Başbakan Erdoğan’ın önünde,
Saddam, Mübarek örnekleri var. Onların geçmişini inceleyerek varacağı kararın
özeti, Avrupalı dostlarının ve stratejik ortak(ı) ABD’nin onlara neler
yaptığının anlaşılması olacaktır. Karar ne olursa olsun, Saddam ve Mübarek
iliştirilmiş liderlik için acı örneklerdir. Dik durmak tabiri belki bir müddet
daha kendisini tahkim ederek koltuğunu sağlamlaştırmış intibaı yaratacak, fakat
dik durmayı dikleşmek şeklinde anlayan dostları için, kendini anlatma
fırsatları heba edilmiş olacak. İki örneğin sonucu, ağzıma bile almam ki,
isteyeyim. Ülkemizde yaşanmamış olsun, yaşanamaz olsun dilerim. Ders almak
isteyene çok üstün dersler çıkartılır. Yolunu şaşırmış, ‘fikri
dolaşık’ danışmanlarının sözünü dinlemediği sürece, hatta
onların görevlerini sonlandırdığı zaman rahata ereceğini garanti bile edebiliriz.
Çünkü yanlış bilgi veriyorlar, yanlış yönlendiriyorlar. İki hastadan bir sağlam
çıkartamazsınız. İki hastaya ancak, birden fazla doktorlar grubunun müdahalesi
gerekir ki, salaha kavuşsun.
Nedir şu, “%50’yi zor tutuyorum” tehdidi?
Şimdilik bu oran bana yeter, bu oran beni bir dört yıl daha koltukta tutar,
gerisi Allah Kerim. Var mı başka bir izahat? ‘Çöpe atılmak’ veya ‘deliğe süpürülmekten’ korkuyorlar. Kim ister ki?
Bu tehlikelerden kurtulmanın yolunu %50’yi ileri sürerek buluyorlar.
Yanılıyorsunuz. O %50’yi nasıl tuttuğunuz âlemin dilindedir. Sizden önce de o
%50 kimlere nasıl destek vermiş ve onların peşinden nasıl gözyaşı dökmüştü
hatırlarız. En küçük rüzgârlarda bile tarafını bir anda değiştirebilen bu
50’lik güç, sizi de bir anda bırakabilir bir tabiyettedir unutulmasın.
Demokrasilerde hiç güvenilmeyecek tek güç, oy verenlerin çoğunluğudur. Onlar
rüzgârın estiği yöne göre tercih kullanırlar, burunları da değişim kokusunu
muhteşem alır. %50 ile diğer %50’yi çarpmak gailesi, sonucu zararla kapatmaya
bile bile razı olmak demektir, zira bölünmeyi, parçalanmayı beraberinde
getirir, netice %25 çıkar. Bu durumda, zarar her yönden hissedilir ve acılar
çoğalır, yapmayın. Biberin acı olup olmadığını anlamak için ille de ısırmak
gerekmez, etrafına bakman kâfidir…
Canlar canımızdan birer
parça götürdü. Yine de, Beş can’a rağmen az hasarla bittiğini söyleyebiliriz
‘Gezi Direnişi’nin. Sair maddi kayıplara yok gözüyle bakıp, ileriyi
hedeflemeliyiz. İleri daima ileri. Bu arada, yanlış kullanılmış bir ‘destan yazılması’
tanımı var ki, kim, kime karşı destan yazdı? Sorusunu sormadan edemiyoruz.
Şaşıran danışmanın, şaşkın buluşu.
“Türk siyaseti fiilen, ‘ertesi gün’ için bir ümit ışığı yakmıyor,
yakamıyor. İlk seçimde hükûmeti ciddi bir iktidar alternatifi olarak endişe
duymaya sevk eden bir muhalif siyasi parti olsaydı, durum başka türlü olurdu
gibime geliyor:” (A. Turan Alkan, 1 Temmuz 2013, Zaman),
Alkan, şu satırları da yazısında ilave eder: “Gayrımemnunlar esasen meşrû bir talepten değil, hükûmetin
gerginleştirme yaklaşımından nemalanıyorlar. Kutuplaşmanın hangi vahim
yerlere doğru uzanabileceğini görmeli; insanları korkularından kıskıvrak
tutarak siyasileşmeye sevkeden taraf olmamalı. ‘Bizim yokluğumuz kaos getirir’
fikrinden üretmeye kalkışmak yerine yumuşak ve kuşatıcı bir dil tercih edilmeli
zira taş kımıldamaya, çivi sallanmaya başladı…”
Yandaş yazardan aldığımız
cümle ‘çivi sallanmaya başladı’ şeklinde bitiyor!
Maalesef, sallanan çiviyi danışmanlar, akıl verenler görmüyor. Kaptan
tepe-taklak giderse, geminin içinde bulunanlar olarak felaketi birlikte
yaşayacağız demektir.
Asıl korkuyu doğran ise,
Saddam ve Mübarek örnekleridir. Biliyorlar ki, dostları ‘ihanete
varan işleri yaptırabildiklerini’ ilk olarak
harcamaktadırlar.
“Yaratılanı severiz / Yaratandan ötürü” kelâmını
sık tekrarlar, lakin “yaratılan”
meydanlara
indiğinde, terörist muamelesi görür ve ‘yaratılanın’ sözüne itibar edilmez. “Provokasyon, terörist gruplar, marjinal
azınlıklar…” gibi hakarete varan sıfatlandırmalar
yaparlar. Yazık ki, dillendirdikleri kelâmların manalarını bile bilmezler…
Aceleyle, çalakalem, lafları düşünmeden, fikir etmeden, salla pati söylerler.
“Devlet işlerinde düşünerek karar vermek, işlerde acele etmemek gerekir.
Bir şey işitilir veya umulmadık bir olay ortaya çıkarsa, yalan doğru’dan
ayrılarak hakikat ortaya çıkıncaya kadar bekleyip, emirleri ondan sonra
vermelidir. Acele karar vermek, kudretli kişilerin değil, zayıfların işidir.”
(Siyasetname, Nizamülmülk, 39. Fasıl, 157. Bölüm)
Nesimî beyti belki
açıklama, tembih, nasihat… olur.
“Zerre benem, güneş benem,
car ile penç ve şeş benem.
Sureti gör beyan ile, çünkü
beyana sığmazam.”
(Nesimî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder