“Korunanlar”dan bahis vardır Kur’an’ı Kerim’de. Sık
hatırlatılmaktadır. Kimlerdir korunanlar? Çok kısa ve sade olarak tek kelime:
Vefalılar. Ahde vefa gösterenler.
Korunmak; dünyada,
‘karşıdan’ gelebilecek tehlikelere karşı olabileceği gibi, geleceğin de, yani
dünya hayatından sonraki yaşam içinde gerekli olabilecektir. Karşıdan
gelebilecek tehlikelere karşı korunmanın bir takım kuralları vardır. Kavgaya
tutuşmamak, kötü söz söylememek, kapıları kilitli tutmak, değerli eşyaları
kasalara almak, bahçede kuvvetli bir köpek beslemek, iddialı sözlerden kaçınmak
gibi tedbirler alınabilir. Ya, öteleri, dünyadan göç ettikten sonraki yaşamı
nasıl korumaya alacağız? Nasıl ki, dünya hayatının tehlikesiz yaşanması için
kurallar örülmüşse, benzeri kurallar öteler için de vardır. Bunların izlerini
Peygamberin (SAV) tebliğ ettiği
kitapta bulabiliyoruz.
Sıkça dile getiriyoruz,
dünyadaki makamların en mühimi ‘Kulluk’
makamıdır. “Bana kulluk edin (hakikatin
gereğini hissedip yaşayın)! Sırat-ı
müstakim budur”. (Yasiyn/61) Bu
makam, bizatihi korunmanın asliyesidir. Bu gereklilik, verilen sözden geliyor.
Bela meclisinde “Evet”
denilmişti çünkü. Bu sözde durulması ve yerine getirilmesi ise ‘Kulluk’
kavramı ile anlatılabilir ve ‘Kulluk’
ancak Allâh’adır. Karıştırılacak yer de burası oluyor. Biz, bize düşman olanı
tercih ettiğimiz vakitlerde, şemsiyeden de çıkmış oluyoruz. “Ey “Ademoğulları… Size ahdetmedim (bildirip
bilgilendirmedim) mi şeytana (bedene
– hakikatinden habersiz bilince) kulluk
etmeyin, muhakkak ki o sizin için apaçık bir düşmandır?” (Yasiyn/60)
İnsanın kendine vereceği
zararı, bir başka kişi veya yaradılıştan görmesi mümkün değildir. Karşıdan,
hayvan da olabilir gelebilecek zararlar zamanla tedavisi mümkündür. Ya, kişinin
kendisine verdiği zarar? Kaldı ki, karşıdan gelebilecek zararların da, kişinin
kendisiyle ilgisi vardır. Kavgaya tutuşarak alınacak darbeler de kendinin hiç
mi suçu olmayacaktır? Vahşi hayvanlara verilecek zararın karşılığı alınabilecek
yaralarda kişinin kendisinin hiç mi suçu olmayacaktır? Bu itibarla, ne gibi bir
zarar ve kötülükle karşılaşılırsa, önce kendini kontrol etmek ve neler yapıldı
da, bu tür bir kötülükle karşılaşıldığı çözülmelidir.
Manevi âlemde ilerleyiş
sırasında karşılaşılan en büyük tehlike, geçmişte verilen ve eksikliği ya da
zaman içinde yanlışlığı anlaşılmış veya asrın idrakine göre geliştirilememiş
bilgilerin öğrenilip, iman derecesinde sahiplenilerek, gerçek gibi sanılan
bilgiler üzerinde ısrar etmektir. Kısaca, sınır koymaktır, sonsuzluk ilmini ‘bu
kadardır, ancak budur’ mantığı ile sınırlayıp, geride!
Kalmaktır. Bu durum bir bakıma şirktir. Allah ilmini ve gücünü sınırlamaktır.
Bilerek veya bilmeyerek yaptığımız sınırlamalardan Allah’a sığınırız.
‘Kulluk’, Raziyet
makamıdır. Razı olunmadan, olgun kul olunamaz. ‘Her ne gelirse yahşidir, oda Dostun bahşidir’ diyebilmektir.
Razı olunmadan, O da razı olmaz (Maide/119).
Bu bir karşılıklılık değil, senden, seni (kendini) tanımanın istenmesidir,
ahdine vefa göstermenin istenmesidir, “büyük kurtuluşun” müjdelenmesidir. Rıza
makamına ulaşıp, kendi ile halleşmek ve O’nun razılığını almak böylece
olacaktır. Hacı Bayram-ı Veli yapılan hatalara son verilmesini arzu etmekle,
doğru yolu kısaca şöyle tarif eder:
“Bilmek
istersen seni / Can içre ara Can’ı / Geç canından bul onu / Sen seni bil sen
seni”.
Bir yerde değil, kendinde
ara. Yer yoktur, yön yoktur. Daima bakışların içine doğru olacaktır. Bakacağın (yer)
sadece kendinsin. Kendi, kendine ayna olup, sırlayacak ve kendinden kendine
alış-veriş olacaktır. Yetiştiren, Rab’dır. ‘Nefsini bilen Rabb’ini bilir’
kelamında anlatılan Rabb!. Buraya dikkat kesiliniz.
“Vechlerinizi (yüzünüzü
veya şuurunuzu) doğuya veya batıya (varlığın
hakikati veya sistem bilgisine) çevirmeniz
BİRR (işin hakikatini yaşamak) değildir.
Asıl BİRR, ‘B’ işareti anlamıyla Allâh’a iman edip, gelecekte yaşanacak sürece,
melâikeye (algılanıp fark edilemeyen varlığn hakikati olan Allâh Esmâ’sının
kuvvelerine), Kitaba (varlığın
hakikati ve Sünnetullah’a), Nebilere
iman eden; Allâh sevgisiyle malı, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yolda kalmışlara
(yuvasından-vatanından ayrı düşmüş),
yardım isteyenlere, kölelikten kurtarmaya veren; salâtı ikame eden (Allâh’a
yönelişinin bilfiil hakkını veren);
zekâtını veren (Allâh’ın bağışladığından bir kısmını karşılıksız paylaşan); söz verdiğinde sözünde duran; sıkıntı,
hastalık ve şiddete maruz kaldığında buna dayanandır. İşte bunlar sadıklar ve
korunanlardır.” (Bakara/177)
Söz bitti.
Kısmetse devam ederiz.
En doğrusunu Allah bilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder