‘Acele eden ecele
gider’miş. Acele ‘şeytanın işi’ymiş.
Bunları bildiklerini
sanırlar. Kendilerini allame sanırlar. Çokbilmişlikleri yüzlerinde alaylı bir
sırıtık bırakır, muhataplarını küçümseyerek, müstehzi bir edayla karşılarlar. Hatta
utanmadan ‘bunları biz biliriz’ diyerek, kendilerine karşı fikir geliştirenleri
cehaletle suçlarlar.
Ah cehalet! Sen ne laflar
ettirirsin böyle. Sen sahip olduğun bedenleri ne kadar cesur hale getirirsin.
“Her gün ayrılıkçı yazılar okumak ve her akşam bölücü konuşmalar
dinlemek zorunda kalan toplum, yavaş yavaş bölücülüğü kanıksamaya başladı.
Vatan, millet ve bayrak sevgisi yadırganır oldu.”
(1) Üstteki kısa tarif yöneticilerinin, ülkeyi ve insanımızı getirdiği son
nokta budur. Cahilin, tanımadığı cesaret söylemleri, kendisinin kuyusunu
kazması ile birdir. Ama cehaletinden bir türlü kavrayamaz içinde bulunduğu
durumu. Efendilerinin emirleri doğrultusundaki eylemleri, kendisi ile birlikte
çevresindekileri ve tüm milleti uçuruma sürüklemeye doğru götürür. Bir yandan
da rahattır, çünkü iyi bir şey yaptığını sanmaktadır. İyi bir şey yaptığını
sandığı için de, zevk alarak aynı şeyleri yapmaya devam eder. Adeta, beyni
uzaktan idare edilmektedir.
Biz cehaletten dem vurduk
ya, bir değerli yazarımız da tam tersini kibarlık olsun diye söylemiş: “Hiçbir şey bilmiyor; cahil desem,
yakıştıramam. Elbette bilgilidir, elbette biliyor. Bilmese ‘Türk’ü ayaklar
altına alır mı?”. (2) Alır, siz kibarlığınızdan
diyemiyorsunuz, ama bize vız gelir tırıs gider. Cahil diye nitelediğimiz
‘köylü’ kısmı susar! Bu suskunluk cehaletinden değil, irfanındandır. Cehalet;
Her şeyi bildiğini iddia edenlerden fışkıran deve dikenidir. Bu cehalet
üzerinde duralım biraz:
Gücünü test eden kişi,
diğerlerinden daha fazla güç atfedebilirse kendinde, diğerlerini ezme,
küçümseme, hor görme ve/ya yok etme noktasına gelir. Kendisinin
bağımsızlaştığını, özgürleştiğini filan düşünür ve kendisi öne geçer. Her işte,
her konuşmada, her eylemde kendisi vardır. Onun, ‘Ben’i öne çıkmıştır ve
gözleri kararmıştır. Eskiler bu duruma ‘kemâlden zevale’ geçmek derlerdi.
Tasvire çalıştığımız duruma bir ad verilmek gerekse, ‘cehalet’ en uygun kelime
gibi duruyor. Bilerek azgın sulara atılmak gibi… “Özgürlük” sandıkları şey,
“kibir”lerinden başka bir şey değil. Kibirleri, toplum menfaatinin önüne
geçmiş, millet ezilebilir bir varlık olmuş.. Ne gam!
Şimdi şu lafa bakınız: “Sen Hakkâri’de bir tane Türkiye bayrağı
sallayamadın”! Bu cümlenin manası nedir? Kiminle
konuşuyorsun ve kime bayrağı tarif ediyorsun? Doğrular ne zaman söylenir? Hatta
zamanı mı vardır? Doğru, iyi, güzel her zamanın harcı olmalıdır. Olamıyorsa
burada ancak ‘cehaletten’ bahis söz konusudur. Ya da dilim varmıyor söylemeye
ihanetten. Türkçe’ye, Türk’e ihanetten.
Sık sık başvurulan tevil
yolu nedir? Niye ‘ben
öyle söylemedim, asıl amacım şudur’ demek zorunda kalır insan?
Söylenecek lafların manalarını bilmediği ortaya çıkmaz mı? Öyleyse biz bu
kişiyi ‘cehalet’le anarsak yanlış mı yapmış oluruz? Neymiş, ‘Ben Türk Değilim’
diyen bir milletvekili, aslında öyle söylemek istememişmiş. Bunu bizler böyle
anlıyor ve yorumluyor muşuz. Haydi oradan bre ‘cahil’ seni… Biz ne zaman o
milletvekilinin etnik kökenini merak etmişiz, “etnik milliyetçilik” yapan kimlermiş? Ya
söylediklerinin anlamını bilmiyorlar, ya da…
Suç, belli ki yaptırımı
vardır, özellikle bile isteye yapılan suçlarda yaptırım ağırlaştırılır.
Muhafazakâr aklın kendini avuttuğu bir nokta vardır. Suçtan kaçmak için bir
avuntu bulur, günaha saplanmayı tercih eder, çünkü günahın yaptırımı yoktur.
Gelecek zamanlarda ise, bir kadir gecesi idrak eder, bir hac tavafı ile de
bütün günahlarından arınır. Böyle düşünür muhafazakâr akıl. Gelin bir sıfat
verelim bu düşünce sahibine, ne diyebiliriz: Ancak, ‘cahil’. Ettiği
şikâyetleri, arzuları, mutsuzlukları sebebiyle, cehaletindendir ki, günaha
saplanmaktan korkmaz.
“Kör cehalet çirkefleştirir insanları..”
(Hz.Mevlâna)
Niyedir bu acele, nedendir
bu eftik, yangından mal mı kaçırıyorsun, kimler acele ettiriyor seni?...
Hani sen her şeyi
biliyordun?
“Şimdi burada, karşımıza şöyle bir soru çıkıyor:
- Aklımızı nasıl kullanırız?
Bu sorunun cevabını da ilim adamları şöyle veriyor:
- Aklımızı okumakla, araştırmakla, düşünmekle, kelime dünyamızı
zenginleştirmekle kullanabiliriz, geliştirebiliriz. Okumadan, araştırmadan,
incelemeden, düşünmeden aklımızı kullanamayız. Pek ala, insan neyle düşünür?
İnsan kelimelerle düşünür, kelimelerle konuşur. Kur’an boşuna mı oku emriyle
başlıyor. Okumayan, bilmeyen, düşünmeyen bir insan, aklını nasıl kullanabilir?”
(3)
(1) Ahmet
Sevgi, 23.02.2013, Yeniçağ
(2) Arslan
Tekin, 23.02.2013, Yeniçağ
(3) Yavuz
Bülent Bakiler, 20.09.2005 Tercüman
Allah razı olsun sizden.Çok güzel anlatmışsınız.Cahilden evliya olurmu oluyor işte.Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış.İnşallah bu yalancının mumunu söndürecek bir ulema çıkar.
YanıtlaSil