4 Temmuz 2011 Pazartesi

“Samsun’a çıktığım gün umumî durum ve manzara”

1919 yılı Mayıs ayının 19 uncu günü Samsun’a çıktım. Umumî durum ve manzara: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, Dünya Savaşında yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Harb’in uzun yılları boyunca, millet yorgun ve fakir bir halde. Milleti ve memleketi Dünya Savaşı’na sokanlar, kendi hayatları endişesine düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve Hilafet makamında bulunan Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını emniyete alabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz, korkarak, yalnız Padişah’ın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecek herhangibir duruma razı.

Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta…

İtilâf Devletleri, ateş-kes anlaşmasının hükümlerine uymağa lüzum görmüyorlar. Birer vesileyle itilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana vilayeti Fransızlar, Urfa, Maraş, Gaziantep İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askerî birlikleri. Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ve ajanlar faaliyette. Nihayet, başlangıç kabul ettiğimiz tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919 da, İtilaf Devletleri’nin uygun görmesiyle Yunan ordusu İzmir’e çıkartılıyor.

Buradan başka, memleketin her tarafında, hristiyan azınlıklar gizli, açık, milli emel ve maksatlarını gerçekleştirmeğe, devletin bir an evvel çökmesine çalışıyorlardı.

Sonradan elde edilen bilgiler ve vesikalarla iyice anlaşıldı ki, İstanbul Rum Patrikhanesi’nde teşekkül eden Mavri Mira Cemiyeti,(vesika 1) vilâyetler dahilinde çeteler kurmak ve idare etmek, mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Kızılhaç’ı, Resmi Muhacirin Komisyonu (Göçmen işleri komisyonu), Mavri Mira Cemiyeti’nin faaliyetlerini kolaylaştırmakla vazifeli. Mavri Mira Cemiyeti tarafından idare olunan Rum okullarının izci teşkilatları, yirmi yaşından büyük gençler de dahil olmak üzere, her yerde kuruluyor.

Ermeni Patriği Zaven efendi de, Mavri Mira Cemiyeti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da, tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyor.

Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde teşkilat kurmuş ve İstanbul’daki merkeze bağlı olan Pontus Cemiyeti rahatça ve başarıyla çalışıyor (ves .2).

Durumun dehşeti ve korkunçluğu karşısında her yerde, her bölgede bir takım kimseler tarafından bunlara karşı kurtuluş çareleri düşünülmeye başlanılmıştı. Bu düşünceyle girişilen teşebbüsler bir takım cemiyetler doğurdu. Meselâ Edirne ve Çevresinde Trakya – Paşaeli adıyla bir cemiyet vardı. Doğu’da (Ves. 3) Erzurum’da ve Elazığ’da (Ves.4) genel merkezi İstanbul’da olmak üzere Vilayat-ı Şarkîye Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti  (Doğu Vilayetleri Milli Hakları Koruma Cemiyeti) kurulmuştu. Trabzon’da Muhafaza-i Hukuk (Hakları Koruma) adında bir cemiyet  mevcut olduğu gibi, İstanbul’da da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti (Trabzon ve Çevresi Bağımsızlık Cemiyeti) vardı. Bu cemiyet merkezinin gönderdiği temsilcilerle, Of kazası ile Lazistan (rize) sancağı dahilinde şubeler açılmıştı (Ves.5,6)

İzmir’in işgal olunacağına dair mayısın onüçünden beri apaçık belirtiler gören, İzmir’de bazı genç vatanseverler, ayın 14/15 inci gecesi bu çok ıztıraplı durum hakkında görüşmeler yapmışlar ve oldu-bitti haline geldiğine şüphe kalmıyan Yunan işgalinin ilhakla neticelenmesine engel olmak kararında birleşmişler ve Redd-i İlhak (Yunan hakimiyetini reddetme) prensibini ortaya atmışlardır. Aynı gecede bu maksadın herkesçe benimsenmesini sağlamak için İzmir’de Yahudi Maşatlığına toplanabilen halk tarafından bir miting yapılmışsa da, ertesi gün sabahleyin, Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle bu teşebbüs ümid edilen derecede maksadı sağlayamamıştır.

(Bu girişten sonra memlekette kurulan dernekler, teşkilatlar, teşebbüsler hakkında uzun uzun bilgi verilir, daha sonra ordunun durumu ve kendilerine tevdi edilen müfettişlik vazifesi ayrıntılı olarak anlatılır.)

Düşünülen Kurtuluş Çareleri:

Şimdi efendiler, müsaade buyurursanız size bir soru sorayım: bu durum ve şartlar karşısında kurtuluş için nasıl bir karar hatıra gelebilirdi?

İzah ettiğim hususlar ve müşahedelere göre üç çeşit karar ortaya atılmıştı.

Birincisi: İngiltere’nin himayesini istemek.

İkincisi: Amerika’nın mandasını istemek.

Bu iki çeşit karar sahipleri, Osmanlı Devleti’nin bir bütün halinde korunmasını düşünenlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nu, muhtelif devletler arasında paylaşılmasındansa, bütün halinde, bir devletin himayesi altında bulundurmayı tercih edenlerdir.

Üçüncü karar: mahalli kurtuluş çarelerine başvurmak… Mesela bazı bölgeler kendilerinin Osmanlı Devleti’nden koparılacağı ihtimaline karşı ondan ayrılmamak tedbirlerine başvuruyor. Bazı bölgeler de Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağını ve Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılacağını oldu-bitti kabul ederek kendi başlarını kurtarmağa çalışıyorlardı.

Efendiler ben bu kararların hiç birisinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü, esassızdı. Hakikat şu ki, içinde bulunduğumuz tarihte, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da paylaşılmasını sağlamağa çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun istiklali, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi mânâsı kalmamış bir takım boş sözlerden ibaretti.

Neyin ve kimin korunması için, kimden ve ne yardım sağlanmak isteniyordu?

O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi?

Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da milli hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir TÜRK devleti kurmak!...

İşte daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da, Anadolu topraklarına ayak basar asmaz uygulamasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.

 Bu kararın dayandığı en kuvvetli muhakeme ve mantık şuydu: esas Türk Milleti’nin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık görülemez.

Yabancı bir devletin himaye ve efendiliğini kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, aciz ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir, gerçekten bu seviyesizliğe düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilmez.

Hâlbuki Türk’ün haysiyeti ve gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa, mahvolsun daha iyidir!..

Öyleyse ya istiklâl, ya ölüm!

İşte hakikî kurtuluşun parolası bu olacaktı.

(1000 temel eser, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı yayınları,birinci basılış,Milli Eğitim Basım evi,İstanbul 1973- 1.Cilt )

(NOT: Yorumsuz.)

(1927 de CHP genel kurulunda 6 günde okunan hitabenin giriş cümleleri böyledir.)

1 yorum:

  1. mÜKEMMEL VE GERKLİ tam ZAMANINDA BİR AÇIKLAMA, HA
    NEYZENDEN MESAJ VAR
    Gerçek ve Katıksız Türk milliyetçileri, SON ASRIN EN BÜYÜ TÜRKÜ Gazi Mustafa Kemale dil uzatamaz..Atatürk düşmanları büyük Türk milletinin de şifa bulmaz düşmanlarıdır. Amerikan dır,Fıransız dır İngiliz dir. Haçlıdır, PKK lıdır veya bunların işbirlikçisidir. Yârin sokaklarda çirkin yüzlerini görmeniz mümkündür. Atatürk ü sevmeyen, onun kurtardığı vatanı da Türk milletini de sevemez.
    Ne diyor neyzen Teyfk: İŞGALDEKİ HALİ SAKIN UNUTMA, ATATÜRKE DİL UZATMA SEBEPSİZ. SEN YİNE ANANDAN DOĞARDIN AMMA, BABAN KİMDİ BİLEMEZDİN ŞEREFSİZ.
    TIRLATMA MİNNET VE ŞÜKRANLARIMI SUNUYORUM

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...