9 Mayıs 2013 Perşembe

Mecazlar Alfabesi



Hasan Basri Hürata üstadımız, “Yeni Alfabe Üzerine” başlıklı yazısında, incelemeleri sonucu alfabemizin değiştirilmesi gerektiği sonucuna ulaşır. Üç madde de yargısını belirtir. Biz sonuncu maddesi üzerinde duracağız, çünkü bir açılım diğer fikirleri tetikler. Alfabenin değiştirilmesi tartışmasına girmem, konudan uzağım. Türkçe üzerine çalışanlar konu hakkında değerlendirme yapabilir, benim alanım değil.

“Şu anki, alfabemiz bir tabu, nassı ilahi hiç değildir. Yeni figürlerle yenidünyalara kapı açacak simgeler dünyasına doğru derhal yelken açılmalıdır.” Bahsettiğimiz üçüncü maddesidir. Ve bizi cümlenin ikinci kısmı ilgilendirmektedir. “Yeni figürlerle, yenidünyalara kapı açacak simgeler dünyası…”

Dünya üzerinde yaşayabilmek için beş duyu ile algıladıklarımız kâfi midir? Aslında dünyada yaşamak amaç değil, tıpkı, liseye kayıt yaptırabilmek için ilköğretimi bitirmenin gerektiği gibi. Yüksek okula gidebilmek ise liseyi bitirmeye, yüksek lisans yapabilmek için ise üniversiteyi bitirmek nasıl gerekiyorsa, dünya bir sınıftır ki, bu büyük sınıfta hocaların, ailenin, çevrenin… (Rabb’ın) eğitiminden geçilerek sınıfını geçebilenler bir üst sınıfa (veya okula) kaydını yaptırabilmektedir. Öyleyse sorumlu olunan deruni konular olmalı, bunun için ise beş duyu ile algılanılanların yeterli olmaması iktiza eder. Beş duyunun yanına yeni duyuların ilave edilmesi, derinliklerin algılanıp içselleştirilebilmesinde gereklilik gibi duruyor.

Bu noktada kelimeler büyük önem arz ediyor. Aslında şurada duran ve kimseye bir şey söyleyemeyen kelimeler, kendisini Okuyup!, anlamak isteyenlerle dost oluveriyor. Taşıdığı manayı kendisi ile ilgilenip üzerinde çalışanlara açıyor (açılıyor). Kelimelerle dostluk, taşıdığı zahiri manalarının üzerine yeni, yepyeni manaları yükleyerek olmaktadır. Zevk ile ilgilidir. Sohbet eden iki kişinin aynı anda aynı zevki alabilmeleri, üzerinde durdukları kelimelere aynı manalarının verilmesi ile ilgilidir. Çekip uzatmadan, kırıp bükmeden, aynı manaları. Aksi halde sohbetten değil, nutuk iradeden kişinin siyasi söz dalaşından, tek taraflı diktesinden bahis olunabilir. Konumuz burası değil, zevk ile yaradılışa bakıp, okuyup anlayarak, isimlendirip, kelimelere büründürüp anlatabilmek isteğindeki Evliyaullah’ın halidir anlatmak istediğimiz.

Anlatmışlardır ve anlatış bildiriş devam etmektedir ‘ki, her an şan alan için ilmin sonu, ucu bucağı olamaz’. Tabiî ki anlatma söz konusu ise kullanılan araç kelimelerdir. Kullanılan kelimeler ise, şu bizim yazıp çizdiğimiz, meramımızı anlattığımız kuru kelimeler. Bu kelimelere can veren, hayat veren ise veliyullah’ın kendisidir. Bize düşen kullandığı kelimelere hangi manaları verdiğinin anlaşılması, içselleştirilmesi.

İşte bu anda mecazlar devreye girer. Zira onlar daima mecazlarla konuşur, anlatır, yazar ve çizerler. Verilmek istenen manayı direkt olarak vermezler, biraz çaba isterler, ki, bu aşama ‘tefekkür’ aşamasıdır. “En büyük ibadetin tefekkür” olması manası da böylece açıklanabilir. Kur’an’ı Kerim, Hadisler ve tasavvuf büyüklerinin anlattıkları tamamıyla mecazlar ve işaretlerledir. İlim ap-açıktır, güneş gibi. Her isteyen ulaşır, fakat istemek, niyet mühimdir. Balçıkla sıvanamaz lakin körler asla göremezler güneşi.

Âşık Veysel sazı ile konuşur:

“Ben gidersem sazım sen kal dünyada / Gizli sırlarımı aşikâr etme / Lal olsun dillerin söyleme yâda / Garip bülbül gibi ah-ü zar etme”

Kelimelerin zahiri manası ile düşünecek olursak, almış eline sazını söylüyor diye düşünürüz. Oysa değildir. Sırlarını tevdi ettiği talebesine bıraktığı bir emirdir. Verdiği ilmi, sahibini bulana kadar saklayacak ve sahibini bulduğunda teslim edecektir. Sır ancak sahibine, layık olana teslim edilir. Kendisi dünyasını terk ettikten sonra, bıraktığı ilmi (sırları) talebesi söylemeye devam edecektir.

Hangi dili konuşursanız konuşun, hangi harflerle yazarsanız yazın sonuç değişmez. Dünyaya gelişin manasını çözmek, yetişmenin ipuçlarını tespit etmek, Kur’an’ın derinliklerine nüfuz etmek için sembolik anlatımların dışına çıkılarak, zamanın ilmi, asrın idraki ile manaya nüfuz edip boyutlardan, boyutlara seyahatle mümkün olacaktır.

Bunun için ise mecazlar alfabesi iyice bellenmelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...