13 Aralık 2012 Perşembe

Statü, Giysi, Türk



“Ye kürküm ye” kelamının edildiği devirlerden beridir, elbiseler göz alıcı, gönül çalıcı, hoşluk aracı olarak algılanageldi. Temizlik ve yakışan değil aradığımız, pahalı kumaşlar. Seçilmiş terzilerin diktiği adeta tek elbiseler. Bir, eşinin-benzerinin bulunmadığı vurgusunun dikkatlere kazındığı giysiler. Statülerimizin gösterisi, mevkilerin, şereflerin süsü. Hep elbisesine bakarak kararımızı veririz. Kafası önemli değildir. Bakışları değersizdir. Elbiseleri, çizgileri, giyim tarzı, terzisi, satın aldığı mağaza, verdiği para tek kıymet verdiğimiz alanlardır. Temiz ve güzel kıyafetler, kendine yakışan giysiler, toplumun kabul edebildiği esvaplar değil aradığımız, pahalı mağazaların sattığı elbiseler. Aynı zamanda etrafımızda bulunan diğer insanları ezmeye, onlara tahakküm kurmaya yönelik harcanan büyük paralar.

Asıl sorun buradadır. Giyimlerimiz, gizlemeye çalıştığımız ‘şirk’imize elbise oluyor. ‘Riya’larımızı pahalı elbiselerle örtüyor, beceriksizliğimizin, iş yapamazlığımızın şahane örtüsü oluyor giysilerimiz.

Kendimize yakıştığı için, giyinmek için, örtünmek için, soğuktan-sıcaktan korunmak için değil, karşıya güzel görünmek, kendimizi onlara beğendirmek için giyiniyoruz. Ne hikmetse onlarda giysilerimiz üzerinden değerlendirip, hakkımızdaki notlarını elbiselerimize göre veriyorlar!

“Ahlak, kesinlikle bir samimiyet ve şeffaflık içinde yaşanabilir. Ahlak, bir takım ahlaksızlıkların kapatılması için kullanılan bir kavram olamaz” (Ahmet İnam,24 Mart 2011, Akşam)

Yazık ki, ahlaksızlıklarımızı da giysilerimizle kapatmak yoluna gidiyor, özellikle rakip gördüklerimizin gözlerini boyadığımızı sanıyoruz. Çok renkli esvaplar içinde belki de kandırdığımız yalnızca kendimiz. Ahmet Hoca’nın bildirdiği “samimiyet ve şeffaflığı” sağlayamamış bir ahlak dünyasında, kendimize yalnızca yalan ve sahte hayatlar bulabiliyoruz.

Estetik giyim endişesi, toplumsal olarak bir algı mekanizmasının kişi üstlerine yansımasından ibaret olması gerekirken, daha üst sınıflarda gözükebilme endişesi ile pahalı giysilere hücum atmosferinden bir türlü kurtulamayış, insanların biri birleriyle yarışmaları mağazalar kargaşasını da getirmektedir. Hemen her mahalle ve her köşede bulunan giysi satış merkezleri yeni ürünleri bulup, buluşturup müşterilerine sunma maharetini muazzam bir şekilde göstermektedirler. Yarış kızışmıştır. En iyi, en pahalı giyinenler, podyumlarda, devlet katlarında, ticaret savaşlarında en ön saflara, en üst sıralara kadar rahatlıkla yükselmektedir. Ölçü, tamamen ve her devirde dış görünüştür. Böyle olunca da giyim-kuşamıyla kendini beğenmiş ukala tipler ‘halk’ hayatından uzaklaşıp, kendi yarattıkları gettolarda yaşamaya başlarlar. Yeni kurulan mahallede aynı elbiselere sahip olamayanların yeri de yoktur. Yeme-içme alışkanlıkları da mahalle köşelerine kurulu hızlı yiyecek dükkânlarından karşılanınca, şişmanlamış, hareket kabiliyetini yitirmiş hımbıl ve embesil tiplerin getto hayatlarındaki tek hedef daha çok para kazanma hırsının ötesine geçemez. Para kazanmak için pahalı elbiseler, pahalı elbiseler için para kazanmak, işte hayatlarının özeti. Tüketmek, tüketmek, tüketmek. Gösteriş, gösteriş, gösteriş.

Batı’dan (özellikle ABD’den) ithal ettik bu tarz-ı hayatı. Onlar gibi olamadıysak da aşağıda kalmayız hani. Küçük Amerika lafları boş yere edilmedi. ABD devlet ve halk olarak tasarruf alışkanlıkları en düşük olan ülke. Başka milletlerin sırtına basarak, onların kazançlarını kendi ülkelerine akıtarak geçinme yollarını buluyorlar. Doğrusu bu konuda başarılılar da. Başka bir ülke daha yoktur onların tarzında devletlerini yönetsin. Bir biz geliyoruz peşlerinden. Ne olursa olsun, borçlan, tüket, harca, pahalı eşyalar kullan, uzun turistik gezilere çık, insanlara ne kadar paran olduğunu hissettirecek davranışlara gir ve rahat et.

“Müslüman burjuvazisi şimdi yeni yükselişte. Onların çocukları giyim kuşama düşkün. Pahalı markalar giyiyor, jöle kullanıyor, lüks otellere gidiyorlar. Ne yapıp edip Amerika’nın, İsviçre’nin büyük üniversitelerinde okuyorlar. Bu şüphesiz büyük atılım. Türkiye’deki İslamcı elit sınıfı dünyanın diğer tarafındaki İslamcı çevrelerden ayıran özellik! Fakat yetersizler. Henüz daha yolun başındalar.”  (23 ekim 2010, akşam, Prof. İlber Ortaylı röportajı). Devir ve yönetenler değiştikçe, hayat algılarında, zenginlik gösterileri yaygınlaşmasında da değişen hiçbir şey yok. Öncekilerin tarzını sürdürüyorlar. İster liberal düşünceli yönetenler, ister İslamcı düşünceli yönetenler olsun.

“Bugün yönetim sistemimiz ve iktisadi hayatımız, manevi yapıdan mahrumdur. Zihniyet çok sapmıştır. Zenginlik kültürüne gidilen ama ruhsuz bir sürece yol alınmıştır. Hürriyet fikri de istismar edilmiştir. Bu fikir Osmanlıda Türk olmayan kavimlerin işine yaramıştı. Bugün de hürriyet ve demokrasi, Türk olmayanların işine yaramaktadır.

Milletin sahip olduğu İslam gibi bir din, bir değil, bütün medeniyetlere yetecek durumda iken, ona ya yaklaşılmamış, ya ona sırf nesnel olarak ve günah-sevap muhasebecisi mantığıyla, hesap-kitap işi gibi bakılmış yahut da istismar edilmiştir.” (Prof. Yümni Sezen, güncelmeydan com, 30 Kasım 2011)

Giysilerimiz paramızın değil, şahsiyetimizin imzası olmalıdır.

Bu itibarla, özellikle yurtdışında bulunan Türklere giyim kuşamıyla bir Türk gibi davranmak ve asla taviz vermemek gibi bir görev düşmektedir. Yaşanılan toplumun örf-adetlerine aykırı olmayan ve onlarla tamamen uyuşan giyimlerini, bir Türk’e yakışan titizlik ve vakarla taşıyarak her görenin ‘bu kişi Türk’ demesine vesile olmalıdırlar.

Yurtdışı görevlere giden ve bir grubu, toplumu ve bir milleti temsil eden görevlilerimizin toplantıları sırasında giyimleriyle, bir milleti temsil ettikleri asla akıllarından çıkmamalıdır.

Yazımızı, Ömer Faruk Beyceoğlu Bey’in sosyal medya sayfalarına yazdığı bir mesajı ile bitirelim.

“iplerin çürük, kumaşların alelâde, terzilerin beceriksiz, tezgâhtarların yalancı olduğu bedestan da çıplak gezmek, riya ve cahillikle süslenmekten evladır.”

7 yorum:

  1. Mehmet Kınacı .

    Burada çocukluğumdan günümüze "DEĞİŞİMİ" nakledeverieyim....Efendim,bizim köyde kırk yıl önce,gençler KİLOT PONTOL(PANTOLON) yaşlılar bildiğimiz ŞALVAR giyerdi...Her ikisi de SAMANPAZARI işiydi...Pantolon ve ceketler Samanpazarı terzilerinde (iki ya da üç dükkan) dikilirdi...Yani YERLİYDİ...Kumaş da terzilik de YERLİYDİ....Şimdi cicili bicili elbiseler...Dün biz bizdik..Bugün değiştik,geliştik bir FARKLI biz olduk!!!Kayıp mı ettik,yoksa kazançlı mı çıktık????Elli yıl sonra torunlarımız görecek!!!!

    YanıtlaSil
  2. Atila Göray :

    Her zaman bahsettiğimiz şey aslında kendi öz kimliğimizden uzaklaşmamızın yanısıra, başka başka kültürlere öykünmemiz. Maalesef bunun da bir geçmişi var. Zamanının Osmanlı Yöneticileri gibi.. Fransız kültürüne aşırı ilgi ve kendinden uzalaşarak..Yerine yabancı kimliği ikame etme.

    İşin içine yabancı kültür girdi mi...Her türlü zaaf ve yanlış yargılar oluşur. İnsanına tepeden bakma..Emeğe saygısızlık ..Ve herşeyin öznesinin insan olduğu esprisini anlamama

    YanıtlaSil
  3. Atila Göray:

    Yine aslında kendi öz kültürümüzden , bizi biz yapan değerlerden uzaklaşma...Bizdeki yardımlaşma duygularınıda zayıflatmakta idi..Zaten Kapitalist -Feodal kültürün ilişkilerimizde giderek egemen olmasıdır asıl sorun..Türk insanının birbirine olan bağının Çaldıran savaşının travmalarını bir kenara koyarsak..yine Osmanlı döneminde zuhur bulan yabancı kültürün rahatlıkla ve hiçbir özgün kültürel direngenliği karşısında bulmadan toplumu etkilemede yoluna devam etmesi değil midir?Buda vakka ATATÜRK ün ölümü sonrasıda yeterince yokedilemediğinden bukez de Kapitalist- Emperyalist işbirlikçi damara dönüşmeside kaçınılmaz oldu diyebiliriz..

    YanıtlaSil
  4. Güzel bir konuya değinmişsiniz. Eskiden bayramdan bayrama BAYRAMLIK giysiler alınırken, şimdi alınan ve bir kısmı atılan giysilere elbise dolapları yetmiyor. Biz biz iken; eskimeden, yenisi alınmazdı. Şimdi modası geçeni at çöpe.. Statüde ; giysi, eşya, araba vb. nesnelerin marka ve moda çizgisi öne çıktı.. Temiz ve tarz giyinmek yerine, tornadan çıkmış ünlü markaların dayattığı modeller tercih ediliyor.. Sanırım bu da kapitalizmin ve tüketimin gereği olarak öğretildi, öğrenildi..
    Birçok yuva bu çılgınlık yüzünden sarsılıyor... Çünkü isteklerin ve tüketim çılgınlığının sonu yok.
    Anneannemin bir sözü bu konuya eski ve yeni bakış açısını sanırım anlatıyor : " Çaputlara verilen paralar israftır... Giysinin bile zekâtını düşünmek lazım..."
    Kredi kartları sağ olsun... Kredili yaşam ile giysinin ve markaların kazandırdığı statü...
    İktidarın da yeni katkısı... Okullarda serbest giyim...
    Eskiden" yerli malı, yurdun malı; herkes onu kullanmalı "... Derken; şimdi parası olan da olmayan da ünlü markalar peşinde...
    Öğrenilmiş, öğretilmiş yanlışlık...
    Geliri az olanlara da semt pazarlarında marka taklitleri var...
    Temiz ve güzel, tarzına uyan giyim, yakışanı giymek, gelir düzeyine göre giyinmek yerine; gösteriş için giyinmek...
    Zaman içinde bütün güzel alışkanlıklarımızı terk ettik...
    Hülya Şahin

    YanıtlaSil
  5. Karasakll Zafer .

    modacılar topluma İNSANLAR KIYAFETLERİYLE KARŞILANIR,KARAKTERLERİYLE UĞURLANIR lafını yutturdularda onun için.

    YanıtlaSil
  6. Mustafa Serenbay.

    Sayn Emin hocam iyi bir konu parası olan giyinir giydirir.Biz çoluk çocuk karnımız doyduğuna şükrediyoruz.Bizi kriz teğet geçti bizi yöneten siyasi görüşün söyledikleri.......Bizim söylediklerimizi dinleyen yok.Açın halinden tok anlar mı.

    YanıtlaSil
  7. Abdullah Mehricihan :

    Bir toplumu bozmanın yozlaştırmanın direk yolundan dem vurmuşsun Mahmut Emin ağabeyim. ALLAH yar ve yardımcımız olsun.

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...