‘Türklükten istifasını’
okumuştuk Ertuğrul Özkök’ün (*). Sonra
Ahmet Hakan, “sıkıysa Beyaz Türklükten de
istifa et” demişti. Bu kere Özkök itiraflarıyla taşı
gediğine koydu. Bulunmaz bir örnekleme imkânı verdi bize de. Buyurun birlikte
okuyalım 19 Şubat tarihli yazısından Özkök’ü:
“Ben de aynı samimiyet ve inançla onun için şunu yazabilirim: ‘Sevgili
Ahmet, sıkıyorsa sen de hayatın nimetlerinden vazgeç bakalım’
İkimiz de geçemeyiz. Artık çok geç. Çünkü ikimiz de bu ülkenin
‘sonradan görme çocuklarıyız…”; -Ben Kahramanlar’dan çıktım geldim, sen
Silivri’den. –Ben bir matbaa işçisinin çocuğu olarak doğdum, sen bir memurun
çocuğu olarak. –ikimiz de iyi şarabı 40’lı yaşlarımızdan sonra tattık. –ikimiz
de iyi arabalara 40’lı yaşlarımızdan sonra bindik. –İkimiz de iyi restoranları
40’lı yaşlarımızdan sonra öğrendik. –ikimiz de hayata alnı secdeye değen
ailelerde başladık. –Ben senden biraz daha önce, sen benden biraz daha sonra,
muhafazakâr olmayan dünyayı da tanıdık.
Yani arkadaşım diyeceğim ki, bunca nimeti geç gördük…
Dolduruşa gelip, erken kaybetmeyelim…
Ha sonradan görmeliği de hor görme…
İyi insana minnet duygusu, şükretme itikadı verir…”
Kim ne derse desin, ben
samimi itiraflar olarak okudum. Neler var bu itiraflarda neler… Dünyanın
lezzetleri, mal-mülk sevdasının kararttığı gözler, ötekini kıskançlık, haset,
elindekine sıkı sıkıya sahip çıkma ve biriktirme arzusu, geçmişteki fakirlik
günlerine lanet, sonradan görme diyerek -anasını-babasını- küçümseme, sahip
oldukları sandıklarının tepilemez, bırakılamaz, ulaşılması herkes için imkansız
olan şeyler olduğu.. Ohoo neler var neler!
İşte budur asrımız insanın
idrakine vurulan gem. Nasıl da kendini bağlıyor, nasıl da kendini
sınırlandırıyor insan. Oysa vazgeçemeyeceklerini anlattıkları ıvır-zıvır
şeyler. Hiçbir değerinin olmadığı, çarşıda pazarda satılan adi şeyler. Senin
insanlığına katacağı hiçbir ulviyet yok, sana yükselebileceğin hiçbir basamak
vermiyor, “Var biraz da sen oyalan” kabilinden
önemsiz şeyler.
Ama vazgeçemezler, her
ikisi de vazgeçemez. Dünyanın tadı damaklarında durduğu müddetçe vazgeçemezler.
Doğrusu sahip olduklarından vazgeçip (bu kelime mecburen kullanılmaktadır) adam
gibi bir ömür sürmeleri çok ama çok zordur. Adam olma vasıfları bir kişide
yoksa vazgeçmek de neredeyse imkânsızdır.
İsterseniz sahip
olduklarını yeniden okuyunuz medyanın en üstünde oturan ve
yetkilendirilenlerin. Dikkat buyurunuz, insanlığa dair ne göreceksiniz? Hiçbir
şey. Tamamı, hayvan ihtiyaçlarını gören, beden hayvanının ihtiyaçlarını gören
ıvır zıvır değersiz şeyler. İşte terk edemedikleri kendilerince muazzam olan
şeyler, görünüz ve bizleri kimlere, nasıl mecbur ettiklerini anlayınız.
Bir makalesinde şunları
yazar Sibel Topçu: “Varlık,
ZATından her an yepyeni oluşlarda, boyut boyut açığa çıkmakta, güller gibi
açılmakta… Bizler ise bunca sonsuz frekanstaki oluşumun içinde, trajikomik bir
şekilde, kaba madde boyutuna ait algı reseptörlerimizle tümünü anlama, idrak
etme ve değerlendirme telaşı içindeyiz. Bu telaşın zihnimizde kaldırdığı toz
bulutu içinde hem hiçbir oluşumu hakkıyla değerlendiremiyor, hem de bir
değerlendirme merci gibi habire çabalayıp toz kaldırıp duruyoruz zihnimizin
içinde”.
Olay budur,
değerlendiremeyiz, çünkü oluşların! Her an boyut, boyut olageldiğinin farkında
değiliz, dünyadaki ömrümüzü mal-mülk, zevk-sefa içinde geçirelim yeter
telaşındayız. Oysa bunların hayvan ihtiyaçlarından farkının olmadığını
anlayabilmeliyiz. Tüm algılarımızı maddenin anlaşılması ve beden zevklerimizin
tatminine teksif edersek, asıl bizden istenen ulvi manaları kavramamız mümkün
olmayacaktır.
“Ey iman edenler… Sizden kim dininden dönerse (bilsin
ki) Allâh (onun yerine) öyle bir topluluk getirir ki, (O) onları sever, (onlar da) O’nu severler… İman edenlere karşı alçak
gönüllü, hakikati inkâr edenlere karşı onurludurlar. (Onlar) hiçbir kınayanın
kınamasından korkmaksızın, Allâh uğruna mücahede ederler… Bu Allâh’ın fazlıdır
ki, onu dilediğine verir… Allâh Vasi’dir, Aliym’dir”.
(Maide/54)
“Onları sever, O’nu
severler”.. İşte mesele budur. O’nu sevmek. Bu vakit, O da, Onları sevecektir.
Bunun için lazım olan ise, “kendisinden başkalarını” kalpten, zihinden,
beyinden def etmektir. Ne varsa, kendisinden gayrı atmaktır zihin dünyasından,
inanç sınırlarından, iman dairesinden. Dünya ve dünyalıklarda bunların
içindedir.
Niyâzî Mısrî (K.S.) “Âşıkın
cennetidir aşk ile cehennemde olmak, Lakin ona aşksız cennet cehennemdir”
buyurur. Dünyalığa, örnekte belirtildiği gibi aşkla bağlanmak ise cehennemi
olsa gerektir. O cehennemdeki rahatlık kısa süreliğine dünyayı tanzim etse de,
sonsuz hayattaki olumsuzlukların da doğumuna sebep olacaktır. Öyleyse gönlü
dünyalıklardan boşaltmak ve sahibine vermek gerekecektir. Sıkı sıkıya bağlanmak,
sahiplenmek değil!
Doğrusunu ancak Allâh
bilir.
(*) Gerçi Mustafa Aslan, Özkök’ün istifasını
yanlış kişilere (Türk olamayanlara) verdiğini, oysa istidasını vereceği
adresinin bir Türk Milliyetçisi olması gerektiğini anlatarak, ‘ya bu
deveyi güdeceksin ya da bu deveyi sana güttüreceğim, başlıysan baş eğecek,
dizliysen diz çökeceksin’ diyerek, istifanın mümkün olmadığını,
kaderini yaşacağını belirtmiştir.
Abdurrahman Biçer:
YanıtlaSilŞeytanın İnsana verdiği vesvese sonucu doğan fitne-fesat; sonuçta Dünyayı Cennet olarak gösterir İnsana...
Dünyayı Cennet olarak algılayan İnsan; mala tamah edince İnsanı da katletmiş olur...
Kürşad Şendal :
YanıtlaSilÖZÜKÖKÜKURUYASICA ERTUĞRUL'A İTHAF...
Hakkari’de Hudut Komutanı Albay Cemalettin Doğan, Dağlıca köyünü ve kanaat önderi Latifan Katırcı’yı ziyaret eder…
Daha önce Dağlıca’da 30 yıl imamlık yapan 81 yaşındaki Latifan Katırcı, sabah ve akşam namazlarının ardından ordu ve millet için dua ettiğini belirterek, misafirlerine şunları söyler: “Biz Müslümanız. Bakıyorum ordu ne ordusu, Müslüman. Biz Mecusi değiliz, Hıristiyan değiliz. Yaşım 81’e girdi, ben bu bayrağın altında yaşıyorum. Babam, atalarımız, bu bayrağın altında yaşıyorlardı… Bu devlete yan bakana, benim canım dahi olsa, Allah cennet yüzü göstermesin.”
Latifan Katırcı’nın “ben bu bayrağın altında yaşıyorum. Babam, atalarımız, bu bayrağın altında yaşıyorlardı” sözlerinin altını çiziyoruz.
Selam olsun Latifan Katırcı’ya ve onun gibi düşünenlere…