XX. Yüz Yıl karabasan gibi
abanır milletimizin üzerine.
Cihan imparatorluğu son
demlerine varmış, dünyanın devleri bu aziz devletin sahip olduğu toprakları ve
tarihi mirasını paylaşmak üzere birleşmişler, bilebildikleri, becerebildikleri
tüm dalavereleri topluca uygulamaya koymuşlardır. ‘Hasta adam’ı ayağa
kaldırmadan ne yapılması gerekirse yapılmalıydı. Harami iştihaları, gözü dönmüş
aç sömürgenler, zayıf rakiplerine saldırdıkça saldırmakta bir beis görmedi. Son
darbeyi vuracak zamanı kolladılar.
Çanakkale üzerine yürüyüş
nasılsa durdurulmuştu. Akıllara durgunluk verecek başarı hikâyesi allak bullak
eder devlerin zihinlerini. Fakat kafalarındaki plan her nasılsa uygulama alanı
bulmalı ve bu Türk belasından kurtulunmalıdır. Savaş gemileriyle, toplarla,
uçaklarla, dünyanın çok yerinden devşirilmiş askerlerle geçemedikleri
Çanakkale’yi, bir zaman sonra siyasi oyunlarla geçerek İstanbul’a varırlar.
İşgal tüm hızıyla ve hayvani ihtirasla devam eder. İslam’ın Başşehri mahalle
mahalle, sokak sokak, semt semt İngiliz, Fransız, İtalyanlarca işgal edilir.
Yunan askerlerinin İzmir ve Anadolu’ya çıkmalarını teşvik ederler, böylece
işgal tüm yurt (Anadolu) sathına yayılır.
Ülkeyi düşman çizmelerinden
kurtarma, düşmanı püskürtme hareketleri çoktan başlamış, yurdun pek çok
şehrinde milli uyanış, milli hareketlenmeler başlamıştır sessizce.
Zayıflayan Osmanlı hala pek
çok cephede savaşmaktadır. Asıl vatan elden gitmektedir. Milli kuvvetlerin bir
araya gelmesi, birlik beraberlik için savunmaya katılmaları elzemdir. Dirayetli
komutanlar ve başkomutan sayesinde çalışmalar titizlikle götürülmektedir.
Tarih anlatacak değiliz.
Bizim işimiz değil.
Şehirlerde, dağlarda kendi
menfaatleri uğruna çeteleşen birliklerin milli harekete dahil edilmesi savaşın
en zor yanıdır, fakat başarılır. Elde avuçta olmayan, silahlar, paralar bir
şekilde oradan-buradan devşirilir ve milli harekete intikal ettirilir.
Özellikle Çanakkale ve yedi
cephede savaş, millet evladını kırmış, gençlik cephelerde perişan olmuş, özellikle
ilim tahsil edenler, bilgili olanlar, doktorlar, mühendisler, okur-yazarlar
şahadete vararak toprak altını sağlamlaştırmışlar, geriye kalanlar ise fakir
Anadolu’da kurtuluş mücadelesine girişmişlerdir.
Ve mucize gerçekleşir.
İstanbul’da söylenilen “geldikleri
gibi giderler” öngörüsü, kısa bir zaman sonra gerçekleşir. İngilizler,
Fransızlar, İtalyanlar arkalarına bile bakmadan “geldikleri gibi” gittiler.
Anadolu toprakları üstüne saldıkları Yunan askerleri son kapıdan İzmir’den
denize dökülerek son temizlik de yapılır.
Ve bir cihan imparatorluğu
tarihindeki yerini alarak, onun küllerinden yeni, yepyeni bir Türk Devleti
vücut bulur. Türkiye Cumhuriyeti.
Tarihin hiçbir devlette
kaydetmediği gelişmeler kısa bir sürede yaşanır. Kanunlar çıkartılır, okullar
açılır, fabrikalar kurulur, tarımda, sanayide dev adımlar atılır. Öyle ki, uçak
imal edilir ve Avrupa’ya ihracatı bile gerçekleştirilir. Deyim yerinde ise
sıfırdan zirveye çok kısa bir zamanda varılır.
Bu arada dünyanın canileri
boş durmazlar, fikirlerine fikir, planlarına planlar katarak Türk’ü tarih
sahnesinden silme, bitirme işlemlerine devam ederler.
1938 yılının Kasım ayında
bir dev, Türk’ün makûs talihini kıran ve tarih sahnesindeki yerini
sağlamlaştıran Atatürk Hakk’a yürür.
Türk’e düşman olanların önü
açılmıştır artık. Teşekkül eden hükümetler ve idareciler üzerinde yapılan
çalışmalarla, Kur’an’ı Kerim’e, Sünnetullah’a aykırı ve hayatımızı karartacak
yanlışlar peş peşe uygulattırılır. Bunun en önemli sebebi yeni yetişen neslin
henüz işbaşına gelememiş olmasıdır. Cehalet özellikle idarecilerin paçalarından
akmaktadır. Batılılaşma hevesleri, onların her istediklerinin yapılması olarak
algılanmakta, milletimizin inanç, iman ve geleneklerinin göz ardı edildiği
yıllar birbirini izlemektedir. Millet evladı hurafeler, lüzumsuz bilgiler,
anlamsız hikâyeler içinde adeta boğdurulur. Kur’an hayattan kovulur, duvar süsü
olarak odalarda hapsedilir.
Yaşar Nuri Öztürk, 18 Nisan
tarihli yazısında; “Kurtuluş
Savaşı kumandanlarından Ali Fuat Cebesoy o günkü Türkiye’yi çöküşe götürmek
isteyenlerin bir gerçeği göremediklerini, onun da Türk insanının azim ve imanı
olduğunu söyler diyor: ‘Dış
düşmanlarımız istiyorlardı ki… Bir asırdan beri Avrupa’nın anlaşarak taksimle
ortadan kaldıramadığı Türkiye’nin mevcudiyetine artık nihayet verilsin. Fakat
bu düşmanlar bir şey de aldanmışlardı. O da Türk’ün azim ve imanının
kırılmasında idi. Hâlbuki bu mümkün değildi.’
(Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, 89) ‘O
azim ve iman bugün de aynı canlılıkta mevcut mudur? Tartışmaya açık bir sorudur
bu…” (Yurt
Gazetesi)
Cebesoy’un parmak bastığı
hususun düşmanlar tarafından içeriden devşirilenlerce yapıldığı bir gerçektir.
Kafa karışıklığı yaratmak, kavramların manalarını alt-üst etmek, millet evladı
arasındaki kavgaların başlaması için yeterli sebeptir. Yeni bir kavga ortamı
yaratmak ise, bir öncekinin alt edilmesi ile mümkün olacaktır. Bunun da çaresi
yine içeriden bulunacaktır. Yanlışı yanlış ile düzeltmeye çalışmak.
“Türkiye’yi çökertmek isteyen haçlı emperyalizmle onlara içeride
‘Atatürk düşmanlığı’ adına kulluk eden dincilik ekiplerinin bir numaralı enerji
kaynağı, ‘basireti tutuklar’ın sergiledikleri akıl almaz tutarsızlıklardır.
Türkiye’nin geldiği yeri uzaktan seyredenler de sanıyor ki, dinciliğin
giriştiği büyük işleri kotaracak bir zekâsı veya dehası vardır. Hayır! Hayır!
Dinciliğin bütün şansı, solculuk ve Atatürkçülük adına hezeyan ve
hüsran sergileyen ekiplerin yanlışlarıdır. Dincilik, bu yanlışlardan
yararlanmada, işbirliği yaptığı haçlı emperyalizmin hünerli stratejilerinden,
toplum mühendislerinden büyük yardımlar aldı ve haçlı emperyalizmin büyük
desteğine mazhar olduğu için ötekileri pestil gibi çiğneyip dümdüz etti. Olan,
muhteşem iki mirasa oldu: 1. Kur’ansal düşüncenin yarattığı antiemperyalist
akılcı miras, 2. Atatürk aydınlığının yarattığı antiemperyalist akılcı miras.” (Y.Nuri
Öztürk, 11 Nisan 2013, Yurt Gazetesi)
İçinde bulunduğumuz durum;
Mısır’da besleyip büyüttükleri diktatör Hüsnü Mübarek’i yine kendi elleriyle
besleyip büyüttükleri Müslüman Kardeşlere ezdirmeleri ve Mısır’ın yönetimini
onlara devretmeleri ile aynı sonuca benziyor.
Planlayan da, uygulayan da
tarih boyunca Türk’ten intikam almaya çalışan haçlı emperyalizmdir.
Bendeniz, yazısını “O azim ve iman bugün de aynı canlılıkta
mevcut mudur? Tartışmaya açık bir sorudur…”
cümlesi ile bitiren Yaşar Hoca kadar bedbin değilim efendim, hâlâ A. Fuat Cebesoy
gibi düşünüyorum:
“Fakat bu düşmanlar bir şey de aldanmışlardı. O da Türk’ün azim ve
imanının kırılmasında idi. Hâlbuki bu mümkün değildi.”
Sadece, “titreyip kendine dönmesi” ve
Hakikati haykırması yeterliydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder