Tabi, derinliğin azalması
için yukarıdan doldurulması icap eder. Kuyuya düşen merkebin hikâyesi
meşhurdur. Sahibi uğraşmalarına rağmen bir türlü çıkaramaz ve eşeği kaderine
bırakmak üzere kuyuyu doldurmaya karar verir. Atılan her kürek toprak-kum
eşeğin ayakları altına yığılır ve sonunda eşek kurtulur. Bu bir madde
önermedir. Atılan her kürek toprak kuyu derinliğinin azalması anlamına gelir.
Peki, manevi alanda kuyuya atılan her fikir, her irade! Sahibine ne yapar? Asıl
cevaplanması gereken, nasıl olur da, insanlar başkalarının kurdukları oyunda
figüran olmaya razıdırlar? Yine, nasıl olur da politikacılar başkalarının
oyunlarında rol almaya koştururlar? Ve hatta daha mühimi, nasıl olur da bir
akademisyen, aydın, zamanını okumayla araştırmayla dolduran bir kişi okuyup
içselleştirerek sahiplendiği bilgilere nazaran, nasıl olur da, başkalarının
dayattığı oyunda oyunculuğa razı olurlar. Başkalarının oyunu: kurgusu yad
ellerde sağlanmış, amaçlarının içinde oyunda rol kapmak isteyenlerin hiçbir
faydası olmayan ve sonuçları belki de gelecekte büyük zararlara yol açacak
şeytani - sinsi - bir oyun.
Oyuna bir kere dâhil olan,
artık daima oradan bekler durur bilginin gelmesini. Oturup, çalışmak zor gelir.
Sıkıntılarla dolu emek sarfiyatı yerine, hazır lokmaları atıştırmak zevkli bir
hal alır. Okumaları da fayda vermez olur. Çünkü düşünebilme yetisi kaybolmak
üzere veya kaybolmuştur. Dâhil olmazdan evvel konuştuğu konular, üzerine
titrediği fikirler, yavaş yavaş uzaklaşır kendinden. Yeniden uhrevi dünyasına
dönene kadar ki, oldukça zordur örnekleri arşivlerde bulunan sözlerin hiç
birisinin benzerini edemez olur. Gerçekte bir intihardır anlatılan. Vücut bulan
varlığa veda. Ağlayanlar etrafı değil, bizatihi kendisidir. Fakat algılayamaz
yokluğu. Hala o unutulmaz zamanlardaki kendisi sanır. Değildir. Bitmiştir. Yok
olmuştur. Bundan sonrası artık başkalarının söylediklerini, düşündüklerini
tekrar etmekten öte yeni ve has ürün ortaya koyamaz.
Önceleri, beslendiği kaynak
kendisiydi. Şimdi, kaynağı ötelerde. İlmi uzaklarda arıyor. Kendine,
kendisinden başka yardımcılar seçti.
Hani bir söz vardır;
“Kişinin kendine yaptığını, kimse
kimseye yapamaz.”
Şimdi ne yapılması
gerektiğini bilemez haldeyim. Başa dönüp yeniden mi başlamalı?
Bir de derinliğin tersten
artması hususu var. Bildikleri ve uyguladıkları arasındaki farkın artması, bir
anda eleştirileri de beraberinde getirir. Bu husus ziyadesiyle akademi
etrafında sıkça görülür. Bilgi kısırlığını, laf kalabalıklığı ile
geçiştirmektir özü. Bilmeyenin susması, irfan ister. Hayır, özellikle
bizimkiler maşallah her şeyi bildiklerinden, susmak gibi bir erdeme sahip
olamazlar. O zaman, işi bilenler tarafından ya eleştiri bombasına tutulurlar,
ya da bilenler susar, bilenler susunca da gün daima onlarındır. Nitekim
televizyonların gediklileri hiç değişmez. Ağzı laf yaptığını sananlar, her
düşünceye karşı bir fikir(imsi)leri salmakta beis görmezler. Maalesef toplum da
bunları sever. – Ne iyi konuştu adam! Karşısını susturdu!.
Gibi avamî değerlendirmeler hep onların kazanmasını! Sağlar. Kazanç elbette
dünyalıktır. İlerleyen ilmin peşinden koşmaktansa, nasılsa halkın isteği de
budur diyerek üç-beş satır lügat parçalamak, hem halkı memnun edecek hem de
kazandığı paralarla kendisi memnun olacaktır.
Hâsılı, başkalarının
fikirleri uğruna daldığı bu meydan savaşından, kazançlı gibi görünse de,
düşüncelerini, moralini, bildiklerini iğdiş ettiği insanların ahları tutar ve
sonsuzluk hayatından itibar kaybederek, galip göründüğü halde gerçekte
mağlubiyeti yaşar.
Tamam. – Yeniden başlamak
mümkün mü?
Evet, belki. Lakin yıllar
boyu imar ettiği kibir dağları nasıl kırılacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder