30 Mayıs 2011 Pazartesi

Sınırlı Kafalar

Bir başkalaşma, derin yabancılaşma, Kendi’den uzaklaşma, medeniyetin harikulade tarz-ı hayatından kopma, “zamanın buyruklarından” yüz çevirme, görme ve duyma melekelerini kaybetme, şehirde köylü hayatı, kütüphanede ancak hizmetkâr… üstüne üstlük camide mükemmel Müslüman!

Bu bizim hayatımız.

Kimseyle taşkalası olmamasına rağmen, Hak bildiği, doğru bildiğini korkusuzca haykırır, kimi zaman da haykırışları sertleşirdi. Kırıcı bile olduğu durumlar olmuştur. Fakat hiç bir durumda kendine kazanç sağlamayı düşünmez, sadece Hakkın yanında olduğunu bilen bilirdi. Eleştirileri ok gibi saplanırdı hedeftekine. Hiç tahammül edemediği, ateşle barut misali hemence patladığı anlar ise, hakikatle ilgisi olmayan sözleri, maneviyatla alakasız deyişleri, kimin söylediği belli olmayan ve Ululara mal edilen sözde cümleleri alelade kullananların, o sözleri, cümleleri “O”nlara mal etme alışkanlıklarıydı.

O kadar çoktular ki, hangi biriyle savaşacağını bile bilemiyordu. Tek tek de gelmezlerdi. Topluca saldırırlar, anlaşmışlar gibi hep bir ağızdan aynı konuyu dillendirirlerdi. Anlaşılmaz, inanılmaz biçimde haber alıyorlardı birbirlerinden. Söylenilenin yanlış olduğunu bile bile nasıl da savunurlar, nasıl da çemkirirlerdi. Mahalli yayınlar hariç yirmiye yakın gazete, dokuz civarında televizyon, üç yüz kadar dergi, binden fazla internet ortamından yayın yapan saha, o kadar büyüktüler ki, o kadar çoktular ki, yetişmek mümkün değildi. Fakat bir zayıflıkları vardı kendilerinin asla kabul etmediği, zayıftılar, sığdılar, onların karşısında söylenecek bir çift kelam susmalarını sağlardı. Korkaktılar ayrıca, sürülerle gezinenler gibi, tek olduklarında ne fikir, ne söz söyleyebilirdi. Kendi ortamlarında aslan kesilenler, sağlam duruşlu, emin insanlar karşısında dut yemiş bülbüle dönerlerdi.

En çok sevdikleri konular, bin beş yüz yıl evvel yaşanmış hikâyeleri balandıra ballandıra anlatmalarıdır. Öyle zevk alırlar ki, ağladıkları bile görülmüştür. Bu günden habersiz yaşarlar. Zamandan habersiz ve bilgisizdirler, Kur’an Ayetleri onlar için ap açık anlamlarını açmışlardır. Onların anladığı manalar dışında bir mana yüklemek dinden çıkmak için yeterlidir. Bilmezler ki, gerçekte şirk içindedirler. Kur’anı sınırlamaktalar, Allah’ın gücünü sınırlamaktalar.

Günlerden bir gün, kirli sakallı, hacı yağı sürmüş, gümüş yüzüklü, kısacık kesilmiş bıyıkları ile onlardan olduğu hemen belli olan birisi, Gökalp Dede’nin de bulunduğu ortamda bir ayet hakkında konuştu. Mealini okudu, manasını söyledi. Diğer birisi de aynı ayete farklı mana yükleyerek anlattı. “Olamaz” dedi, badem bıyıklı, “olamaz, söyledim ya manası budur, bundan başka bir şey olamaz..”

-“Sen kim oluyorsun breh, Allah’ın gücünü mü azaltıyorsun. Sana ne.” Diyerek gürledi Gökalp Dede. “Söylediği anlam yanlış mı? hayır değil. Böyle bir anlamı olabilmez mi? olabilir. Peki sen kim oluyorsun da, illede benim dediğim diyerek Kur’an ayetlerinin manasını sınırlıyorsun. Sen kim oluyorsun? O Kur’an ki tüm zamanlara, tüm mekânlara, hitap eder, cihanşümuldur. Hem bu güne hem bin yıl, bir milyon yıl sonraya hitap eder, senin kısa aklınla bu gün söylediğin açıklama peki bin yıl, milyon yıl sonra da mı geçerli olacaktır? Sakın böyle konuşmaktan. Kur’anın Koruyucusu, Onu gönderendir.”

Sırnaşarak, yalakalanarak, alttan alarak;

-“Ama biz böyle öğrendik.” Dedi.

Olabilirdi, öğrendiği yanlış ve veya eksik olabilirdi. O eksikliğe rağmen, anlamın sadece bu kadar olduğu ısrarını yapmak tehlikeliydi. Gökalp Dede’yi kızdıran da bu anlayıştı.

 Dedeyi görecektiniz. Yavrusuna kanat geren kartal gibiydi.

1 yorum:

  1. Çok güzel elinize sağlık. Çok hikayeniz var okuyacağımız anlaşılan. Devamını bekleriz...

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...