13 Mart 2013 Çarşamba

Tarkovsky’nin Delisi



“Dünyayı uçurumun kenarına getirenler sözüm ona sağlıklılardır…

Sadece doğaya bak, hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin,

Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz… Yanlış tarafa döndüğün noktaya.

Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz…

Suları kirletmeden…

Deli bir adam size… Kendinizden utanmanızı söylüyorsa… Ne biçim bir dünyadır burası…”

“Bir delinin haykırışı” isimli filminde bunları söyletir kahramanına Andrei Tarkovsky.

Dinleyicileri tepkisiz, duygusuz, hareketsiz… Nelerin olduğunun farkında olamayan yığınlardır. Sessiz çoğunluk. Anlamların yitirildiği, manaya düşman sessiz çoğunluk. Ancak deli onlardan yüksektedir, her zaman olduğu gibi. Fildişi kulesinden seslenen ustaların haline benzer bir hal, anlatıyor, bağırıyor, yırtınıyor… heyhat! Sesini duyuramıyor.

Sonra alkışçılar, şakşakçılar, provaköterler girer devreye. Gaz dolu tenekeyi üstüne boca eder deli ve çakar çakmağını…

Aslında yanan, bir devrin vicdanıdır. Yanan adalettir, yanan insanlıktır.

Eyvahlar olsun ki, o vicdana ‘deli’ demişler.

Hâlbuki hiçbir şeyle ilgilenmeyen, dünya yıkılsa kendisine dair varlıkların bulunmadığı insanlar, öte yanda bilakis onların dertleri sebebi ile çakmağını çakan bir deli. Deli kim midir? Yer değiştirseler yeridir. Deliler başa çıkmalı, başlar aşağılara inmeli.

Derdi olmayan insan bile değildir diyesim var. Etrafından habersiz yaşayanlara, hısım-akrabasından bi haber olanlara, komşusunun halinden anlamayana, milletinin durumu ile ilgilenmeyene diyesim var.

Zevk aldığı yerde kalmaktır delilik. Oradan çıkmayı akıl edemez, o makama erenler zaten kendi hallerinde iken oradan çıkamazlar, ya kılavuzları yoktur, ya da terk edilmişlerdir. Sevdiği ile beraberdir. Nasıl ki, “her veçheden görünen O’dur” her görüş ayrı ayrı zevklerin yaşandığı anlardır. Ne diye çıksın ki? Çıkıp oradan mahrum kalacağına, varsın deli desinler. Bir makamdır ki, delilik; o makamın sahibinde sorumluluk aranmaz. Yetkilisi olduğu hususlarda, umursamadan, ne olur ne olmaz hiç düşünmeden haykırır. Onun hizmeti Hakk’tır. Karşısında ise hep ‘akıllı’lar vardır. O akıllılar ki, hep suç işleyenlerdir, hataya düşenlerdir. Dünyaya sahip olma isteği akıl sahiplerinin tuzağıdır. Deli dediklerimiz ise özgürlüğüne kavuşmuş, dünya denen mezelleti silip atmıştırlar.

Hakikate ve Sünnetullah’a perdeli yaşamak ki, “Hakikat bilgisini inkâr edenler” asıl deliler olmalı. Beşer vücudunun talep ettiği zevk girdilerinden başka bir düşünceleri ve dünyaları bulunmamaktadır. Ah hayat! Ah oyun! Ah oyunbaz! “Ona en zoru (hakikatten ve Sünnetullah’tan perdeli yaşamayı) kolaylaştırırız!” (Leyl Suresi/ 10) Böylece en zor olan, onlar için kolaylaşır ve deliliklerin farkında bile olamadan, karşıyı delilikle suçlarlar.

“Bilim’i mistik ve kutsal bir şey, Hakîkat’i bulan yetkin bir araç telâkki edenler, Teori’nin bir açıklama ve/ya öngörme modeli olduğunu unutup, Hakikât’in kendisi sanırlar ve bunu total, hattâ totaliter ve otoriter bir ideoloji olarak dayatmak isteyenler maalesef hâlâ ülkemizde çoğunlukta. Hâlbuki her teori bir olguyu açıklamak ya da öngörmek için kurulmuş bir model, bir senaryodur ve hiçbir teorinin yıkılmazlık ve kesin doğruluk diye bir garantisi yoktur. Bir teori ne kadar mükemmel bir iç ve dış tutarlığa sahip olursa olsun, böyle bir akıbete dûçâr olması dâima mümkün ve muhtemel ve hattâ mahkûmdur. Yâni: Bilim elbette ‘bir kîl ü kaal’ değildir; ama, son tahlilde, Hakikât’e ulaştırmaz. Lâkin bütün bunları Ortodoks pozitiviste anlatmak ümîdi de hemen-hemen hiç yoktur.” (Durmuş Hocaoğlu, Bilim ve Hakikât, aksiyon, sayı 272)

Akıl tutulması böyledir. Delirme, ‘tanrı’lığnı ilan etmeyle başlar. Bilemediği, algılayamadığı, anlayamadığı hakikatleri mış gibi yaparak, allamelik taslar cihana. Deliler yerine kendisi geçer. Deliliğinin farkına varmadan.

“Beşeri kanunları yalnızca iki kişi çiğner: Deli ve dahi”. Der, Halil Cibran.

Dâhilerimize sahip çıkamıyor, delilerimizi koruyamıyoruz. Ne dâhilerimizin sözlerini, ne delilerimizin haykırışını duyabiliyoruz.

Ama onlar, inanıyorum ki, bildikleri yoldan korkusuzca ilerlemekteler. Bizler ister farkında olalım, ister olmayalım.

Afşar Zeybekoğlu, “Düşünmüyorsan Yoksun” başlıklı bir yazı yazmıştı (12 Ocak 13, haberiniz). Son cümlesi şöyledir:


“Ama ben bunları yazarken aslında delice bir şey yapıyorum. Düşünmeden var olduğunu sananlara bir şeyler soruyorum. Şöyle bir düşünüyorum da… Aslında yoksunuz…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...