14 Mayıs 2013 Salı

Haçlı Emperyalizm ve Türk…



XX. Yüz Yıl karabasan gibi abanır milletimizin üzerine.

Cihan imparatorluğu son demlerine varmış, dünyanın devleri bu aziz devletin sahip olduğu toprakları ve tarihi mirasını paylaşmak üzere birleşmişler, bilebildikleri, becerebildikleri tüm dalavereleri topluca uygulamaya koymuşlardır. ‘Hasta adam’ı ayağa kaldırmadan ne yapılması gerekirse yapılmalıydı. Harami iştihaları, gözü dönmüş aç sömürgenler, zayıf rakiplerine saldırdıkça saldırmakta bir beis görmedi. Son darbeyi vuracak zamanı kolladılar.

Çanakkale üzerine yürüyüş nasılsa durdurulmuştu. Akıllara durgunluk verecek başarı hikâyesi allak bullak eder devlerin zihinlerini. Fakat kafalarındaki plan her nasılsa uygulama alanı bulmalı ve bu Türk belasından kurtulunmalıdır. Savaş gemileriyle, toplarla, uçaklarla, dünyanın çok yerinden devşirilmiş askerlerle geçemedikleri Çanakkale’yi, bir zaman sonra siyasi oyunlarla geçerek İstanbul’a varırlar. İşgal tüm hızıyla ve hayvani ihtirasla devam eder. İslam’ın Başşehri mahalle mahalle, sokak sokak, semt semt İngiliz, Fransız, İtalyanlarca işgal edilir. Yunan askerlerinin İzmir ve Anadolu’ya çıkmalarını teşvik ederler, böylece işgal tüm yurt (Anadolu) sathına yayılır.

Ülkeyi düşman çizmelerinden kurtarma, düşmanı püskürtme hareketleri çoktan başlamış, yurdun pek çok şehrinde milli uyanış, milli hareketlenmeler başlamıştır sessizce.

Zayıflayan Osmanlı hala pek çok cephede savaşmaktadır. Asıl vatan elden gitmektedir. Milli kuvvetlerin bir araya gelmesi, birlik beraberlik için savunmaya katılmaları elzemdir. Dirayetli komutanlar ve başkomutan sayesinde çalışmalar titizlikle götürülmektedir.

Tarih anlatacak değiliz. Bizim işimiz değil.

Şehirlerde, dağlarda kendi menfaatleri uğruna çeteleşen birliklerin milli harekete dahil edilmesi savaşın en zor yanıdır, fakat başarılır. Elde avuçta olmayan, silahlar, paralar bir şekilde oradan-buradan devşirilir ve milli harekete intikal ettirilir.

Özellikle Çanakkale ve yedi cephede savaş, millet evladını kırmış, gençlik cephelerde perişan olmuş, özellikle ilim tahsil edenler, bilgili olanlar, doktorlar, mühendisler, okur-yazarlar şahadete vararak toprak altını sağlamlaştırmışlar, geriye kalanlar ise fakir Anadolu’da kurtuluş mücadelesine girişmişlerdir.

Ve mucize gerçekleşir.

İstanbul’da söylenilen “geldikleri gibi giderler” öngörüsü, kısa bir zaman sonra gerçekleşir. İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar arkalarına bile bakmadan “geldikleri gibi” gittiler. Anadolu toprakları üstüne saldıkları Yunan askerleri son kapıdan İzmir’den denize dökülerek son temizlik de yapılır.

Ve bir cihan imparatorluğu tarihindeki yerini alarak, onun küllerinden yeni, yepyeni bir Türk Devleti vücut bulur. Türkiye Cumhuriyeti.

Tarihin hiçbir devlette kaydetmediği gelişmeler kısa bir sürede yaşanır. Kanunlar çıkartılır, okullar açılır, fabrikalar kurulur, tarımda, sanayide dev adımlar atılır. Öyle ki, uçak imal edilir ve Avrupa’ya ihracatı bile gerçekleştirilir. Deyim yerinde ise sıfırdan zirveye çok kısa bir zamanda varılır.

Bu arada dünyanın canileri boş durmazlar, fikirlerine fikir, planlarına planlar katarak Türk’ü tarih sahnesinden silme, bitirme işlemlerine devam ederler.

1938 yılının Kasım ayında bir dev, Türk’ün makûs talihini kıran ve tarih sahnesindeki yerini sağlamlaştıran Atatürk Hakk’a yürür.

Türk’e düşman olanların önü açılmıştır artık. Teşekkül eden hükümetler ve idareciler üzerinde yapılan çalışmalarla, Kur’an’ı Kerim’e, Sünnetullah’a aykırı ve hayatımızı karartacak yanlışlar peş peşe uygulattırılır. Bunun en önemli sebebi yeni yetişen neslin henüz işbaşına gelememiş olmasıdır. Cehalet özellikle idarecilerin paçalarından akmaktadır. Batılılaşma hevesleri, onların her istediklerinin yapılması olarak algılanmakta, milletimizin inanç, iman ve geleneklerinin göz ardı edildiği yıllar birbirini izlemektedir. Millet evladı hurafeler, lüzumsuz bilgiler, anlamsız hikâyeler içinde adeta boğdurulur. Kur’an hayattan kovulur, duvar süsü olarak odalarda hapsedilir.

Yaşar Nuri Öztürk, 18 Nisan tarihli yazısında; Kurtuluş Savaşı kumandanlarından Ali Fuat Cebesoy o günkü Türkiye’yi çöküşe götürmek isteyenlerin bir gerçeği göremediklerini, onun da Türk insanının azim ve imanı olduğunu söyler diyor: ‘Dış düşmanlarımız istiyorlardı ki… Bir asırdan beri Avrupa’nın anlaşarak taksimle ortadan kaldıramadığı Türkiye’nin mevcudiyetine artık nihayet verilsin. Fakat bu düşmanlar bir şey de aldanmışlardı. O da Türk’ün azim ve imanının kırılmasında idi. Hâlbuki bu mümkün değildi.’ (Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, 89) ‘O azim ve iman bugün de aynı canlılıkta mevcut mudur? Tartışmaya açık bir sorudur bu…(Yurt Gazetesi)

Cebesoy’un parmak bastığı hususun düşmanlar tarafından içeriden devşirilenlerce yapıldığı bir gerçektir. Kafa karışıklığı yaratmak, kavramların manalarını alt-üst etmek, millet evladı arasındaki kavgaların başlaması için yeterli sebeptir. Yeni bir kavga ortamı yaratmak ise, bir öncekinin alt edilmesi ile mümkün olacaktır. Bunun da çaresi yine içeriden bulunacaktır. Yanlışı yanlış ile düzeltmeye çalışmak.

“Türkiye’yi çökertmek isteyen haçlı emperyalizmle onlara içeride ‘Atatürk düşmanlığı’ adına kulluk eden dincilik ekiplerinin bir numaralı enerji kaynağı, ‘basireti tutuklar’ın sergiledikleri akıl almaz tutarsızlıklardır. Türkiye’nin geldiği yeri uzaktan seyredenler de sanıyor ki, dinciliğin giriştiği büyük işleri kotaracak bir zekâsı veya dehası vardır. Hayır! Hayır!

Dinciliğin bütün şansı, solculuk ve Atatürkçülük adına hezeyan ve hüsran sergileyen ekiplerin yanlışlarıdır. Dincilik, bu yanlışlardan yararlanmada, işbirliği yaptığı haçlı emperyalizmin hünerli stratejilerinden, toplum mühendislerinden büyük yardımlar aldı ve haçlı emperyalizmin büyük desteğine mazhar olduğu için ötekileri pestil gibi çiğneyip dümdüz etti. Olan, muhteşem iki mirasa oldu: 1. Kur’ansal düşüncenin yarattığı antiemperyalist akılcı miras, 2. Atatürk aydınlığının yarattığı antiemperyalist akılcı miras.” (Y.Nuri Öztürk, 11 Nisan 2013, Yurt Gazetesi)

İçinde bulunduğumuz durum; Mısır’da besleyip büyüttükleri diktatör Hüsnü Mübarek’i yine kendi elleriyle besleyip büyüttükleri Müslüman Kardeşlere ezdirmeleri ve Mısır’ın yönetimini onlara devretmeleri ile aynı sonuca benziyor.

Planlayan da, uygulayan da tarih boyunca Türk’ten intikam almaya çalışan haçlı emperyalizmdir.

Bendeniz, yazısını “O azim ve iman bugün de aynı canlılıkta mevcut mudur? Tartışmaya açık bir sorudur…” cümlesi ile bitiren Yaşar Hoca kadar bedbin değilim efendim, hâlâ A. Fuat Cebesoy gibi düşünüyorum:

“Fakat bu düşmanlar bir şey de aldanmışlardı. O da Türk’ün azim ve imanının kırılmasında idi. Hâlbuki bu mümkün değildi.”

Sadece, “titreyip kendine dönmesi” ve Hakikati haykırması yeterliydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...