Kendini ‘Din Adamı’
sıfatıyla adlandıranlardan değilim. Ne İlahiyat eğitimimiz var, ne de İmam
Hatip Okulu. Okuduğumuz bir-kaç satır kitaptan, dinlediğimiz üç-beş vaazdan
maada din bilgisi aldığımız da yok.
Doğrudur, insanların en
kolay laf dolaştırdığı alan dindir. Hemen herkesin her dini konuda bir fikri,
bu fikir üzerine de geliştirdiği bir takım dini temaları vardır. Kendini bu
konular üzerinde konuşmaya ve tartışmaya ehil görür.
Konular, insanların konuşmaları
ve birbirlerine bilgi aktarmalarıyla genişlik/derinlik kazanır. İsterse bildiği
ve inandığı yanlış olsun. Fikrini özgür ortamda ve inanarak açıklıyorsa,
bilerek ve isteyerek ‘yıkıcılık’ yoksa bundan bir zarar gelmez. Tam tersi,
yanlış bilinenler diğerinin açıklamasıyla doğrultulur, artık yanlış bilgi
sahibinin düzeltme yapıp, yapmama hakkı kendi iradesine ve kabullerine
bağlıdır.
Pek çok makalede, kitapta
okuduğumuz, pek çok itibar edilen ilim adamından duyduğumuza göre, ‘Din Adamı’
tabiri yanlıştır. Ne kitabımız Kur’an’ı Kerîm’de, ne de günümüze ulaşan hadis-i
şeriflerde ve ehli irfanın bıraktıklarında bu tanımla karşılaşmayız. Söylenildiğine
göre de İslamiyet’te ruhban sınıfı yoktur, din adamı tanımlamasından, ruhbanlık
sınıfına adım atılabileceği tembihlenerek, bu tanımlamadan kaçınılmasını
istemektedirler. Biz de bu açıklamaya göre hayat tarzımızı düzenleyenlerdeniz.
Bizdeki sıkıntının kaynağı ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’ organizesidir. Camilerde
namaz kıldıracak ‘İmam’, yardımcısı ‘Müezzin’, geniş zamanlarda halkın
aydınlatılması için ‘Vaiz ve vaize’, Kur’an’ı Kerim’i öğretmek için açılan
kurslara tayin edilen hocalar diyanetin resmi kadrolu elemanları olup, aylık
gelirlerini de devlet bütçesinden almaktadırlar. Bu itibarla, Diyanetin atadığı
kişilere ‘Din Adamı’ denilmesi gelenek olmuştur. Lakin anılan bu kadrolular
kendilerini geliştirememekteler. Geçmişten öğrendikleri kadarıyla işlerini
yürütmekteler. Konuşmalarının arasına sıkıştırdıkları ayet ve hadislerle dini
vaaz verdikleri intibaını yaratmaktalar, dinleyiciler de konuya yabancı
olduklarından ne itiraz edebilmekteler, ne de bir soruyla karşılık vermekteler.
Sadece dinleyip çıkmaktalar ve anlatılanlar orada kalmakta.
Oysa toplum hayatını
düzenleyici bir işlevi olmalı bu tür faaliyetlerin. Görevlilerin tavır, hareket
ve hitabetleri hayatın içinden, toplumun dinamiklerinden örnek alarak ahaliye
intikal ettirilmelidir. Halkın büyük çoğunluğu fakirlik sınırında, önemli bir
kısmı da açlık sınırında yaşamaktadır. Kur’an yaşayan, konuşan kitaptır. Problem
çözen kitap seviyesine indirgemeden, Kur’an’ın; halkın sorunlarına, yaşam
tarzlarına, işlerine, güçlerine, aile meselelerine, yaşadıkları toplum içindeki
gelişmelere, devletin, yasaların ve yargı teşkilatının adaleti eşit olarak
dağıtıp dağıtmadıkları hususlarında, toplumun kazandığı ekonomik değerlerin,
aralarında emekleri oranında (mümkün mertebe)
adaletli dağıtılıp dağıtılmadığını incelemek ve sorunlara çözüm getirmek
vardır.
Böyle değilse, insan
nefsinden kaynaklanan haset, hırs ve kıskançlık illetleri baş verdikçe toplum
içinde huzursuzluk yayılır ve önlenemez boyutlara ulaşır. Çünkü Hz. Ali
buyurmuştur; “Aç adamın dini olmaz”!. Bu
kelamdaki ‘aç’lığı, karın açlığı olarak okumakta mümkün, daha geniş anlamında,
ilim açlığı, adalet açlığı, güzellik açlığı olarak da okumak mümkün. Biliyoruz
ki, Diyanet görevlileri olanlar, sohbetlerinde, vaazlarında toplumun
dinamiklerini ayarlayan konular yerine, namaz kılmak, oruç tutmak gibi dinin
ferdi ritüellerini öne çıkarmaktadırlar. Doğrusu, amacından çok uzaklaşmış bir
program üzerine devam ediyorlar.
‘Aç’ insana, ne kadar namaz
anlatırsan anlat, asla duyuramazsın.
Metin Boşnak Hoca’ya kulak
verelim: “Batı’da din ve bilim
boyutunda gerçekleşen savaş, aslında ‘din adamı’ ve ‘ilim adamı’ arasında oldu.
Bu da daha önce başlayan ve Kilise ve Devlet arasındaki iktidar savaşının yeni
boyutunu ifade ediyordu: bilimsel gerçek ve dinsel gerçek. Ya da akademi ve
kilise. Ya da laboratuvar ve nefis muhasebe hücreleri. Kilisenin etkisi ve
nefsin yankı hücreleri daraldıkça, kapitalizmin ruhu ortaya çıkmaya başladı.
Weber Protestanlıkla Kapitalizm bağlantısı kurarken, dâhili murakabe yerine
harici muhasebeleşmeyi vurguluyordu. Nefsin terbiyesi, Doğa’nın terbiyesiyle
yer değişti. Doğa’nın zaptı, başka insan doğalarının zaptına evrildi.” (28
Aralık 2011, haberiniz.com.tr) demek ki, kadim bir
kavgadır, din adamları ve ilim adamları arasındaki kavga. Arada halk hangisine
tabi olacağını şaşırmış durumda.
Bizim ‘din adam’larımız
gerçeğin yalnızca kendilerinden çıkacağının iddiasındadırlar. Bu yanlış bir
kabuldür, temelsiz bir iddiadır. Gerçeklerin gün yüzüne çıkma âdeti vardır,
fakat kimden zuhur edeceği belli değildir. Bu bir ilim adamı da olabilir,
toprağında çapa yapan bir çiftçi de olabilir, bir çocuk da olabilir.. önemli
olan, sunulan gerçeği sahtesinden ayırt edebilmektir, kimin tarafından
dillendirilmiş olması değil (çünkü o kişinin halini bizim anlamamız
zordur). Günümüz artık, vahşi kapitalizmin işgali altında.
Dağlarımız, tarlalarımız, fabrikalarımız, okullarımız, ne varsa tamamı onların
işgali altında. Böyle olunca, sosyal desteksiz ve aç kalan insanların manevi
tefekküre geçip, manevi alanda ilerlemeleri de mümkün olamaz. İşte,
hocalarımızın üzerinde duracağı konu bu olmalı. Doğası zapt edilen insanımızı
vahşi kapitalizmin esaretinden kurtarmak.
Bırakalım, birileri bir
fikir söylüyorsa ki, size (din adamlarına) ters
bile geliyorsa, bu sorudan bir hayır umun ve hayır yorumlayın.
Bu kadar lafı niye ettiğimizi
soracak olursanız:
İlgilisinin dikkatini çeker
ve okur, yorumlarsa amacımıza ulaşmış olacağız.
Allah Büyüktür!..
Nadim Macit Hoca’nın 20
Ocak 2012 tarihinde Ortadoğu Gazetesinde yayınlanan, Hz. Ali Hutbelerinden
birisini anlattığı makalesinden bir iki cümle alarak bitirelim:
“Ey insanlar, inatçı ve kindar bir dönemde bulunmaktayız. Bu dönemde
iyi ve temiz insanlar kötü sayılmakta; zalimler, zulümlerini giderek
artırmaktadır. Bildiklerimizden faydalanmıyoruz, bilmediklerimizi sormuyoruz,
her yeri kuşatan ezici musibetlerden bizim başımıza gelmedikçe korkmuyoruz…”
Fakir’den size bir tavsiye:
Siz, siz olun düşünenlerin,
düşüncelerine ket vurmayın. İnsandan zuhur eden her fikir değerlidir.
Tartışabilirsiniz, eleştirebilirsiniz, ama asla düşüncesini sınırlandıramazsınız.
Her düşünce saygıyı hak
eder.
Çünkü Hakk’tır.
Ilim Talepedenler :
YanıtlaSilBunlara din adamı değil, "din'i maskaralığa alanlar" denir. Din hususundaki bakış açınıza hayranım. adaletli biçimde çok güzel ve anlaşılır biçimde konuyu özetlediniz. Yüreğiniz hep felahta olsun.
TC Omayra Can:
YanıtlaSilbunlar mı din adama..bunlar kin adamı..bunlar kainattaki ateşin savaşların kinin düşmanlığın emperyalizmin sapıklığın sömürücülerin başları..ALLAH 'ım şahit olsun kainatta nerde mazlum fakir muhtaç varsa .bunlara sebep olanların da bir gram sebebiyeti varsa hesap günü hakkımı helal etmeyeceğim.benden helallik almadan sorgulanamayacaklar..olsun bende bekleyeceğim...buna tayyoş , sülalesi ,bunlara oy veren benim akrabalarım dahil..geberin bok böcekleri
Tuncay Altunezen:
YanıtlaSilHocam, bana göre "olması gerekenleri" çok net ortaya koymuşsunuz. Bu arzu ettiğiniz duruş, yaklaşım Peygamberimizin ölümünden sonrasından itibaren hiç bir zaman olmadı.
Din ve dinden anlayanlar devleti yönetenler tarafından araç olarak kullanılırken, dinden az buçuk bilgisi olanlar da kendi dokunulmaz sınıflarını oluşturdu.
Bunların kendi arasındaki paslaşma, uzlaşma ya da bilek güreşi ile bugünlere geldik.
Belirttiğiniz doğru davranışa "Her düşünce saygıyı hak ediyor"a ulaşmak çok zor.