25 Ekim 2020 Pazar

Yakın Geçmişe Dair Düşünceler…

  

“Bunlar seçimi kaybetseler bile, iktidarı teslim etmezler” diyenleri haklı çıkarırcasına, İki seçim iptal edildi ve erken seçime gidildi.

İlki genel seçimlerdi. Karar alındıktan sonra 180 derece farklı bir politikaya sığındılar. Terör eylemleri yükseldi. Art arda yurt içinde bombalı eylemler yapıldı, 500 civarında cana mal oldu. Güneydoğu’da terör örgütünün şehir yapılanmasının şehir içinde yaptığı faaliyetlere evvelinde ses çıkartmadıklarından, tüneller, tahkim mevkileri inşa etmişlerdi, onlara karşı doğrudan harekete geçtiler ve günlerce çatışmalar yaşandı. Millet içerisinde korku büyüttüler. Her gün gelen şehitlere ağlamaktan, taziye toplantılarından ne seçim ne kimin yöneteceğini düşündü millet, ta ki, seçim günü gelinceye kadar. Artık, düşünmeye de zaman kalmamıştı. En iyisi eskisini yeniden işbaşına getirmekti. Ve başarılı oldular.

İkincisi yerel seçimlerdi. Sonuçta yeniden bir hezimet yaşandı. Ellerinden gelse yurt sathındaki seçimlerin tamamını iptal ederlerdi, bunu göze alamadılar. Yalnızca İstanbul seçimlerinin, Belediye başkanı tarafını iptal ederek 2 ay sonraya gün verdiler. İlkinde 13 Bin oy farkı olan seçim sonucu, bu kez 800 Bin farka çıktığından artık ses çıkartacak halleri kalmamıştı ve Yüksek seçim Kurulu sonuçları açıklamaya başlamadan, adayları televizyon kameralarının önüne çıkarak, rakibinin seçimi kazandığını açıkladı.

İstanbul yerel seçimleri, zaten yolundan gitmeyen treni iyice raydan çıkardı. Neredeyse devrilmeye yüz tutan trenin görevlileri, yolcularının rahatını sağlamaya yönelik çabalardan vaz geçerek, kendi geleceklerini düşünmeyi yeğlediler. Sonuçta, adalet önünde savunma yapmakta vardı. Hiç istemeseler de, aralarından da ayrılanlar, trenin sağlığı ile de ilgileniyorlar, onların ilgilendiklerini anladıkları anda basıyorlardı yaygarayı. Buna mecburdular. Ne kadar gürültü çıkarırlarsa, bulundukları yerde kalmaya o kadar devam edebilirlerdi. Sağlamak istedikleri de buydu sadece. Öyle bir hale geldi ki, kendi akıllarına bile kendileri karşı çıkmaya başladılar. Her sözleri, bir önce yaptıklarının eleştirisi üzerine oluyordu. Ya, lügatte kelime bitmişti, ya da kelimelerin yüklendiği anlamdan uzaklaşmışlardı. Dilleri bile sürçse –bir bildiği vardır.. Denilen zamanlardan, kendi içlerinden çıkarttıklarının bile ağır eleştirilerine muhatap olmaya başlamışlardı. Bu sıkıntılar yaşanırken, tüm dünyayı sarsan Covid-19 pandemisi tuz-biber olmuştu. Üstüne üstelik derin bir ekonomik krize yuvarlanılmış, iktidar sahiplerinin inadı, ihtirası yüzünden yanlış alınan ekonomik kararlar sebebiyle kriz günden güne gittikçe derinlik kazanmaya başlamıştı. Yanlış olduğu bilinen fikirlerini bile, uygulamaya koymaya ısrarla devam ettiklerinden, inat ve ihtirasları yüzünden ileriyi göremez, doğrulara yanaşamaz olmuşlardı. Tek bildikleri –en büyüğünün kendileri olduğuydu.

İşler yerindeyken, yurtdışından sermaye akıyorken, akıllı olanın kendisi olduğunu söylemekten çekinmeyenler artık, akıllara değil duygulara hitap etmek ve insanların ihtiyaçlarından ziyade hayallerinde kurdukları dünyalara hitap etmeyi kurtuluş olarak görmeleriydi. Bu sebeple, hayal bile olsa yeni keşifleri ilan etmek, sayısız fabrikalar açmak, vaka – hasta sayılarını gizlemek, enflasyon oranlarının düşük çıkmasını sağlamak üzere hesaplama yöntemleriyle oynamak gibi akıl almaz ve akıllı insanların yapmayacağı şeylere tevessül bile etmişlerdi. Tıpkı eşkıya ahlakıydı bu. Eşkıyanın bildiği yalnızca silah ve kuru gürültü oluyordu.

Bir zamanlar desteğini sağladıkları sermayeyi de yitirmeye başladılar yavaş yavaş. Çünkü dağıttıkları işler, ihaleler bir elin parmak sayısını bile aşmayan çıkar birlikteliği yapılan şirketlere (kişilere) veriliyordu.

Bir yandan da, kalite düşüklüğü yaşanmaya başlamıştı. Yanlarına aldıkları seçme kişilerden akıl almaz hareketler, inanılması güç yorumlar yükseliyordu. Sahibi oldukları gazeteler, dergiler, radyolar, televizyonlar nerdeyse ülkenin tüm yayın organlarının tamamı olduğu halde, -seslerinin duyurulamadığından dem vuruyorlar. Daha fazla, daha fazla istiyorlardı. Oysa seslerinin duyurulmasını sağlayacak nitelikte insandan mahrumdular, yazık ki, bunun bile farkında değildiler. Gazetelerinin okuyucusu, televizyonlarının seyircisi yok denecek seviyedeydi.

Devlet kurumlarına atadıkları insanların, ne kanundan, ne hukuktan, ne insan haklarından, ne kul hakkından haberleri vardı. Akıllarına gelen her şey sanki ilahi geliş!miş gibi ya hemen söylüyorlar, ya da uygulamaya geçilyorlardı. Sonuç olarak da bu durum, kendi fikirlerinin ölümüne neden oluyordu. Çünkü söylenen veya uygulanan her ne ise bir önce söylenen veya uygulananın tersi, eleştirisi oluyordu. Kendileri, kendilerinin eleştirisini yaptıklarının bile farkında değildiler.

Ve öfke egemen oldu tüm yapılan ve söylemlere. Çünkü yaptıkları ve söylediklerinin bugünün insanında ciddi bir karşılık bulmadığını görüyorlar, daha ötesini de bilmediklerinden kalıyorlardı ortada, nefesleri kesiliyordu. Gittikçe de ötekileştiren bir dilin sahibi olup çıktılar. Hatta inançlı olduklarını söyledikleri dinî bilgilerini bile kavgalarına alet etmekten kaçınmadılar.

Hırçınlıkları, öfkelerini artırdı, öfkeleri hatalarını…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...