Çok iyi bir karısı vardı. O
kadın olmasa idi Osman çoktan intihara sürüklenirdi. Karısı da epey bir süre
depresyon, iç sıkıntıları, baş ağrıları yaşadı. Bunalımdan çıkmayı başarmak
için çalmadığı kapı kalmadı. Uzun yürüyüşler kurtardı onu. Bir başına çıkıp,
kilometrelerce yürür, yürürken diline dolaşan türküleri mırıldanır, hatıraları
sıralar içinden, kafasından resimler çizerdi ve çizdiği resim hep Tuğrul
olurdu.
Yine bir yürüyüş sırasında,
yaya geçidinden hızlı adımlarla geçerken, kendisinden binlerce defa daha hızlı
bir otomobil geldi ve… Hastaneye bile yetiştiremediler. Oracıkta can verdi.
Akşam olup, karanlık basınca,
hastaneden aradığını söyleyen birisi kara haberi verdi Osman’a..
Dili bağlanmış, gözleri
görmez, kulakları hiçbir sesi algılamaz olmuştu. Ne yapması gerektiğine bir
türlü karar veremiyordu. Düştüğü yerden kalkmaya çalıştı. Rastgele bir numarayı
çevirdi telefondan.
‘Osman,
Osman… İyi misin Osman?’ patronun sesine benzetti. Sadece, ‘Bize gel..’ diyebildi. Dış kapıyı
hafifçe aralayarak oracıkta yığıldı kaldı.
Apartmanın cümle kapısı
kapalıydı. Uzun uzun zile bastı. Açılmadı. Tekrar denedi açılmadı. Bu sefer
rastgele bir zile bastı. Açıldı kapı. Merdivenleri koşar adımla çıkarak İkinci
kata yetişti. Osman’ın evinin kapısı açıktı. Dışardan ‘Osman’ dedi. Ses yoktu. ‘Osman
ben geldim’.. Kapıyı hafifçe iteledi. Bir çift ayak gördü.
Başı yana düşmüş, gözleri
açık, nefes alışı düzensiz, hırıltı ve boğazdan anlaşılmayan bir hırıltılı ses
çıkartarak, telefonunu işaret ediyordu Osman. Patron telefonu aldı, son
aramaları inceledi. En son kendisini aramış, bir önce de tanınmayan bir
numaradan aranmıştı. ‘Çevir’ dedi Osman.
‘Hanımefendi,
siz biraz önce bu numarayı aramışsınız. Acaba neler söylediniz. Telefonu
dinleyen kişi arkadaşım ve şu anda yanındayım. Baygın halde.’
‘Haa
evet.. Aliye Akkuş Hanım için aramıştım.’
‘Evet.
Hayırdır?’
‘Trafik
kazasında aliye hanım can verdi. Şu anda morgda. Bu haberi vermiştim.’
Her şey anlaşılmıştı. Kendisi
de fena oldu patronun. Başına balyozla vurulsaydı daha iyiydi. Onun da gözleri
karardı, nefesleri sıkıştı. Osman’ın yanına attı kendisini. Kolunu boynundan
geçirdi ve öylece kalakaldılar.
****
Oteldeki karşılaşma da bu
olaydan altı ay sonrasına rastlıyordu.
Osman, yemeklerden birkaç
kaşık atıştırdıktan sonra yeniden yatağına uzandı.
Hayat devam ediyordu. Bu
karanlık dünyadan artık çıkmalıydı. Çeki düzen vermeli ve insanlar içine
çıkmalıydı. Böyle ıstırap içinde ve durmaksızın artan acılara artık bir son
vermeliydi. Yapayalnız kalmıştı dünyada. Olsun. Bir tek kendisi miydi sanki?
Hayata dönmeliydi. Kendi elleriyle kurduğu bu zulüm dünyasından bir an evvel
çıkmalıydı.
Etajerin üzerine bıraktığı
not defterini aldı ve şu cümleleri yazdı.
“Yazma
iştiyakı var.
Yeniden
yazmaya başlamak, yeniden araştırarak, yeniden yazma iştiyakı.
Ve
fakat lüzumsuzluk var da bir, lüzum olmadan ne diye yazmak!
Küsmüştüm…
Küsmek;
Kişinin,
Kendine
ihaneti.
İhanet
ise;
İntihar
gibi bir şey…
‘İntihar’
ve ‘ihanet’…
Ne
fark eder ki?
Ha
küstün, ha intihar ettin, her ikisi de ihanet!”
(devam
edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder