Gördüklerin, gerçekte
gördüklerin midir?
Sorusu sorulalı beri, acaba
gördüğüm, gördüğüm müdür? Suali durmaksızın gelip beynime çakılıyor. Ne de
olsa, işte ağaç, işte duvar, işte yol… Ağaç, duvar, yol mudur? Belki, maddi âlemde
görünür olmak, manayı gizlemek, derunu örtmek içindir. Bir nevi küfür hali
anlamak isteyene. Gizlemek. Kapatmak. Örtmek.
Göz önündeki madde,
derinliklerinde nice sırlar gizler. Enerji yok olur -yok olmak aslında donup
kalmaktır-, gücü saklanır, atomları, zerreleri gizlidir. Maddeyi anlamak,
anlamlandırmak, Yaratanın yolunda ilk adım belki de. “Bana eşyanın hakikatini olduğu gibi
göster” yakarışı vardır Resul’den. Sonra ‘isimlerin öğretilmesi’
(talim edilmesi). Her adım bir sırrın sır edilmesi aşaması. Hakikaten şu
gördüğüm dağ mıdır? Yoksa dağ diye gördüğüm ile aramda bir perde var mıdır?
Yoksa mesafe dediğimiz aradaki ölçümün ötesinde midir, berisinde midir?
Gerçekten gördüğüm doğru mudur? Doğruysa; olduğu gibi görmeliyiz. Olduğu gibi
ne demektir? Yorum katmadan, zanlarımızı bulaştırmadan, tıpkı fotoğraf makinesi
objektifinin gördüğü ve resmettiği ayarda, sade, bensiz, sadece o, meram olan,
anlaşılmak istenen, sadece o.
Gözdeki perde;
Baktığımız yerdeki
görüneni, her açıdan farklı değerlendiririz. Uzaklık, duruş şekli, göze takılan
gözlük, camın renkleri, gece, gündüz, spot ışıkların altında… Her halde
görüşümüz farklılaşır. Görüşümüze göre de yorumlarımız farklı anlamlarda
belirir. Görmek istediğimiz, anlamlandırmak istediğimiz nesnenin bir de içinde
olmak var. Tam üzerinde. Ya da nesnenin bizatihi kendisi olmak var. Bu halde
nasıl görünür, nasıl yorumlanır? Öyleyse, görünen değil, görünene bakanın
duruşu önemlidir. Durduğu yer (!) önemlidir.
Neyi görmek istiyorsun?
Görmek isteğin nasıl oluştu? Hangi eylemler sana, neyi, nasıl görmen
gerektiğini pompaladı? Bu sorulara cevap verebilirsek, neyi, nasıl, niye, niçin
ve kim için göreceğimiz konusu açıklık kazanır.
Şöyle bir açıklama
yapılabilir. Aslında görünen nesne ile gören arasında herhangi bir perde, herhangi
bir kapatıcı nesne yoktur. Bakanın Gözü ve karşıda nesne (manzara) vardır.
Öyleyse, görüşe engel gözün kendisidir diyebiliriz. Göz burada, yıllar yılı
aldığımız bilgi, görgü, gelenek, töre, ilim, aile, çevre… Göze tesir eden
amiller. İnsan olarak aldığımız, edindiğimiz statülerimizle gözümüz karşıya
bakıyor ve istediğini, istediği gibi algılıyor. Sadelik uzaklaşıyor, perdeyi
kendi ellerimizle gözümüze çekiyoruz. Sonra da oturup, bir allame gibi
gördüğümüzü sandıklarımızla karşıya nutuklar irad ediyoruz. Görmeden.
Göremeden. Görmüş gibi.
Oysa yanmaktır görmek.
Ateşe atılmak. Kül olmak. Peki, görmüş gibi yapmak nedir? Niyedir? Aptallığımızı
kapatmak için. Yeteneksizliğimizi gizlemek, basiretsizliğimizi saklamak için.
Aptallar, dangalaklar, bigâneler, avallar göremez çünkü sadece bakarlar.
Kısa gezintilerimizin
birisinde, ahali yolun sağında da, solunda da, bir oraya bir buraya
gidiyorlardı, aynı durum otomobil trafiğinde de vardı. Herkes bir yana gidiyor.
Bizim muzip; “Yahu nereye gidiyor bu
insanlar, ne işleri varmış ki, gidiyorlar, niye oturmuyorlar evlerinde,
işlerinde..”? Dedi. Biraz da biz rahat edelim mantığıyla
söylenmiş olsa da içinde derin bir merak gizliydi. Gerçekten, nerden gelip,
nereye giderlerdi?
“Üstadım” dedi, topallayarak yürüyen. “Üstadım. Herkes bir yerlere gider, kimi
parka, kimi bahçeye, çarşıya, pazara, alış-verişe, akrabasına, hısımına,
oraya-buraya… Herkes bir yerlere gider. Niyesini mi soruyorsun. Çünkü
herkesin bilincinin altında bir güzel yüz görmek vardır. Bir Güzel görmeye
giderler. Kimisi bilerek gider, kimisi bilmeyerek fark etmez. Önemli olan
gitmektir.”
Bu duruma göre, nasıl
olacak? Gözdeki perde varken, bizatihi göz perde iken O’nu nasıl görecek?
Yapılması gerekenler nelerdir? İşte, ana karnından itibaren tabi olunan eğitim,
öğretim, terbiye, talim.. Bu işe yarayacaktır. Okullar, kitaplar, üstatlar,
hocalar, eğiticiler, sünnetler, farzlar, vacipler… Bu iş için vardır. Gözü,
aradan çıkarıp, sadece görme aracı olarak algılatıp, üzerine başka bir görev
yüklemeden nesneye, İnsana bakmayı sağlamaktır gayretlerin sonucu.
Meryem Suresi’nde sır faş
edilir. Niye İnsan’a bakar, İnsan’ı seyrederiz. Niye İnsan ulaşılacak bir
gayedir. Sure-i Meryem 17. Ayet’te açıklar: “onlardan kendini tecrit etti… Ona ruhumuzu (ilmi
sûret – dalga – data yapı) irsal ettik
de, Ona tam bir beşer olarak göründü.”.
İşte varmak istediğimiz düğüm, çözmek istediğimiz problem. Beşer suretinde
görüneni, aramak. Görmeye çalışmak, bulmaya çalışmak. Suretin derunundakine
ulaşmak. Suret değil, suretin derinliğindeki…
İşte göremediğimiz.
Gözümüzü bağlayanların silinmesi, temizlenmesi, perdelerin kaldırılması.
Görülmesi gereken.
Şöyle demişti ihtiyar:
“Evlat, biz sana bir sevgili haberdar ettik. Nasıl, nerede seyretmek
istersen seyret. Her veçheden görünen sevgili…”
Abdurrahman Biçer :
YanıtlaSilGüzel...
Gördüğünü zanneden insan yine yanıldı ve gördüğünü zannettiği ile birlikte aldandı...
Fiziki olarak IŞIĞIN YANSIMA KANUNLARINA bakarsanız bunu net bir biçimde ALGILAMANIZ mümkündür...
GÖRME İŞLEMİ aslında bir ALGILAMA İŞLEMİDİR...
Bir cam bardak...
Neden biz bu bardağa Silisyum Oksit (SiO2) yani KUM diyemiyoruz?...
Deniz kenarında üzerine uzanarak güneşlendiğimiz o kumu bize bardak olarak ulaştıran ortalama 2000 derecelik ISI ENERJİSİNİ göremez yani algılayamaz isek bu bardağı gördüğümüzü nasıl iddia edebiliriz?...
Bir damla su: H2O yani 2 Hidrojen ve 1 Oksijen atomunun birlikteliği...
Suyu oluşturan atomların orijinine indiğimizde bunların Helyum (He) olduğunu anlıyoruz. Helyum bizim uzayımızdaki Güneşin ana enerjisini oluşturduğunu biliyoruz ve susuzluğumuzu gidermek için bol miktarda su içmeye devam ediyoruz. İçtiğimiz bu su içinde GÜNEŞ olmasına rağmen bir Suda Güneşi görebiliyor muyuz?...
Üzerini karaladığımız bir kağıt parçasının Selüloid ve Karbon kökenli olduğunu anlayabiliyor muyuz?...
GÖRME ve ALGI...
Anlamını ALGILAYAMADIĞINIZ nesneyi GÖREBİLMENİZ ne mümkün...
Böyle olunca dostlar; GÖRME meselesi, sadece bir ZANNETME meselesinden öteye geçememektedir...
Lavabodaki AYNAYA baktığınızda kendinizi gördüğünüzü zannedersiniz değil mi?...
Aslında gördüğünüz nesne siz değilsiniz. Çünkü; Orada gördüğünüz nesnenin İZ DÜŞÜM KAYNAĞINA indiğinizde kendinizin aynada değil aynanın dışında başka bir yerde teşekkül ettiğinizi ve iz düşüm dolayısıyla da aynaya bir hayalin yansıdığını anlayabilirsiniz...
Size çarpan ışığın taşıdığı şekliniz; ışığın aynaya çarpması sonucu kırılması gerektiğinden siz daima aynanın altında bir yerde teşekkül edeceksiniz fakat iz düşüm dolayısıyla o teşekkül etme noktasından aynaya yansıyacaksınız ve dolayısıyla kendinizi aynada gördüğünüzü zannedeceksiniz...
Bu yanılgı durumu olmasaydı hayat çok çekilmez olurdu...
Neden mi?...
Gördüğünüz her nesne mutlak olsaydı eğer; o nesneleri oluşturan atomların çekirdek merkezlerinde var olan PLANC UZAYINI görebilirdiniz...
Zerreden Kürreye her şeyin tıpkı basım bir birinin aynısı olduğunu algılaya bildiğimizde tüm problemlerin çözümüne ulaşmamız mümkündür...
Yani en kısa bir tarif ile:
Gördüğümüz her şey doğru ve gördüğümüz şekilde değildir. İnsanoğlu; varlık hayatında hep yanılgılar arasında yuvarlandığını anlamalıdır...