Ressam yılların tecrübesi
ile salladığı fırçalarının artık nihayetine gelmiş, eserinin karşısına geçerek,
şöyle bir seyretmişti. “Bunu ben yaptım”. Dedi. “Bu benden, benim eserim.”
Biraz daha geri çekildi, tablonun tamamını daha rahat görebilmek, kendisini de
o tablonun içine dâhil edebilmek için. Eserindeki, dağ, deniz, kıyı, kuşlar,
rüzgâr, uzaktan belli belirsiz görünmekte olan ay, küçük bir çocuğun ağlayarak
koşuşturması, dökülen gazeller, havlayan bir mahalle köpeği… Neler
görebiliyorsa içindeki, içi idi. Tam da kendisi orada bir yerlerde duruyordu.
Kendinden bir parça.
Tuvali, şövaleden
incitmeden aldı, ince kâğıtlarla kapladı, kirlenmeyecek, muhafazalı bir dolaba
yerleştirdi. Eseri bitmiş miydi? Kesin kararını daha sonra, üzerinde uzun uzun
düşünceleri ve kendi kendine eleştiri ve tartışmalarından sonra verecekti.
Evet, muhafazalı bir yere yerleştirdi ve çıktı. Bir süre unutmalıydı resmini.
İlişkisini kesmeli, irtibatını bitirmeli, ondan uzaklaşmalı ve birkaç hafta
sonra yeniden eserinin içine girmeliydi. Bu yolu usul edinmişti. Neredeyse tüm
eserlerinde böyle yapardı. Kendisini, eserine unutturacaktı.
Unutturacak ve her güneşin
doğuşunda, doyumsuz seyirlerine yeni zevkler tattıracaktı. Zevk unutma ile
unutturma ile açığa çıkacaktı. Esere düşen görev sadece hatırlama ve anış
olacaktı.
Sanatkâr, hayal süresi
kadar, düşünebilme zamanı kadar vücuda getirir eserlerini. Hayal ile düşünceyi
karıştırmaya başladığı vakitler ise kendini uykuya verir. En iyisi kopmaktır bu
dünyadan. Ayrı bir unutuş halidir uykuya varmak. Göz kapakları ağırlaştıkça,
dizlerden aşağıya doğru hissedilen kaçış gibi. Unutmakta bir yenilenme arzusu
da vardır belki, belki, yeni bir dünyada yeni eserlerin başlangıcı uyku
sonrasındadır. Kendisini sıcak yatağın, yumuşak yorganın kollarına uzattığında
sanatkâr, bir sonraki eserinin eskizlerine başlamıştır bile.
Vatan Gazetesinde
karşılaşmıştım haberle:
“Kanada’daki McGill Üniversitesi ile Harvard Üniversitesi’nin ortaklaşa
çalıştığı incelemede, bilim adamları propranolol isimli bir ilaç geliştirdi.
Tansiyon için kullanılan ilacın beyindeki hafızaları canlandıran amigdala
bölgesini kontrol altına aldığı açıklandı. Özellikle savaş sonrasında askerlerin
yaşadığı travmaların tedavisi için kullanılacak ilacın aşk acısına da çare
olması bekleniyor.
Bilim adamları: “İlk denemeler çok başarılı geçti. İlaç,
beyinde hatıraların geri getirilmesini sağlayan protein salgılamasını
durduruyor” Dediler.
Tam da, insanın dünyaya
gönderilişi sırasında hafızasının silinmesine benzer. Hatırlama nasıl oluyor
derseniz, zannımca, kelime, kelime olmaktadır. Topyekun değil, yavaş, yavaş.
Öğrenilen her kelimeye anlamların yüklenmesi gibi… Yeniden hatırlama için,
prensiplerin sistemleştirildiği ve hayata geçirildiği, Kur’an’ı Kerim var.
Unutup, rahata kavuşmak
isteği, belki de en çok sanatkârlara yarayacak. Alıyorsunuz bir ölçü ilaç,
yarım saat sonra unutuyorsunuz ve bir-kaç saat hatıralarınızdan
kurtuluyorsunuz. Bu durum en azından bir-kaç haftanın kazanılması demek. Yeni
eserlere doğru at sürmek için eskilerin beyinden silinmesi iyi olacaktır.
Sanatkâr unutarak, hafızasını silerek yeni eserlerin zevkine koşturur. Demlenme
faslıdır aslında bu zaman. Önceki eser demlenirken, yeni eserin beyinde
döllenme zamanı.
Sıra, son yaptığı eserini
inceleme ve son kararını verme zamanına gelince sanatkâr, yeniden nüfuz edecek,
içine girecektir tablosunun. Ya, hayal kırıklığı yaşayacak, ya da imzasını atıp
bitmiş tablolar rafına kaldıracaktır eserini. Daha önce yaptığı tablolarda
resmettiği binlerce çehrenin arasına yerleştirecek yeni eserini. Kendisinin
göründüğü, kendisini tanımlayan, binlerce çehre. Her biri, ayrı ayrı kendisinin
değişik kompozisyonları olan ve fakat asla kendisinin tamamı olamayan çehreler.
Sanatkâr dehasının, ruhundan dökülerek, fırça ve boyalarla tuvale, kimi
sanatkârlarda da kelimelerle kâğıda dökülmüş hali.
İş o ki, her seyreden
tablolarda, her okuyan mısralarda sanatkârını görüp, duyup, yaşayabilsin.
Görüp, duyup, yaşamaktan
sonraki unutuş günahıdır, küfürdür.
Günahı tanıyamayanların da,
sevaba yaklaşmaları mümkün olmaz, günahtan kaçmaları.
Kaçış, günahtan, sevaba
doğrudur. Unutuş, Var Olanın Hakk’ının sahibine verilmesi.
Ne demişti erenler:
“Çıkar kendini aradan, görünsün
sana Yaradan”
…
Abdurrahman Biçer:
YanıtlaSilBizler unuttukça unutuyor olduk...
Sanatçı sonradan hatırlamak için unutuyorsa bu unutkanlığı alkışlamak gerekmez mi?...
Sonradan da olsa hatırlayıp durumunu kontrol ettiğinde olabilen hatalarını düzeltmek bir ERDEM olsa gerek...
Biz mi?...
Bizim ise hiç HATAMIZ olmaz!...
Biz asla YANLIŞ İŞ yapmayız!...
Biz her şeyi EN İYİ bileniz!...
Çamları devirerek, Kalpleri kırarak da olsa sırf kendi doğrularım istikametinde ilerlemeye devam ederim BEN...
Devirdiğim Çamlar dolayısıyla zarar görenlerden bana ne?...
Öyle değil mi?...
Yanlış mı düşünüyorum efem?...
Hülya Şahin :
YanıtlaSilHiç bir resim , hiç bir şiir ressama ve şairine tamamlanmış görünmez derler. Mutlaka her unutup , dönüş sonrası bir eksik bulacaktır. Hatasız kul olmadığı gibi, kusursuz eser de olmaz. Yaradan'ın eserinden başka.. Kusursuz cinayet de olmayacağı gibi. Kendi aklına güvenen , kibirini aşamayan , hep başkalarında hata bulur da kendi hatasını nedense bir türlü kabul etmez. Az aklımla , ukalalık ettim sanırım. Bağışlayınız ve emeğe saygı adına kabul ediniz yorumumu...