Küçük Başa Büyük Yük
O sevdâ
Çeşmini gördüm unuttum
derdi de dermânıda (*)
Şeyh Gâlib
Şeyh Gâlib
14 yaşında bir yeni
yetmeydim. Yıl, 1969’du. Başımda kavak yelleri esmeliydi, esiyordu da. Bir
Hocamın kızını seviyordum. Şiire de o aşkın dayanılmaz itişiyle başlamıştım.
Yatılı okuyordum. Koğuşların, 30-40 kişilik olanları lüks sayılırdı. Yanlış
hatırlamıyorsam, birbirine neredeyse bitişik nizam 60 ranzalı 120 kişilik bir
koğuşa düşmüştüm.
Sayım ve kontrollerden
sonra, hemen herkesin uykuya geçtiği saatlerde, sessizce kalkar ve ışıkların
yanmasının kimseye zarar vermeyeceği banyolar bölümüne geçer ve orada
şiirlerimi yazardım. Mütâlaa saatlerinde de şiirle uğraşırdım. Gâlibâ dersi
dinlemekle yeterli notu alabilecek şanslı öğrenciler grubundandım. Bâzı
derslerde bile elimde kalem, durmadan kâğıda bir şeyler yazardım.
Ama, geceler başkaydı.
Hemen her gece, herkesin derin uykuda olduğu saatlerde, uyutamadığım iç
yangınıyla ayaktaydım.
Kayseri’nin
amansız kışı, titremelerimi artırıyordu. Çelimsiz, ufak-tefek bir çocuktum. ,
Günlerden bir gün, bu kışın dondurucu ayazını içime çeke çeke Düvenönü’ne doğru yürüyordum.
Aslında,“gâlibâ” diye cümleye başlayacak kadar hayal-meyal bir görüntüden
bahsediyorum. Kavuncu Bulvarı’nın
Düvenönü kavşağında Sivas Oteli
vardı. Bizim Yahyalı otobüslerinin
garajı da oradaydı.
İşte tam orada, üç yol
ağzındaki meydanda bir afiş gördüm. Yanlış hatırlamıyorsam, beyaz üzerine
siyahla yazılmış bir ibâre: “Esir Türkler
haftası”. Görünce duruverdim. Soğuğu, donmayı, garajdan alacağım anacığımın
gönderdiği nevâle paketini, her şeyi.. her şeyi unuttum. O üç kelimeye
kilitlenmiştim: “Esir Türkler Haftası”.
Zihnim allak-bullaktı. Türk ve “esâret” nasıl yan yana gelebilirdi? Türk hiç esir edilebilir miydi?
Nasıl edilebilirdi? Kimde bu kahredici güç var olabilirdi? Gerçi, birçok
toprağımız elden gitmiş ve bu güzelim Anadolu sâhasını zar-zor kurtarabilmiştik:
Doğru. Ama, esir olmamıştık, esir edememişlerdi, her bayramda, her hafta sonu
nutuklarında, derslerde, bizi esir edemeyeceklerini haykırmıyor muyduk?
Okuduğum kitaplar, bize o güne kadar öğretilen- anlatılanlar ne idi? Şüphe
krizleri içindeydim ve dayanılmaz üzüntüden perîşandım.
*****
Sanırım, mekteplerimizdeki
müfredâtın uygulanışından ve yüreğimizi kabartan sloganlardan ilk rahatsızlık
duyuşum ve aldatılmışlık hissine kapılışım o afişle başlamıştır. Atatürk ve o’nun etrâfında oluşturduğumuz
ideolojik yapılanmanın bu ayağındaki mübâlağanın dozunu ve ondan doğan
dayanıksızlıkla gelen çatırdamayı da o sırada hissettim. O afiş, benim için bir
kırılma noktasıydı. Tam bir kırılma.
Esâret utancıyla
kalakaldığım, Düvenönü’nde, afişin
altındaki anma toplantısı adresini ne kadar zaman sonra gördüm? bilmiyorum.
Gördüm ve Türklük duygularımı perîşan eden bu rezîl durumu, net olarak anlamaya
karar verdim.
***************
“Yağmur Tunalı’nın “Yollar Yolları Bekler” isimli, otobiyografik
kitabından bir pasaj okudunuz.
Sanırım, kitap basılma aşamasındadır.
Çıkmasını ve dağıtımını sabırsızlıkla beklemekteyiz.” (M.E.)
(*) Gözlerini gördüm, derdi de
dermânı da unuttum
Harun Meral :
YanıtlaSil"İşte tam orada, üç yol ağzındaki meydanda bir afiş gördüm. Yanlış hatırlamıyorsam, beyaz üzerine siyahla yazılmış bir ibâre: “Esir Türkler haftası”. Görünce duruverdim. Soğuğu, donmayı, garajdan alacağım anacığımın gönderdiği nevâle paketini, her şeyi.. her şeyi unuttum. O üç kelimeye kilitlenmiştim: “Esir Türkler Haftası”."
O üç kelimeye kilitlenmek, beyninde taşıdığı fikir çileşinin harekete geçmesidir aslında.
Yağmur Tunalı, unuttuğumuz değerler arasında.
Abdurrahman Biçer :
YanıtlaSilYazarın gerçeğe ulaştığı nokta 1969 olunca biraz düşünmek gerek...
Türkçüler, Ülkücüler ve Başbuğ Türkeş'in; Anadolu Türklüğünü unutulmuş bir gerçekle yüzleştirdiği yıllar...
Basıldığında bu kitabı okumak isterim...