18 Ekim 2020 Pazar

“Şehitlerimizin kanını yerde bırakmamak!...”

 

 

Yöneticilerimizin ağızlarına dolanan bu cümlenin iyi analiz edilmesi gerekmektedir.

‘Kanın yerde bırakılmaması’ aşiret ağalarının, mafya babalarının, evlatlarının sebepsizce öldürülmelerine dayanamayan anaların ağzına yakışan bir cümledir. Kan davası güden intikamcıların, kardeşlerini ikna etmek için sıklıkla söyledikleri bir ortaçağ cümlesidir. Yakın tarihimizde bu söylemin ilginç bir itirafı da vardır: “asmayalım da besleyelim mi?” Bu cümle söyleneceğine, susulsa da derin düşünce yapılsa çözüme kavuşulur ve karşıya daha tesirli mesaj verilmiş olur.

Hukukun üstünlüğü, suçluyu etkisiz hale getirip, yargılanmasından sonra gerekli cezayı vermek ve infaz etmektir. Kolluk gücü, intikam almaya değil, suçlunun yakalanarak cezalandırılmasını sağlamak üzere vardır. Bu sebeple, ‘dur, polis, eller yukarı, yere yat’ gibi talimatlar karşıya verilmektedir.

Çözümü intikamda arayan kişinin moral durumu da ilginçtir. Her şeyden evvel, sahiplenmeyi pek sever. Arkadaşlarından bile bahsederken ‘benim!’ vurgusunu ihmal etmez. Daima saygı bekler, ilgi bekler, daima kendisinden bahsedilmesini, övülmesini bekler. Yetkisinde olan kamu mallarını ve dostlarını -benmerkezci- bir anlayışla kullanmaktan geri durmaz. Her ne oluyorsa iyi bilinen kendisi tarafından veya kendisinden dolayı yapılmış, her ne oluyorsa kötüye yorumlanan casuslar, hainler, dış güçler tarafından yapılmıştır. Güçlendiğini hissettikçe etrafında bulunan ve vaktiyle kendisinin güçlenmesi için ter dökmüş yandaşlarını harcamakta beis görmez. Bir kendisi vardır ve bir kendisi olmalıdır. Bütün bu moral tanımlamaların altında, bir türlü geçmek –tükenmek bilmeyen korkular vardır. Korkularını ancak, kendisini yücelterek aşmaktadır veya aştığını sanmaktadır. Despotimizme varan sonuç, bu aşamalardan itibaren başlamaktadır.

Geçenlerde televizyon kanalları arasında geziniyorken ilginç bir habere rastladım. Sanırım bir ilin meclisinde tartışılıyordu. Üyelerden birisi karşı tarafa sitem ederek;

-“Ben Stanford üniversitesinden Doktora tahsilliyim.” Deyiverdi. Karşı taraf alaycı tavırlarla kahkaha attı. Acizliğinin bir itirafı olarak, karşısındakini ezme cür’eti adına kahkahalar. Bu da ayrı bir intikam alternatifi. Öldürme ve yok etme eylemi. Küçümseyerek, hiçe sayarak kendi cehaletini gizleme ve üste çıkma gayreti.

İntikamcı, ‘güc’ün kendisine ait olduğunu sanan kişidir.

Prof. Dr. Niyazi Kahveci bir makalesinde şunları söylüyor: “Geleneksel güçlü olma isteği de yine imtiyazlı duruma geçmek ve insanlara tahakküm etmek içindir. Bu istence sahip kişi için her şey güç elde etmek, hâkimiyet kurmak psikopatisi üzerine kuruludur. Bunu elde etmek yani “kazanmak” için başkalarına zarar vermek, felakete sürüklemek, her türlü entrika oyunları oynamak çok doğaldır. Kurduğu oyunun kontrolünü kaybederse hissedeceği tek şey, güç kaybı nedeniyle öfke ve intikam almaktır.”

Devlet görevlilerinin ‘intikam’ söylemleri halk içerisinde farklı yanlış anlamalara da sebep olabilmektedir. Yönetici ‘intikam’ dedikçe, farklı bir konu tartışılırken veya çok farklı anlamlarda söylevler atılırken dinleyiciler, ‘intikam - kan - kanın yerde kalmaması’ bağlamından kurtulamadıkları için olsa gerek, ismi geçen günahsız, suçsuz bir kişiye karşı, hoyrat saldırılara kalkışabilmektedirler.

Devlet adamları en çok dillerine dikkat etmeli, ağızlarına gelen her cümleyi hemence söylememelidir. Düşünülmeden söylenen her söz bir zaman sonra kendisine silah olarak dönmektedir. Nitekim, ‘aklımıza her gelen sözü söylemek fikri Platon’un kulağına küfür gibidir’ anlayışındaki gibi, demokrasilerde tam aksine ağıza gelen her söz değil, düşünce süzgecinden geçirilmiş sözler itibarlıdır.

Tolstoy’un bir sözü ile bitirelim; “En güçlü iki savaşçı sabır ve zamandır.”

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...