15 Mart 2013 Cuma

Gördüklerin, Görünenler midir?



Gördüklerin, gerçekte gördüklerin midir?

Sorusu sorulalı beri, acaba gördüğüm, gördüğüm müdür? Suali durmaksızın gelip beynime çakılıyor. Ne de olsa, işte ağaç, işte duvar, işte yol… Ağaç, duvar, yol mudur? Belki, maddi âlemde görünür olmak, manayı gizlemek, derunu örtmek içindir. Bir nevi küfür hali anlamak isteyene. Gizlemek. Kapatmak. Örtmek.

Göz önündeki madde, derinliklerinde nice sırlar gizler. Enerji yok olur -yok olmak aslında donup kalmaktır-, gücü saklanır, atomları, zerreleri gizlidir. Maddeyi anlamak, anlamlandırmak, Yaratanın yolunda ilk adım belki de. “Bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster” yakarışı vardır Resul’den. Sonra ‘isimlerin öğretilmesi’ (talim edilmesi). Her adım bir sırrın sır edilmesi aşaması. Hakikaten şu gördüğüm dağ mıdır? Yoksa dağ diye gördüğüm ile aramda bir perde var mıdır? Yoksa mesafe dediğimiz aradaki ölçümün ötesinde midir, berisinde midir? Gerçekten gördüğüm doğru mudur? Doğruysa; olduğu gibi görmeliyiz. Olduğu gibi ne demektir? Yorum katmadan, zanlarımızı bulaştırmadan, tıpkı fotoğraf makinesi objektifinin gördüğü ve resmettiği ayarda, sade, bensiz, sadece o, meram olan, anlaşılmak istenen, sadece o.

Gözdeki perde;

Baktığımız yerdeki görüneni, her açıdan farklı değerlendiririz. Uzaklık, duruş şekli, göze takılan gözlük, camın renkleri, gece, gündüz, spot ışıkların altında… Her halde görüşümüz farklılaşır. Görüşümüze göre de yorumlarımız farklı anlamlarda belirir. Görmek istediğimiz, anlamlandırmak istediğimiz nesnenin bir de içinde olmak var. Tam üzerinde. Ya da nesnenin bizatihi kendisi olmak var. Bu halde nasıl görünür, nasıl yorumlanır? Öyleyse, görünen değil, görünene bakanın duruşu önemlidir. Durduğu yer (!) önemlidir.

Neyi görmek istiyorsun? Görmek isteğin nasıl oluştu? Hangi eylemler sana, neyi, nasıl görmen gerektiğini pompaladı? Bu sorulara cevap verebilirsek, neyi, nasıl, niye, niçin ve kim için göreceğimiz konusu açıklık kazanır.

Şöyle bir açıklama yapılabilir. Aslında görünen nesne ile gören arasında herhangi bir perde, herhangi bir kapatıcı nesne yoktur. Bakanın Gözü ve karşıda nesne (manzara) vardır. Öyleyse, görüşe engel gözün kendisidir diyebiliriz. Göz burada, yıllar yılı aldığımız bilgi, görgü, gelenek, töre, ilim, aile, çevre… Göze tesir eden amiller. İnsan olarak aldığımız, edindiğimiz statülerimizle gözümüz karşıya bakıyor ve istediğini, istediği gibi algılıyor. Sadelik uzaklaşıyor, perdeyi kendi ellerimizle gözümüze çekiyoruz. Sonra da oturup, bir allame gibi gördüğümüzü sandıklarımızla karşıya nutuklar irad ediyoruz. Görmeden. Göremeden. Görmüş gibi.

Oysa yanmaktır görmek. Ateşe atılmak. Kül olmak. Peki, görmüş gibi yapmak nedir? Niyedir? Aptallığımızı kapatmak için. Yeteneksizliğimizi gizlemek, basiretsizliğimizi saklamak için. Aptallar, dangalaklar, bigâneler, avallar göremez çünkü sadece bakarlar.

Kısa gezintilerimizin birisinde, ahali yolun sağında da, solunda da, bir oraya bir buraya gidiyorlardı, aynı durum otomobil trafiğinde de vardı. Herkes bir yana gidiyor. Bizim muzip; “Yahu nereye gidiyor bu insanlar, ne işleri varmış ki, gidiyorlar, niye oturmuyorlar evlerinde, işlerinde..”? Dedi. Biraz da biz rahat edelim mantığıyla söylenmiş olsa da içinde derin bir merak gizliydi. Gerçekten, nerden gelip, nereye giderlerdi?

“Üstadım” dedi, topallayarak yürüyen. “Üstadım. Herkes bir yerlere gider, kimi parka, kimi bahçeye, çarşıya, pazara, alış-verişe, akrabasına, hısımına, oraya-buraya… Herkes bir yerlere gider. Niyesini mi soruyorsun. Çünkü herkesin bilincinin altında bir güzel yüz görmek vardır. Bir Güzel görmeye giderler. Kimisi bilerek gider, kimisi bilmeyerek fark etmez. Önemli olan gitmektir.”

Bu duruma göre, nasıl olacak? Gözdeki perde varken, bizatihi göz perde iken O’nu nasıl görecek? Yapılması gerekenler nelerdir? İşte, ana karnından itibaren tabi olunan eğitim, öğretim, terbiye, talim.. Bu işe yarayacaktır. Okullar, kitaplar, üstatlar, hocalar, eğiticiler, sünnetler, farzlar, vacipler… Bu iş için vardır. Gözü, aradan çıkarıp, sadece görme aracı olarak algılatıp, üzerine başka bir görev yüklemeden nesneye, İnsana bakmayı sağlamaktır gayretlerin sonucu.

Meryem Suresi’nde sır faş edilir. Niye İnsan’a bakar, İnsan’ı seyrederiz. Niye İnsan ulaşılacak bir gayedir. Sure-i Meryem 17. Ayet’te açıklar: “onlardan kendini tecrit etti… Ona ruhumuzu (ilmi sûret – dalga – data yapı) irsal ettik de, Ona tam bir beşer olarak göründü.. İşte varmak istediğimiz düğüm, çözmek istediğimiz problem. Beşer suretinde görüneni, aramak. Görmeye çalışmak, bulmaya çalışmak. Suretin derunundakine ulaşmak. Suret değil, suretin derinliğindeki…

İşte göremediğimiz. Gözümüzü bağlayanların silinmesi, temizlenmesi, perdelerin kaldırılması.

Görülmesi gereken.

Şöyle demişti ihtiyar:

“Evlat, biz sana bir sevgili haberdar ettik. Nasıl, nerede seyretmek istersen seyret. Her veçheden görünen sevgili…”

1 yorum:

  1. Abdurrahman Biçer :

    Güzel...

    Gördüğünü zanneden insan yine yanıldı ve gördüğünü zannettiği ile birlikte aldandı...

    Fiziki olarak IŞIĞIN YANSIMA KANUNLARINA bakarsanız bunu net bir biçimde ALGILAMANIZ mümkündür...

    GÖRME İŞLEMİ aslında bir ALGILAMA İŞLEMİDİR...

    Bir cam bardak...

    Neden biz bu bardağa Silisyum Oksit (SiO2) yani KUM diyemiyoruz?...

    Deniz kenarında üzerine uzanarak güneşlendiğimiz o kumu bize bardak olarak ulaştıran ortalama 2000 derecelik ISI ENERJİSİNİ göremez yani algılayamaz isek bu bardağı gördüğümüzü nasıl iddia edebiliriz?...

    Bir damla su: H2O yani 2 Hidrojen ve 1 Oksijen atomunun birlikteliği...

    Suyu oluşturan atomların orijinine indiğimizde bunların Helyum (He) olduğunu anlıyoruz. Helyum bizim uzayımızdaki Güneşin ana enerjisini oluşturduğunu biliyoruz ve susuzluğumuzu gidermek için bol miktarda su içmeye devam ediyoruz. İçtiğimiz bu su içinde GÜNEŞ olmasına rağmen bir Suda Güneşi görebiliyor muyuz?...

    Üzerini karaladığımız bir kağıt parçasının Selüloid ve Karbon kökenli olduğunu anlayabiliyor muyuz?...

    GÖRME ve ALGI...

    Anlamını ALGILAYAMADIĞINIZ nesneyi GÖREBİLMENİZ ne mümkün...

    Böyle olunca dostlar; GÖRME meselesi, sadece bir ZANNETME meselesinden öteye geçememektedir...

    Lavabodaki AYNAYA baktığınızda kendinizi gördüğünüzü zannedersiniz değil mi?...

    Aslında gördüğünüz nesne siz değilsiniz. Çünkü; Orada gördüğünüz nesnenin İZ DÜŞÜM KAYNAĞINA indiğinizde kendinizin aynada değil aynanın dışında başka bir yerde teşekkül ettiğinizi ve iz düşüm dolayısıyla da aynaya bir hayalin yansıdığını anlayabilirsiniz...

    Size çarpan ışığın taşıdığı şekliniz; ışığın aynaya çarpması sonucu kırılması gerektiğinden siz daima aynanın altında bir yerde teşekkül edeceksiniz fakat iz düşüm dolayısıyla o teşekkül etme noktasından aynaya yansıyacaksınız ve dolayısıyla kendinizi aynada gördüğünüzü zannedeceksiniz...

    Bu yanılgı durumu olmasaydı hayat çok çekilmez olurdu...

    Neden mi?...

    Gördüğünüz her nesne mutlak olsaydı eğer; o nesneleri oluşturan atomların çekirdek merkezlerinde var olan PLANC UZAYINI görebilirdiniz...

    Zerreden Kürreye her şeyin tıpkı basım bir birinin aynısı olduğunu algılaya bildiğimizde tüm problemlerin çözümüne ulaşmamız mümkündür...

    Yani en kısa bir tarif ile:

    Gördüğümüz her şey doğru ve gördüğümüz şekilde değildir. İnsanoğlu; varlık hayatında hep yanılgılar arasında yuvarlandığını anlamalıdır...

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...