeslikten
kurtarabilecek bir yardım arıyorduk.
***
…
O zamanlar insanın üzerine yapışan damga “adam” sözü idi. Cemal Paşa’nın adamı,
Enver Paşa’nın adamı, Talât Paşa’nın adamı… Kendi kendinin adamı kimdi
bilmiyorum.
***
İttihat
ve Terakki’yi sorumsuz adamlar soysuzlaştırmışlardır. Hâlbuki devlet
kuvvetlerinin yerini, hangi şahsi kuvvet tutabilirdi? En azılı katili, eli
titrek bir hâkim mahkûm eder ve bir Çingene asar.
***
Zeytindağı’nın
tepesindeyim. Lût denizine ve Gerek Dağları’na bakıyordum. Daha ötede, Kızıl
Deniz’in bütün sol kıyısı, Hicaz ve Yemen var. Başımı çevirdiğim zaman
Kamame’nin kubbesi gözüme çarpıyor. Burası Filistin’dir. Daha aşağıda Lübnan
var; bir yandan Süveyş Kanalı’na, öbür yandan Basra Körfezi’ne kadar çöller,
şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız! Ben büyük imparatorluğun
çocuğuyum.
Çıplak
isa, Nâsıra’da marangoz çırağı idi; Zeytindağı’nın üstünden geçtiği zaman,
altında, kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs’te kirada oturuyoruz. Halep’ten
bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor.
***
Osmanlı
İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi.
***
…
Geç kalmıştık. Artık ne Suriye, ne de Filistin bizim idi. Rumeli’yi
kaybetmiştik.
…
Halep
büyük bir şehir, Kudüs büyük bir şehir ve hepsi yabancı idi. Lübnan havası,
bize Dobruca havasından yüz kat daha yabancı idi. Fakat her yere:
-Bizim
diyorduk.
Şam,
evimiz kadar bizim. Lübnan bahçemiz kadar bizim… bu tasarruf ve hüküm hissinin
bize damarımızdaki kandan geldiğine şüphe yoktu.
***
…
İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir. Osmanlı İmparatorluğu,
Trakya’dan Erzurum’a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve
milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir
sağmal idi.
***
Halep’ten
Aden’e kadar süren o koca memlekette bir Arap meselesi vardı zannetmeyiniz.
Arap meselesi denen şey Türk düşmanlığı hissi idi.
***
Suriye’de
Hıristiyanlık, Müslümanlık, Filistin’de Arap’lık, Yahudi’lik, Hicaz’da
şerif’lik, Vehhabilik meseleleri, bizzat Türk – Arap meselesinden daha azılı
idi. Nitekim biz çıktık, nifak, bütün Akdeniz, Kızıldeniz ve çöller boyunca yanıp
durmaktadır.
***
Bir
Fransız raporu diyor ki:
“Lübnanlılar
ihtilâl yapmazlar. Bizden bir vaktiler silah istediler. Verdik. İsyan
çıkaracakları yerde, silahları çöl Araplarına sattılar!”
***
Medine’de
Peygamber kabri ile tüccarlık eden bayağı ahlâksız simsarlara rastlanır. Her
Medine’li uzaklardan gelen saf halka, bu harap köyün taşını, toprağını, kuyu
suyunu kırk defa öptüre öptüre satar.
***
Otelde
bir Buharalı çocuk yanımıza geldi. Geniş yüzlü, beyaz dişli, kısa burunlu,
konuşmak heveslisi bir çocuktu. Satılık külâhları elinden düşecek kadar bize
dalmıştı. Elindekileri sorduk: - Hacı külâhları! dedi. Kimin yaptığını anlamak
istedik. – Medineli usta, cevabını verdi. – Sattığın şeyden sana ne verir?
Küçük,
göğsünün bütün nefesini boşaltan uzun bir “hiç…”le boynunu büktü: - Sade ekmek
alırım; entari giyerim, dedi.
-Anan
nerede? Baban kim?
Anası
Mekke’de, babası Medine’de ölmüştü. Memleketini sorduk. Ruhunun bir köşesini
yırtmıştık. İsim söylemedi, yalnız;
-Sıcak
değil, içinden su geçer dedi.
***
Hele
çöl bedevilerinin altın ve kıymetli taştan başka dinleri yoktu. Sınır
boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları yan yana idi. Şeyh
size kim olduğunuzu sorar, İngiliz misiniz? – Yaşa İngiliz! – Türk müsünüz? –
Yaşa Türk!
***
Şam’a
döndüğümüz vakit birçok yeni şeyler öğrenmiş, yeni silah tecrübelerinde
bulunmuş, Kurupp’un kaynar demir ırmağını ve Kil’deki top istiflerini görmüş,
fakat bir şeyi, zafer ümidini son damlasına kadar kaybetmiştim.
Batıyorduk…
***
Mustafa
Kemal, Büyük Harbe girmek aleyhinde idi: Kafa ve sanat adamı olduğu için!
Mustafa
Kemal Kurtuluş Harbini bırakmak fikrinde asla bulunmadı: Vatan adamı olduğu
için!
İşte
size bütün kitabın özü: İlim ve vatan adamı olunuz.
Hiçbiri
yalnız başına, ne sizi, ne de milletinizi kurtarabilir.
***
Türk,
harbde kullanılmış, kıymetlendirilmiş, destanlaştırılmış, sulhte ise
bırakılmıştır.
“En
iyi çelikten yapılan, demiri et gibi kesen bu kılıç, sulh kılıfının içinde
paslandırılmış, tekrar fırsat çıktığı zaman kanda yıkanmış ve ateşte
parlatılmıştır.”
Şöyle
bağıranlar:
-Altın
değeri ormanlarımız işlemiyor.
-Paha
biçilmez madenlerimiz toprak altında yatıyor.
-Dünya
değeri mahsullerimiz tekniksizlikten ölüyor.
Haksızsınız:
Biz ormanlarımızı, madenlerimizi, mahsullerimizi ve sanayimizi değil,
Biz Türk’ümüzü
işletemiyoruz.
Nevzat Kavun :
YanıtlaSilmükemmel bir anektod, bunu başımızdaki arapçılar hissedebilse..
Abdurrahman Biçer:
YanıtlaSilEvet...
Zeytindağı'ndan günümüze yansıyanları anlayabilseydik şayet; Gazi Mustafa Kemal'i ve Karton Kaplanlarını da anlamamız mümkün olabilirdi...
Bu cümleler üzerinde düşünen bir nesil, bugünlerin şuursuzluğuna düşmezdi.
YanıtlaSilYağmur TUNALI
Sedat Orsel .
YanıtlaSilAh Yağmur Kardeşim ah! Neden okumaz insanlar bu eserleri?
Nermin Öztürk:
YanıtlaSilBir nesil Falih Rıfkı Atay'ı tanıdığı, Zeytindağı adlı kitabı okuduğu halde bu cümlelerin üzerinde düşünmedi. Benim gelecekle ilgili çok güzel beklentilerim yok. Çünkü yeni nesil ne Falih Rıfkı Atay'ı tanıyor, ne de Zeytindağı adlı bir kitabın varlığından haberdar. Nasıl şuurlu bir millet olacağız ki?...
Ömer Özercan :
YanıtlaSilÜmit verici gelişmeleri de gözden kaçırmayalım. Millî Eğitim Bakanlığı 100 Temel Eser Listesi'nde Falih Rıfkı'nın Zeytindağı kitabı var. Eski nesle kıyasla daha çok kişi yazar ve kitaptan haberdar oluyor, kitabı alıyor, okuyor. Toprağa saçılmış tohumlar gibi günün birinde bu tür çalışmaların da müsbet neticeleri ortaya çıkar inşallah.
Zeki Önsöz :
YanıtlaSilZeytindağı, Türkçenin şaheserlerinden biridir.Mutlaka okunmalı ve o günlerde devletimizin içinde bulunduğu şartlardan ibret alınmalıdır.
HEPİNİZİ KUTLUYORUM ... YAZARIDA AKTARANIDA....YORUMLAYANIDA
YanıtlaSil"OKU" EMRİ BUNUDA İÇERİYOR OLSA GEREK ...
REYYAN
İbrahim Çakır .
YanıtlaSil…Üsküdar’dan entariyi kaldırmak, Merkez Kumandanlığı koğuşunda kadın döndürmemek yahut sokakta aynı arabaya binen kadın ve erkeklerden karı-koca vesikası sormamak, hemen hemen devrimcilik gibi ileri davranışlardı. ...
"Merkez kumandanlığı koğuşunda kadın döndürmemek..." ifadesini anlamadım. Ne demek istenmiş olabilir acaba?
Sayın Tunalı, görüşünüze iştirak etmek maalesef mümkün değil. Ne "bugünler şuursuzdur", ne de ecdadın "şuurluluk yüzdesi tavan yapmıştır." Bugünü beğenmeyip geçmişi üstün görmek, binlerce yıldır devam eden bir insanlık geleneğidir.
Şüphesiz, her dönemi kendi şartları içinde değerlendirmek ama bunu yaparken de, söz konusu dönemin ve bugünün evrensel vicdan normlarıyla analoji yapmak elzemdir.
Ceyhan Gökbörü ':
YanıtlaSil'İmparatorlukların sanatı,sömürge ve milliyet işlemektir.''Katılıyorum bu düşünceye..Bugüne kadar Osmanlının yaptıklarını sorguladık,belkide yapmadıklarını sorgulamamız da gerekirdi.Yaptıkları ve yapmadıklarıyla koca bir imparatorluğun vebalini Cumhuriyet ödüyor.