21 Mayıs 2013 Salı

Akıl, Vahiy Üzerine Söyleyişler



“Zaten bugün din, anlaşılmıyor ve anlatılmıyorsa ‘İlahiyatçıların’ eline düşmesinden desem o kadar da yanlış söylemiş olmam.” (Hasan Basri Hürata)

El-Mülk Suresi 10. Ayeti üzerinde değerlendirme ve düşünceler dillendirdiği “Doğrunun kaynağı akıl ve vahiy” (turansesi.com adresinde yayınlanmıştır) isimli makalesinde H. Basri Hürata, ayette geçen “Dinlemiş veya aklımızı kullansaydık” cümlesindeki, ‘dinlemek’, ‘aklı kullanmak’ ve ‘veya’ kelimeleri üzerinde durur.

‘Veya’ kelimesi, ya onu, ya bunu hangisini seçersen seç anlamını taşır. Eşitlik var gibi. ‘Ve’ olsaydı, her ikisi birlikte olurdu. Burada seçim kişiye, yani akla bırakılmış olmaktadır. Öyleyse, akıl ile ulaşılabilecek kadar bir mesafede bulunan uzaklıktaki nesne, kavramları algılayıp, işlemek işi akıla bırakılmış oluyor. Peki, ‘uzaklık’, yani mesafe söz konusu mudur? Üzerinde durulmaya değer.

Hadise mağarada cereyan eder. İki yıl boyunca düşünceler içinde, açılacakların tefekkürü üzerinde, çözüm sırasında iken, o ‘an’ da Cebrail (a.s.) nidası ile “Oku” emredilir. Ümmiliğini seslendirmesinin edebinden başka ne gibi bir açıklaması olur? Kendisine okunması için sunulan bir yazı yoktur, fakat ‘oku’ması istenir. Kendinden kendine olarak açıklanabilecek vahiy süreci böylece başlar. Hakk’tan Rasül’e gelen, bildirilen safha safhadan, bütüne doğru Hakikati Muhammediye, Kur’an’ı Kerim. Mesajlar olduğu gibi tebliğ edilir. Aracı olarak değil, bizatihi. Böylece iman edilmesi, uyulması istenir. Bildirilenlere iman. Bildirene iman.

İman işine girince akıl devreye girer. Çünkü aklı olmayana iman zorunluluğu yoktur.

Bir yanda vahiy, diğer yanda akıl.

İş akla düşünce, itirazlar, sorgular, sebepler, nedenler, niçinler başlar. Çünkü aklın vazifesi budur.

Derken iç âlemde kavga.

Belki bu sebeple, “anlamaya değil, zevk etmeye çalış” demişlerdir büyükler. Anlama, bilme sonrasında nasılsa olur. Zevk imanın başlangıcıdır.

Ana rahmindeki oluş akabinde hâsıl olan hücre ‘beyin’ hücresidir. Sonra, beyin dünyada lazım olabilecek ne varsa onların husule gelmesi talimatını vererek, denetlemesini yaparak vücuda getirir. Burada görevli olan tamamıyla beyindir. Beyin, insan yapısının idaresinde başkomutandır. Her alış veriş, her anlayış bildiriş, her idrak orada mümkündür. Birkaç kilo gram ağırlığındaki bir et yapısından değil, saniyede bir-kaç milyar bilgiyi işleyebilen muazzam bir ilahi yapıdan bahsediyoruz. Bilgiyi işleyip, kullanıma hazır edebilen Rab yapısı. Hatta Rab’bın kendisi. “Şah damarından yakınım” (Kaf Suresi/ 16) ayeti Kerimesi ile bildirilen husus.

“O halde onlar da bana icabet etsinler ve bana iman etsinler ki olgunluklarını yaşasınlar” (Bakara Suresi/186)

Vahy Âlemi’nde, oku’ma işlemi, açılan perdeden seyredileni tariften ibarettir. Seyrettiği kendisi, seyreden kendisi, dillendiren kendisi olmaktadır. Dosdoğru bilgiler toplamıdır vahiy. Söylenilen, anlatılan, tebliğ edilen ise akıldır. Akıla söylenir, akıllıya.

Akıl ve vahiy birliği İnsan’ı, sonsuzluk erini, sevgide eriyip O olabileni bir eder. Aksi durumda ne aklın ve ne de vahyin kendi hallerinde bir önemi yoktur. Akıl vahyi anlamaya, vahiy aklı beslemeye ve var etmeye vardır. “Bilinmek istedi ve bu büyük oyunu planladı”, hepsi bu kadar. Planın düşünüldüğü anda ise halk ediş ve halk ediliş tamamlanmıştı. Akıl sahibi (insan) ilk halk edilen olarak (Nur-u Muhammedî), âleme sultan atandı. Vahyi bilmek, anlamak görevi onundu ve anladı ve bildi. Bilenler kurtulanlardı, bilemeyenler var mıydı aralarında? Olabilir.

Fakat bir husus var ki, Bezm-i Ezelde; “Ben sizin Rabbınız değil miyim” sorusuna, “Evet” dışında cevap veren olmadı.

Bu sebeple, “söz dinlemek” esas kabul edildi.

Yani, aklı, egoyu, kısaca şeytanını “secde ettiren”leri, ‘sırat-ı müstakim’ üzere olanlar olarak tasrif etti.

Kurtuluşa erenler sınıfından eylemesi…

Doğruyu bilen daima Allah’tır.

12 yorum:

  1. Atila Göray :

    Hakiki İslamı aramaktayım...Zaman zaman da karşılaşmaktayım..Kendimi bilmesem..İslamı birazda olsa anlamasam, dışımdaki olumsuzluklar , zulme karşı şeytani sessizlik beni Dinsizliğin girdabında yitik bırakırdı..Selam olsun İslamı anlatan yüreklere ve kalemlere

    YanıtlaSil
  2. Murat Alparslan Tekoğlu :

    Mahmut bey, yazınızda anlayamadığım birkaç husus var. Mesela peygamberimizin "ümmi" olması okuma-yazma bilmediği mi yoksa ehli kitap olmadığı anlamına mı kullanılır ?

    Kullandığınız Hakikat-i Muhammediye ve Nur-u Muhammedi terimleri Kuran'ın ifadeleri mi yoksa tasavvufçuların yorumları mıdır ? Bu ifadelerin Kuran'dan desteği var mıdır, varsa hangi ayetlerdedir ?

    "Aracı değil, bizatihi.." demenizde ki kastınız nedir ? Kuran Muhammed aleyhisselam için "Allah'ın kulu ve elçisi" ifadesini kullanırken bunu nasıl anlamalıyız ?

    Allah bizleri vahyi doğru anlayan ve aklı doğru kullananlardan eylesin inşallah.

    YanıtlaSil
  3. TC Tuncay Altunezen :

    Hocam, en azından ben sizin bu tür yazılarınıza alışık değilim.Kaleminize sağlık. Akıl üzerinde yaptığınız değerlendirmeler, hepimiz için önem arzetmektedir,
    "İman işine girince akıl devreye girer. Çünkü aklı olmayana iman zorunluluğu yoktur. "

    YanıtlaSil
  4. TC Fatih Beden

    ALLAH ÖZEL BİR YETENEK VERİR BAZEN DİLEDİĞİNE SİZLERDE BU VAR HOCAM TUNCAY HOCAMDA DA VAR BİZDE AĞZIMIZI AÇMIŞIZ BEKLİYORUZKİ DOYALIM DİYE. SAĞOLUN VAROLUN ALLAH RAZI OLSUN SİZİN GİBİ İNSANLARDAN

    YanıtlaSil
  5. TC Abdurrahman Biçer
    "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden ABDUHU ve RESULUH"...

    "İman ederek inanırım ki Allah'tan başka ilah yoktur ve yine İman ederek inanırım ki Muhammed; Allah'ın KULU ve RESULÜDÜR"

    Böyle söyleyerek iman ederiz ve zaman zaman imanımızı tazeleriz...

    Orada yer alan ABDUHU (Kulu) kelimesine dikkatinizi çekerim...

    "De ki: ben de sizin gibi bir kulum..."

    YanıtlaSil
  6. TC Metin Mete .

    Esenlikler;Mahmut Emin gardasima öncelikle calismalari icin tesekkür ederim.Ama Murat Alparslan TekoğluGardasimin sorularina yanit gelirse dahada menmun olacagimi ifade edebilirim.Murat hocam,dahasi bu magara iside bana pek tutarli gelmemektedir ne dersin?Eger Direk Kurandaki anlatima bakilsa mesela:Necm Sûresini 13–17. Âyetler.Baslangic olarak Isra suresinede bakilmalidir diye düsünüyorum...Sunuda eklemekte yarar vardir;(bu günkü Mescid-i Aksa'nın yerindeki) mescidin adı Beytü'l-Makdis'tir. Beytü'l-Makdis'in inşası Süleymân peygambere dayanır. Hicretten 90 yıl sonra Abdülmelik b. Mervan, Beytü'l-Makdis'in yıkıntıları üzerine bugünkü mescidi yapmış ve adını da "Mescid-i Aksa" koymuştur.Saygilarimla...

    YanıtlaSil
  7. Yorum ve katkılar için teşekkürler: elbette zaman içinde daha derin açılımlar olabilir. Şimdilik kaydıyla aşağıya üç paragraf alıyorum.

    Çalab nurdan yaratmış canını Muhammed’in
    Âleme rahmet saçmış adını Muhammed’in
    (Yunus)

    Söyler Pîr Sultan’ım söyler
    Hakk’ın birliğini birler
    Doğmuş bu âleme nurlar
    Nur Muhammed Ali’nindir.
    (Pir Sultan Abdal)

    —Allâh, semâların ve arzın nûrudur (NÛR, ilimdir - candır - datadır; semâlar ve arzın hakikati ilimden {DATA} ibarettir)! O`nun nûrunun (ilminin varlığı ve açığa çıkışı) misali şuna benzer: İçinde lamba (bilinç) bulunan bir kandil (beyin) gibidir... O lamba da bir sırça (şuur) kapsamındadır! O sırça (şuur) sanki inciden bir yıldız (yaradılış amacına göre işlevlenmiş Esmâ bileşimi) gibidir ki, doğu ve batıya (mekân ve zamana) ait olmayan mübarek bir ağaçtan (insanî hakikatin), yani zeytinden (TEK`lik şuuruna sahip olması) tutuşturulur! O ağacın yağı (şuurdaki hakikat müşahedesi) neredeyse kendisine bir nâr (arınma çalışmaları) dokunmasa da ışık saçar! Nûr`un alâ nûr`dur (Esmâ ilminin birimsel ilim sûretinde açığa çıkışı)... Allâh (insanın hakikati olan Esmâ mertebesi) dilediği kimseyi kendi nûruna (kendi hakikati ilmine) erdirir! Allâh insanlar için misaller veriyor... Allâh her şeyi (Esmâ özellikleriyle, o şey olduğu için) Bilen`dir.]
    (Sure-i Nur/Ayet 35)

    YanıtlaSil
  8. TC Abdurrahman Biçer :

    Yani "Murat bey sorularında haklıdır" diyorsunuz...

    Yazıda bildirilenler TASAVVUF konularıdır...

    YanıtlaSil
  9. TC Metin Mete

    Agabeyim,sorulara cevap alacagiz Insallah.Mahmut Emin Kandasim onuda verecektir.Murat Alparslan Tekoğlu Kandasim güzel sorular sormustur..

    YanıtlaSil
  10. Murat Alparslan Tekoğlu .
    Yunus Emre'yi ve Pir Sultan Abdal'ı sever ve okurum,bu ayrı mesele ama bu söylediklerinin Kuran'dan onay alması mümkün değildir.

    Hakikat-ı Muhammediye ve Nur-u Muhammed tanımları, henüz hiç bir şey yaratılmamış iken Muhammed peygamberin Allah'ın nurundan yaratıldığı ve buna paralel tüm varlıkların da bu hakikatten ve onun için yaratıldığı tasavvuf inanışına dayalıdır. Bu inanışın temelini de "Levlake" diye bilinen "Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım" hadisi kutsisi oluşturur. Tüm bu tanımlar Kuran ve vahiy temelli değil, zanni rivayetlerle izah edilmeye çalışılmıştır. Oysa Kuran Muhammed aleyhisselamı böyle nitelemez.

    YanıtlaSil
  11. Murat Alparslan Tekoğlu :
    De ki: “Elbet ben de sizin gibi ölümlü bir insanım: Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, işte o Allah’ı razı eden imanına layık işler yapsın ve Rabbine kulluk ederken hiç kimseyi O’na ortak koşmasın!”Kehf/110


    Kuran peygamberimizi bir kul, bir elçi ve bizden biri yani normal ölümlü bir insan olarak nitelemiştir. Hakikat veya nur gibi sıfatlar verilmemiştir. Peygamberimizin bizden tek farkı tüm diğer peygamberler gibi vahiy almasıdır.

    Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık.Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hakka/44-46


    Ayetten de anlaşılacağı üzere peygamberin görevi Allah'ın vahyini insanlara ulaştırmakla yükümlü elçiliktir/aracılıktır. Elçiler getirdikleri mesajı iletirler.O mesaj kendi sözleri değil, mesajı gönderenin sözüdür. Kendi sözlerini değil mesajı gönderenin sözlerini iletme de aracılık yaparlar.Bunun aksi bir görev olamayacağını ayet net olarak anlatıyor.

    Bizatihi denilerek peygamberin Allah'ın bir nuru, parçası olduğu ifade ediliyor ise bu tanım Kuran'a göre Allah'ı bir insan ile özleştirmek olur ve şirk kategorisine girer. Kuran'a göre peygamberimiz elçilik/aracılık etmiş ve bizatihi vahyi hayata tatbik ederek örnek teşkil etmiştir. Bu manada kullanılması en doğrusudur.

    Yazıda iştirak etmediğim bir başka husus da "anlamadan, bilmeden iman etmenin makbul olduğu, anlamanın ve bilmenin sonradan nasılsa geleceği" görüşüdür. Bu görüş klasik bir hristiyan teolojisi yorumudur. Hristiyanlıkta önce iman et sonra öğrensende olur metodu vardır. Misyonerlik bu öğreti ile hareket eder. Oysa İslam, insanları iman etmeden önce bilinçli bir şekilde düşünmeye, akletmeye, tefekkür etmeye, kâinatı okumaya ve imanı içselleştirecek altyapıyı hazırlamaya davet eder. Kuran bu sebeple müslüman olmayı ve iman etmeyi birbirinden ayırır.


    Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki: "Siz iman etmediniz. Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir." Hucurat /14

    Sözlerime son verirken şunu ilave edeyim. Kuran'da akıl kelimesi sadece fiil formu olan akletmek şeklinde geçer. Ve bu fiil kalbe nispet edilmiş, akleden kalp olarak sunulmuştur. Beyine nispet edilmemiştir.

    YanıtlaSil
  12. TC Abdurrahman Biçer .
    Buradan da anlaşılıyor ki İmanı ika eden ilk emir [Ikra'] oluyor...

    Yani kalben "Mutmain" olarak iman etmek...

    Gerisi Tasavvuf konuları...

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...