‘Niye bu kavgalar’
sohbeti devam ederken, bir biri ardına söylenilen lafların, mantık kurgusu da
bozulmaya başlamışken, şunlar şunlar düşünülür oldu:
Öncelikle tespit edilen
düşmandır.
Bu tespitten sonra düşmanla
mücadelenin araçları belirlenecektir. “-Sen o değilsin” bildirimi önemlidir. “-O değilsin, şusun, busun filan”.
İlk farklılaşma sağlanmıştır. Araya küçük farklılıkları da perçinlemek lazım.
Bunun için ilk akla gelen, etnik ve mezhep farklılıkları. Öyleyse, aralıksız bu
farklılıklara vurgu yapılacak. Duvardan çekilen her tuğlanın, koca bir kaleyi
çöküntüye uğratması gibi, farklılıklara vurgular yapıldıkça, ayrışmalar
kesinleşecek ve sonuç kavgalara ve hatta kanlı ölümlere kadar varacaktır.
Yapılan budur maalesef. Şu
inancımı söylemek namus gereğidir. Bu farklılıkları durmaksızın vurgulayan
devlet idaresinin üst kademesinin seçilmiş görevlisinin, bu vurgulamaları,
birilerinin kafasına yerleştirdiği ve yapması gerektiği görev olarak değil,
kendi düşüncelerine göre gerçekten inandığı için yapıyor.
Tıpkı rüya hali gibi.
Düşlerde, bilirsiniz kişi yaptığından sorumlu değildir. Sayısız insanı öldürse
bile. Rüyadır çünkü. İnanıyorum ki, bu farklılıkları geniş halk kesimleri
önünde aralıksız vurgulayan bu yüksek idareci de kesinlikle bir rüya hali
yaşamaktadır.
Rüyadan uyanınca, kâbus
olduğu idrak edilecek, lakin iş işten geçmiş olacak.
Aslında, toplum olarak
derin rüyalardayız. Soru sormak aklımıza gelmiyor. Sebebini öğrenmek umurumuzda
değil. İlahi hikmet yükleyerek, yapılanları hoş görmek, tam da kâbus baskısı.
Çevremiz ve İslam Ülkeleri “çatışma, katliam, yıkım, yağma alanı. Bir
Müslüman diğerini beğenmiyor. Birinin hak, hukuk, adalet anlayışı diğeri ile
uyuşmuyor” (Nurullah Aydın, haberiniz, 13 Aralık 2013).
Nurullah Hoca’nın aylarca evvel yaptığı tespit, ülkemizde ve toplumumuz
arasında fiilen yaşanmaktadır. Herkes birbirinden şüpheleniyor, kimse diğerine
sırrını veremiyor, herkes karşının altını oymaya çalışıyor. Nasıl oldu da bu
duruma düşüldü?
Çapulcunun sözlükteki
anlamı açık ve net: Başkasının malını alan, yağma, talan eden kimse, talancı,
yağmacı, plaçkacı. Düşman toprağına atla hücum edip yağma eden.
Peki, garibin malını yağma
edene çapulcu denir de, aklını, fikrini, hafızasını yağma edene ne denir?
Geçenlerde bir sohbette
dinlemiştim. Türkiye’nin milli servetinin %70’i, nüfusun sadece %10’u
tarafından paylaşılmış. Bu nedir? Bu nasıl olur?
Rahmetli Durmuş Hocaoğlu
üstadımızın durumu isabetle faş ettiği şu satırları okuyalım:
“Saldırgan küreselleşmenin
sebebiyet verdiği küresel yıkımın ve küresel yağmanın en bariz göstergelerinden
birisi, dünyanın en zengin memleketleri ile en fakirlerinin arasındaki makas
azıklığının, sözde demokrasi ve insan hakları ideallerinin riyâkâr bir çığlık
gibi göklere yükseldiği bu çağda, on dokuzuncu asrın başına nisbetle azalmayıp
daha da artarak bire yüz gibi bir farka ulaşmış olmasıdır. Bu ahlâk dışı
soygunun ortada duran eserlerinin en başında geleni de, bir yanını tokluktan
çatlayanların ve diğer yanını da açlıktan ölenlerin oluşturduğu, bir yanı
cennet ve diğer yanı cehennem olan dengesiz bir dünya olmuştur.” (Durmuş Hocaoğlu, Türkiye Günlüğü Dergisi,
Sayı 88, 2007)
Küresel ağaların talepleri
doğrultusunda, işleri karıştırıp, kimin kim olduğunu unutturup, kimin kiminle
düşman olduğunu çaktırmadan zihinlere yerleştirirsen, toplumu, kâbusların
tepiştiği derin rüyalara yatırmışsın demektir.
Gel de, ayıkla pirincin
taşını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder