6 Haziran 2011 Pazartesi

Bir Siyasetçi Portresinin Özeti

Birkaç kere bakanlık yapmış, en son Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı yapıyormuş. Şimdilerde yeniden milletvekilliği adaylığı için çalışmalar yapmakta, TV’lerde, gazetelerde endam etmekte, görmekteyiz sık sık.

İki aylık bir ayrılıktan sonra hanemize mülaki olduğumuzda, eşofmanlarımızı giyip kanepeye uzanarak TV haberlerini izleyelim dedik. Zaplamak adettendir ya, bizde öyle yaptık. Bir kanalda başkan bey sohbet etmekte. Sorgucunun çeşitli sorularına ince, kıvrak siyasi zekâsı ile cevaplar vermekte, izleyicilere “ne büyük adam, neler de biliyor, Allah başımızdan eksik etmesin” laflarını dedirtmeye çalıyor. Bazen gözlerini kısarak kameraya bakıyor, derin bir iç çekişi sonrası, aday olduğu ilin köylerinde karşılaştığı vatandaş portrelerini anlatıyor. Bazen kendinden emin vaziyette konuştuğunu ima edercesine sorgucunun gözlerine bakarak anlatıyor, bazen gözlerini dizlerine kaydırarak ağlamaklı oluyor, tüm ailenin giderlerini üstlenen baba edası ile fısıltılı bir sesle konuşuyor. Sesi titriyor bir anda dinleyiciler hüzünleniyor, “vay ne adam, bizim derdimizi dert edinmiş, yaşa sen” dediklerini duyar gibi oluyor. Dudaklarında beliren gülümsemeyi geçiştirmek için araya bir beyit sıkıştırıyor Necip Fazıl’dan. Ne de olsa politikacının gülümsemesi, halk ağlıyorken doğru değildir.

Sorgucudur bu, işidir, her konuyu, her aklına geleni sorar. Niye soruyorsun, bu da sorulur mu? Diyemezsin. Her soruya cevabın olmalı, her probleme çözümün olmalı, bu siyasetçinin abecesidir. Siyasetçinin yol haritasında ilk öğrendiğidir.

Tabii ki, her dinleyici istediği tiplerden olmayabilir. Bazıları karşı dururlar, aykırı fikirler, karşı söyleyişler geliştirirler, bunlar için de çözüm bulunur. Sakinlik, ısrarcılık, azim en başta gelen düsturlarıdır. Hâsılı kendilerini eğitmişler, geliştirmişler, mükemmel hale getirmişleridir. Her şeyi, her konuyu en iyi onlar bilirler.

Usta pasörlerin verdiği paslar genellikle gol olur. Bu paslara “öldürücü pas” derler. Bizim sorgucu da öyle bir soru sordu ki; aman Allah’ım, topu kapıp da sağ açıktan üç – beş rakibini alt eden ve kaleci ile karşı karşıya kalan Messi gibiydi, görmeliydiniz.

Gözlüğünü çıkardı, elleriyle gözlerini şöyle bir ovdu, gözlüğünü taktı, sağ kaşını gözlüğünün üstünden yukarı doğru çıkardı, derin bir nefes aldı. “…kahveye girdim. Herkesle tokalaştım. Ona sıra geldi uzattım elimi selam verip. Elim havada kaldı.” Hüzünlendi. Gözleri dizlerine doğru kaydı. Ağlamaklı bir halde idi, “insanız tabi, hatalarımız olmuştur.” Dedi. Derin bir iç çekti. “Hacı Bektaş Veli Hazretleri’nin dediğini yapamıyor olabilirim.” Durakladı. Sorgucunun yüzüne bakarak, ne kadar tesirli olduğunu ölçmeye çalıştı. “ ‘İncinsen de incitme’ buyurmuştu mübarek. Bizde buna uyarak karşımızdakini incitmemeye çalıştık. Sonunda ne oldu biliyor musunuz? El sıkışarak, vedalaştık, daha sonra mektup yazdı bana, özür dilemiş, ne kadar hatalı davrandığını anlatmış. İşte böyle insanlarla karşılaşıyoruz.”

Önceki yazılardan birinde bahsetmiştim. “zamanı anlamıyorlar, bilmiyorlar” diye. Tam da bunu söylemek istemişim. Hem bilmiyorlar, hem de en iyi bildiklerini düşünüyorlar. Bir kere öğrendikleri yalan-yanlış bilgileri, ömürleri boyunca ‘öyleymiş gibi inanıp, konuşabiliyorlar, anlatabiliyorlar. Üzerinde ‘tefekkür’ etmiyorlar, düşünmüyorlar, araştırmıyorlar, okumuyorlar, sormuyorlar… her şeyi sadece kendileri biliyorlar. Niye sorsunlar ki, niye araştırsınlar ki?

Hacı Bektaş Veli kelamı ne kadar da doğru, ne kadar da mantıklı duruyor siyasetçinin anlatımında “incinsen de incitme.” Artık kendisi ne anladı da öylece TV’de anlattı? Bilinmez. Sanırım ki, onun sadece oy toplama kaygısı var. Mübarek bir ismi zikredecek, onu dinleyenler O İsmin telaffuzundan dolayı kendilerinden geçecekler ve ona oy verecekler.

Derununa doğru girecek olursak, “incinsen de incitme” kelamının ‘incinme, kırılma, üzülme’ manalarını taşıdığını anlarız. Burada durmak var mı? yok tabii, öze doğru gidildikçe emir cümlesi ile karşılaşılır. “incinmeyeceksin, kırılmayacaksın, üzülmeyeceksin’.
Var git başkan var git ötesini sen akl eyle artık.

***
Soru sorma şansım olsaydı hazır bu seçim arifesinde şunu sorardım. “Hacı Bektaş terbiyesi ve öğretisi üzere hareket ettiğinizi anlatıyorsunuz. Peki. Mahkemenin verdiği bir kararı uygulayan memurun hakkında köylülerin şikâyeti üzerine, neden bu memuru il dışına anında gönder(t)diniz?

-“benim haberim yok, bilmiyorum”. Demeyin sakın. ‘Dicle kıyısında kaybolan keçinin hesabını sorun’ diyen misyon taraftarı olduğunuzu söylerler.

Not: yıldızdan sonraki paragrafı silah zoruyla yazdım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...