“Dünyayı uçurumun kenarına getirenler sözüm ona sağlıklılardır…
Sadece doğaya bak, hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin,
Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz… Yanlış tarafa döndüğün noktaya.
Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz…
Suları kirletmeden…
Deli bir adam size… Kendinizden utanmanızı söylüyorsa… Ne biçim bir
dünyadır burası…”
“Bir delinin haykırışı”
isimli filminde bunları söyletir kahramanına Andrei Tarkovsky.
Dinleyicileri tepkisiz,
duygusuz, hareketsiz… Nelerin olduğunun farkında olamayan yığınlardır. Sessiz
çoğunluk. Anlamların yitirildiği, manaya düşman sessiz çoğunluk. Ancak deli
onlardan yüksektedir, her zaman olduğu gibi. Fildişi kulesinden seslenen
ustaların haline benzer bir hal, anlatıyor, bağırıyor, yırtınıyor… heyhat!
Sesini duyuramıyor.
Sonra alkışçılar,
şakşakçılar, provaköterler girer devreye. Gaz dolu tenekeyi üstüne boca eder
deli ve çakar çakmağını…
Aslında yanan, bir devrin
vicdanıdır. Yanan adalettir, yanan insanlıktır.
Eyvahlar olsun ki, o vicdana
‘deli’ demişler.
Hâlbuki hiçbir şeyle
ilgilenmeyen, dünya yıkılsa kendisine dair varlıkların bulunmadığı insanlar,
öte yanda bilakis onların dertleri sebebi ile çakmağını çakan bir deli. Deli
kim midir? Yer değiştirseler yeridir. Deliler başa çıkmalı, başlar aşağılara
inmeli.
Derdi olmayan insan bile
değildir diyesim var. Etrafından habersiz yaşayanlara, hısım-akrabasından bi
haber olanlara, komşusunun halinden anlamayana, milletinin durumu ile
ilgilenmeyene diyesim var.
Zevk aldığı yerde kalmaktır
delilik. Oradan çıkmayı akıl edemez, o makama erenler zaten kendi hallerinde
iken oradan çıkamazlar, ya kılavuzları yoktur, ya da terk edilmişlerdir.
Sevdiği ile beraberdir. Nasıl ki, “her veçheden görünen O’dur” her görüş ayrı
ayrı zevklerin yaşandığı anlardır. Ne diye çıksın ki? Çıkıp oradan mahrum
kalacağına, varsın deli desinler. Bir makamdır ki, delilik; o makamın sahibinde
sorumluluk aranmaz. Yetkilisi olduğu hususlarda, umursamadan, ne olur ne olmaz
hiç düşünmeden haykırır. Onun hizmeti Hakk’tır. Karşısında ise hep ‘akıllı’lar
vardır. O akıllılar ki, hep suç işleyenlerdir, hataya düşenlerdir. Dünyaya
sahip olma isteği akıl sahiplerinin tuzağıdır. Deli dediklerimiz ise
özgürlüğüne kavuşmuş, dünya denen mezelleti silip atmıştırlar.
Hakikate ve Sünnetullah’a
perdeli yaşamak ki, “Hakikat
bilgisini inkâr edenler” asıl deliler olmalı. Beşer vücudunun
talep ettiği zevk girdilerinden başka bir düşünceleri ve dünyaları
bulunmamaktadır. Ah hayat! Ah oyun! Ah oyunbaz! “Ona en zoru (hakikatten ve Sünnetullah’tan perdeli
yaşamayı) kolaylaştırırız!”
(Leyl Suresi/ 10) Böylece en zor olan, onlar için kolaylaşır ve deliliklerin
farkında bile olamadan, karşıyı delilikle suçlarlar.
“Bilim’i mistik ve kutsal bir
şey, Hakîkat’i bulan yetkin bir araç telâkki edenler, Teori’nin bir açıklama
ve/ya öngörme modeli olduğunu unutup, Hakikât’in kendisi sanırlar ve bunu
total, hattâ totaliter ve otoriter bir ideoloji olarak dayatmak isteyenler
maalesef hâlâ ülkemizde çoğunlukta. Hâlbuki her teori bir olguyu açıklamak ya
da öngörmek için kurulmuş bir model, bir senaryodur ve hiçbir teorinin
yıkılmazlık ve kesin doğruluk diye bir garantisi yoktur. Bir teori ne kadar
mükemmel bir iç ve dış tutarlığa sahip olursa olsun, böyle bir akıbete dûçâr
olması dâima mümkün ve muhtemel ve hattâ mahkûmdur. Yâni: Bilim elbette ‘bir
kîl ü kaal’ değildir; ama, son tahlilde, Hakikât’e ulaştırmaz. Lâkin bütün
bunları Ortodoks pozitiviste anlatmak ümîdi de hemen-hemen hiç yoktur.”
(Durmuş Hocaoğlu, Bilim ve
Hakikât, aksiyon, sayı 272)
Akıl tutulması böyledir. Delirme,
‘tanrı’lığnı ilan etmeyle başlar. Bilemediği, algılayamadığı, anlayamadığı
hakikatleri mış gibi yaparak, allamelik taslar cihana. Deliler yerine kendisi
geçer. Deliliğinin farkına varmadan.
“Beşeri kanunları yalnızca iki kişi çiğner: Deli ve dahi”.
Der, Halil Cibran.
Dâhilerimize sahip
çıkamıyor, delilerimizi koruyamıyoruz. Ne dâhilerimizin sözlerini, ne
delilerimizin haykırışını duyabiliyoruz.
Ama onlar, inanıyorum ki,
bildikleri yoldan korkusuzca ilerlemekteler. Bizler ister farkında olalım,
ister olmayalım.
Afşar Zeybekoğlu,
“Düşünmüyorsan Yoksun” başlıklı bir yazı yazmıştı (12 Ocak 13, haberiniz). Son
cümlesi şöyledir:
“Ama ben bunları yazarken aslında delice bir şey yapıyorum. Düşünmeden
var olduğunu sananlara bir şeyler soruyorum. Şöyle bir düşünüyorum da… Aslında
yoksunuz…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder