10 Kasım 2014 Pazartesi

Eğip, Bükmeden; Vefa!.-III


Hayatı güzelleştiren, sevimlileştiren bir yanı da vardır vefanın, iyilikleri, güzellikleri hatırlatan ve hatırlattıkça sevgiyi pekiştiren bir tarafı.

Rahmetli Ergun Göze “15 Haziran 1961” başlıklı yazısını 15.06.2005 tarihinde Tercüman’daki köşesinde yazar. Konu, Peyami Safa’dır. Makale başlığı ise, Safa’nın Hakk’a yürüyüşünün tarihidir. Şöyle başlar yazıya: “Bir senelik dostluğunu ömür boyu unutamadığım üstad.” Bir dostu hatırlayış ve anma yazısıdır. Yaptıkları dostluk sadece bir yıldır, 44 yıl sonra hasretle hatırlayış, dosta gösterilen vefa.

Hatırlamadır vefa bir yanıyla. Hatırlayıp, bırakılan verasete uygun davranma. İsminin her söylenişinde, kalpten gelen ve bütün tüylerinin diken diken olduğu hatırlama sevinci ve bu sevincin isteyerek yaşanması. Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırının olması da, o hatır için 44 yıl sonra bile severek hatırlayış.

Tokatlı Cahit Külebi de şanlı kurtuluşun İzmir faslına, ‘Atatürk’e Ağıt’ yakarken vefasını ölümsüz şu dizeleriyle göstermiştir:

“Savaştepe köprüsünden geçen trenler
Sel olur İzmir’e akar.
İzmir’in denizi kız, kızı deniz,
Sokakları hem kız hem deniz kokar…”
Bu toprak bizim yurdumuzdur…

Diyerek devam eder. Vefanın gösterileceği an, içinde bulunulan andır ve her andır. Yaşanan duygular sel olmadan gösterilmesi de insanlık görevidir.

Vefa gösterimi, gösteri -merasim- olmaktan çıkarılmalıdır, görev addedilerek yapılmalıdır. Sonraları hüsranlar yaşatır, yapmacık, uyduruk vefa ritüelleri gelecekte başımıza çok işler açabilir. Buna bir örnek vermek gerekirse; Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye de iktidara gelmesinin en büyük çalışanı bilindiği gibi ABD’dir. Başbakan Tayyip Erdoğan, vefasını belirtmek üzere, bir Amerikan gazetesine yazdığı makalede Irak’a savaşmaya giden ABD’li askerler için şunları yazar: “Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz”. (The Wall Street Journal, 31 Mart 2003) Bu da bir vefa gösterisiydi. Fakat İslam âlemine karşı işlenilmiş bir suç olarak üzerine kalmış ve hala yeri geldiğinde konuşulmaktadır. Zamansız ve gereksiz, inanmadığın halde gösteriş olsun kabilinden yapılan vefa gösterileri, baş belası olarak kalmaya devam edecektir. Samimiyet bu noktada önem arz eder. Samimi olmadığın hiçbir duygunu, düşünceni kimseye açma. Zaten mecbur da değilsin.

Tarihe vefa bahsi ülkemizde daima netameli konulardandır. İdareye gelen her güç sahibi, ‘kendi düşünce ve kabullerinin’ tarihi gerçekler gibi dayatılması rolünü oynamışlardır. Mesela 1923 tarihini Türk milletinin ve devletinin başlangıcı kabul edenler olmuş ve bunların bir kısmı da Türklerin İslamiyet ile ilgilerinin olmadığı gibi düşüncelerini dayatmak istemişlerdir. Onlar öyleydi de, şimdikiler nasıl? 1923’ten sonra İslamlığın ret edildiği, camilerin ahıra çevrildiği, dindarların itelendiği, başörtülülerin ikinci sınıf vatandaş addedildiği ve İslamiyet’in kendileriyle bir başka güzel canlandığını, Osmanlı’nın takipçisi olduklarını filan anlatıyorlar ve bu bilgileri doğruymuş gibi dayatıyorlar. Her iki düşünce tarzı da yanlıştır ve vefasızlık olarak adlandırılabilir. Doğru diye dayattığınız yanlışlar, bir gün önünüze çocuğunuz tarafından konur ve hesabı sorulur, hem de hiç ummadığınız bir zamanda.

1950’den beri Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyoruz. Ne istedilerse, neyi eleştirmişlerse hepsini yaptık, yapmaya çalışıyoruz. Birleşmiş Milletler ve NATO tarafından ülkemizden talep edilenlerin tamamı noksansız tarafımızdan yapılmış, onların istekleri yerine gelsin diyerek yurt dışına askerler gönderilmiş ve onların gönüllerini yapmak üzere savaşlara bile katılmışlığımız vardır. Buna rağmen, “Avrupa Birliği, ahlaki zemine dayanmayan, ahde vefa ilkesine sadık olmayan ve ülkemize (devletimize) sürekli yalan söyleyen ve nihai amacı Türkiye’yi tam üye yapmak değil, parçalamak olan bir kuruluştur.” (Ümit Özdağ, 6 Ağustos 2005, Yeniçağ) Oysa ülkeler, komşuları ve ticari partnerleriyle ilişkilerini karşılıklı işbirliği, saygı ve ahde vefa ilkeleri çerçevesinde sürdürmeliydi, bu anlamda her devletin karşılıklı rolleri açıkça tanımlanmış ve rollerin gereğinin yerine getirilmiş olması lazımdı. Bu yalan ve vefasızlık içinde, karşılıklı düşmanlaştırılan ülkeler durumuna kadar gelindi. Üstüne üstlük bir de Ortadoğu meselesinin içine bodoslama dalmak gibi bir gafleti yaşadık ki, içinden çıkılması güç durumlarla boğuşmaktayız. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, Ortadoğu ülkeleri hakkındaki bir sözünü hatırlamak yararlı olacak: “Ortadoğu’da anlaşmazlıkların tarafı olmamalıyız.” Demişti ve seçilmiş Cumhurbaşkanımız sert ve ağır (hakaretvari) cevaplar vermişti bu söz üzerine. Şimdi ne kadar haklı olduğu anlaşılmış olmalıdır.

Devletlerin birbirleriyle münasebetleri, dış politika biliminin öğrettiğine göre, ‘karşılıklı menfaatler’ üzerine oturmaktadır. Ancak bu durum sadece iyi niyetli politikacıların söyleminde ve siyaset bilimi uzmanlarının raporlarında kalan sahte bir tespitten öteye gidememektedir. Çünkü, dünya süper devletler tarafından paylaşılmış vaziyettedir. Bu paylaşımda ne karşı devletlerin varlığı, ne de tarihi ilişkilere gönderilen ahde vefa söz konusudur. Özellikle devlet bütçeleriyle yarışan şirketleri yöneten küresel çeteler, aldıkları kararları asla tartıştırmamakta ve istediklerinin uygulamaya geçirilmesini özellikle ‘süper’ sınıfına oturmuş devletlerden istemektedirler. Bu devletlerin de başında Amerika Birleşik Devletleri gelmektedir. Uygulanacak strateji kendileri tarafından tespit edildikten sonra, ABD’nin vefalı! Takipçileri devletler tarafından ayniyle uygulanmaktadır. Nitekim Yale Üniversitesi’nden İmmanuel Wallerstein’in 8 Nisan 2005 tarihinde Zaman gazetesinde yayınlanan makalesinde şu cümleler durumu açıkça ortaya koymaktadır. “ABD müttefikleriyle strateji konusunu tartışmaya alışkın değildir. Stratejiye karar verdikten sonra gerçek müttefikten öte, vefalı takipçiler olan müttefikleriyle marjinal taktik konularında görüşme yapmaya alışkındır.” Böyledir, vefalı görünmek uğruna, ülkesini batağa saplamış onlarca devlet adamının isminin sayılması mümkündür.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...