Yöneticilerimizin ağızlarına
dolanan bu cümlenin iyi analiz edilmesi gerekmektedir.
‘Kanın yerde bırakılmaması’
aşiret ağalarının, mafya babalarının, evlatlarının sebepsizce öldürülmelerine
dayanamayan anaların ağzına yakışan bir cümledir. Kan davası güden
intikamcıların, kardeşlerini ikna etmek için sıklıkla söyledikleri bir ortaçağ
cümlesidir. Yakın tarihimizde bu söylemin ilginç bir itirafı da vardır: “asmayalım
da besleyelim mi?” Bu cümle söyleneceğine, susulsa da derin
düşünce yapılsa çözüme kavuşulur ve karşıya daha tesirli mesaj verilmiş olur.
Hukukun üstünlüğü, suçluyu
etkisiz hale getirip, yargılanmasından sonra gerekli cezayı vermek ve infaz
etmektir. Kolluk gücü, intikam almaya değil, suçlunun yakalanarak
cezalandırılmasını sağlamak üzere vardır. Bu sebeple, ‘dur, polis, eller yukarı, yere yat’ gibi talimatlar karşıya
verilmektedir.
Çözümü intikamda arayan
kişinin moral durumu da ilginçtir. Her şeyden evvel, sahiplenmeyi pek sever. Arkadaşlarından
bile bahsederken ‘benim!’ vurgusunu ihmal etmez. Daima saygı bekler, ilgi
bekler, daima kendisinden bahsedilmesini, övülmesini bekler. Yetkisinde olan
kamu mallarını ve dostlarını -benmerkezci- bir anlayışla kullanmaktan geri
durmaz. Her ne oluyorsa iyi bilinen kendisi tarafından veya kendisinden dolayı
yapılmış, her ne oluyorsa kötüye yorumlanan casuslar, hainler, dış güçler tarafından
yapılmıştır. Güçlendiğini hissettikçe etrafında bulunan ve vaktiyle kendisinin
güçlenmesi için ter dökmüş yandaşlarını harcamakta beis görmez. Bir kendisi
vardır ve bir kendisi olmalıdır. Bütün bu moral tanımlamaların altında, bir
türlü geçmek –tükenmek bilmeyen korkular vardır. Korkularını ancak, kendisini
yücelterek aşmaktadır veya aştığını sanmaktadır. Despotimizme varan sonuç, bu
aşamalardan itibaren başlamaktadır.
Geçenlerde televizyon
kanalları arasında geziniyorken ilginç bir habere rastladım. Sanırım bir ilin
meclisinde tartışılıyordu. Üyelerden birisi karşı tarafa sitem ederek;
-“Ben Stanford üniversitesinden Doktora
tahsilliyim.” Deyiverdi. Karşı taraf alaycı tavırlarla kahkaha
attı. Acizliğinin bir itirafı olarak, karşısındakini ezme cür’eti adına
kahkahalar. Bu da ayrı bir intikam alternatifi. Öldürme ve yok etme eylemi. Küçümseyerek,
hiçe sayarak kendi cehaletini gizleme ve üste çıkma gayreti.
İntikamcı, ‘güc’ün kendisine
ait olduğunu sanan kişidir.
Prof. Dr. Niyazi Kahveci bir
makalesinde şunları söylüyor: “Geleneksel güçlü olma isteği de yine
imtiyazlı duruma geçmek ve insanlara tahakküm etmek içindir. Bu istence sahip
kişi için her şey güç elde etmek, hâkimiyet kurmak psikopatisi üzerine
kuruludur. Bunu elde etmek yani “kazanmak” için başkalarına zarar vermek,
felakete sürüklemek, her türlü entrika oyunları oynamak çok doğaldır. Kurduğu oyunun
kontrolünü kaybederse hissedeceği tek şey, güç kaybı nedeniyle öfke ve intikam
almaktır.”
Devlet görevlilerinin ‘intikam’
söylemleri halk içerisinde farklı yanlış anlamalara da sebep olabilmektedir. Yönetici
‘intikam’ dedikçe, farklı bir konu tartışılırken veya çok farklı anlamlarda
söylevler atılırken dinleyiciler, ‘intikam - kan - kanın yerde kalmaması’ bağlamından
kurtulamadıkları için olsa gerek, ismi geçen günahsız, suçsuz bir kişiye karşı,
hoyrat saldırılara kalkışabilmektedirler.
Devlet adamları en çok
dillerine dikkat etmeli, ağızlarına gelen her cümleyi hemence söylememelidir. Düşünülmeden
söylenen her söz bir zaman sonra kendisine silah olarak dönmektedir. Nitekim, ‘aklımıza
her gelen sözü söylemek fikri Platon’un kulağına küfür gibidir’ anlayışındaki
gibi, demokrasilerde tam aksine ağıza gelen her söz değil, düşünce süzgecinden
geçirilmiş sözler itibarlıdır.
Tolstoy’un bir sözü ile
bitirelim; “En
güçlü iki savaşçı sabır ve zamandır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder