Başbakan Binali
Yıldırım, "Lozan'ı ortaya koyup Lozan üzerinden siyaset yapmak Sayın
Kılıçdaroğlu'na bir şey kazandırmaz. O defterler açılınca üzüleceği çok şeyler
göreceksiniz. Fevkalade ayrıştırıcı bir dil kullandı" dedi.
(gazeteler)
Kılıçdaroğlu’nun üzülüp
üzülmemesi benim umurumda değil. Lozan Defteri’ni açalım ve gerçekleri
öğrenelim. Kimin üzülüp, üzülmeyeceği gerçekten umurumda değil. Eğer, Başbakan
olarak bir söz söylemişseniz, bunun ilmi ve sosyolojik sorumluluğunu da kabul
etmişsiniz demektir. Haydi, bakalım neymiş bu Kılıçdaroğlu’nun üzüleceği
konular. Çok mühim bir iddiada bunup, gerisini getirmemek bizim siyaset
meydanlarında görebileceğimiz cinsten bir şey, ne demek ‘Lozan konusu
tartışılırsa, gerçekler üzücü olur’ ne demek? Böyleyse, aylar geçti hala neden
doğruları önümüze getirmiyorsunuz? Yakışır mı size?
***
İçinde bulunduğun toplumun
kabulleri, algıları ve ilmi seviyesini dikkate alırsak, yeni olan bir konuyu
anlatmak çok zordur. Hele de yarım-yamalak anladığın bir konu ise. Anlatma
zorluğunun, anlayamamanın ardında, vehimler, zanlar, kuruntular, iddialar, ben
bilirimler, haydi oradanlar, tarihçilerin yazdığı, fıkracıların anlattığı
öyküler, ilim diye yutturulan herzeler.. Vardır.
Denemek kolay. Tarihte de
binlerce hikâyesi vardır.
Tebliğin yapıldığı sırada
anlatan yenilmiş görünse de, çok kısa bir süre sonra gerçekler anlaşıldığında,
bazıları dizlerini döver. –Biz ne yaptık? Diye.
Kazanan ümidini
yitirmemişti çünkü dayandığı dağ yıkılacak gibi değildi. Diğerlerinin
dayanakları ise, üfürükten…
Hem öyle demezler mi?
‘Gerçeklerin bir gün su
yüzüne çıkma gibi adetleri vardır.’
“Mahzun olmazlar” (Bakara/38,
Maide/69, En’am/48…) Çünkü imanları dağ kavîliğinde, bilgileri
ilahi kaynaklı.
***
Çok basit;
1. İlk, orta ve lise
öğrenimini ilinde, kasabasında görmüştür.
2. Bu eğitimini görürken,
‘bazıları’ birilerinin dikkatini çekerek bir eve, bir yurda belki bir otele
kabul edilmiş olabilir.
3. Diyelim ki, bazıları da
yaz tatillerinde dış ülkelerdeki gençlik kamplarına katılmış ve hatta
gidiş-dönüş imkanları da bedavaya getirilmiştir.
4. Bazı aileler, lise
döneminde çok başarılı olan çocuklarını özel kurslara göndererek, büyük harcama
yapmalarına rağmen, nasıl oluyorsa mesela Bitlis’in, Muş’un en küçük
kasabasındaki en sıradan talebeyi bile geçemez ve onlar dört işlemi bile
yapamazlarken en önemli okullara yerleştirilirler.
5. Onunla da kalmaz.. bir
süre sonra; sen sıkıntılar içinde debelenirken, bir de bakmışsın o çocuk, büyük
bir burs bulur. Kıskanmıyorum. Hayret içindeyim. Bununla da kalmıyor tabi;
6. Okulun yarısına
varılmışken devlette ‘talebeye göre çok iyi bir maaşla’ işe başlarlar. Bu arada
bedava evler ve burslar devam eder.
7. Sıra geldi mezuniyete;
Çok güvendiğimiz çocuğumuz
iki dersten çakar. O beyefendi dereceye yakın bitirir ve hemen bir Büyükelçilik
de danışman olarak çalışmaya başlar. Maaşını sormayın ayıp olur!
8. İşe girdikten sonra
rehabilitasyon ayaklarıyla 9 yıldızlı bir otelde kampa alınırlar. Genellikle
yurt dışında.
9. Eğitim sonunda, mesela
İngiltere, ABD gibi bir ülkeye vatandaş olacak düzeye getirilirler.
10. Boğazda, villada
oturuyordur.
11. Bizim çocuk hala mezun
olmak için çırpınıyor.
Diğeri ise, İngiltere gibi
ABD gibi ülkelerin büyük şirketlerinde küresel politikalar yöneticiliği yapmaya
başlamıştır.
12. bu arada sizin
çocuğunuz mezun olalı Bir yılı geçmiştir. İş yok. Aş yok.. sıkıntı devam.
…
Çok kolayla başlamıştık ya
lafa:
Gerçekten çok kolay.
Bir kere bile yurt dışına
çıkmışlara devlet kademelerinde iş ve yetki vermeyeceksiniz… bu kadar kolay!!
***
Ayrık otlarını
temizlemeden, dikenli nebatatı uzaklaştırmadan, taşları ayıklamadan; sürdüğün,
ektiğin, emekler harcadığın tarladan ne beklersin? Boşa giden çalışmalar, boşa
tüketilen ömür olur.
Gelir hasat zamanı,
kervandakiler güle oynaya yol alırken, oturup ağlamak kalır halimize. Seneye,
seneye demek sıramız da yok artık. Gün bugünse, yapılması gerekeni yapmak,
aklın, ilmin, ulu vasiyetlerin belirttiği sıradan giderek, tarlayı ekime
hazırlamak ve sonunda bereketli hasat zamanına kavuşmak.
İstenen de budur…
Haydi Bismillah…
***
Savaşarak problem çözmeye
çalışmak, sulh içinde yaşamaya çalışmaktan daha kolaydır.
Öfkesine yenilen kumandan,
cephe gerisinden verdiği emirleri askerlerine duyuramaz.
Silahlı asker daima makul
emirlere açar kulaklarını.
Ölümü emredebilmek için,
ölümü tanımak ve hatta ölmek en başta gelenidir.
Ölmeyi becerebilmek, nasip
işidir. Nasibin yoksa beyhude ölüme koşmak boşuna yorucudur.
Her ölüm, yeni bir
başlangıçtır oysa. Yenilik, zor alışılacak bir tarz değil, arzulanan hayat
seyridir.
***
Osmanlı, devşirdiği
gençleri eğitip devletin en üst makamlarına kadar taşıyordu.
Bugünün emperyal
devletleri, devşirdiklerini eğitip kendi ülkelerinde devletin yetkili
makamlarına taşıyorlar.
Benzerlik var mı?
Bilmiyorum.
Osmanlı devşirmeleri
Osmanlı ülkesi için çalışıyorlardı. Elbette içlerinde, yanlış yola sapanlar
çıkmıştı.
Ya, devşirilip kendi
ülkesinde devlet makamlarına taşınanlar, onlar hiç mi hata yapmıyorlar?
Peki, onlarcasının yaptığı
hatalar görülmesine rağmen, niçin görevlerine devam edebiliyorlar? Nasıl oluyor
bu durum?
Geliniz, Almanya ve
Hollanda krizlerinin ardındaki yapılan hatalarda, böylesi devşirilenleri
düşünelim.
Kriz kolaylıkla çıkmaz.
Bütün devlet adamları, krizlerden kaçarlar. Metanetle, iyi niyetle, dirayetle,
liyakatle ve itidalle problemlerin çözümü için çaba harcarlar.
Peki, biz de böyle mi?
Yoksa yangına körükle mi
gidiliyor?
***
Evet, böylece başlanılmış
fakat devamı getirilmemiş yazılar bunlar.
Tembellik işlemiş içimize.
Çalışmak zor geliyor. Kim bilir belki de, bir fayda temin etmediği anlaşıldığı
içindir!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder