‘An’, idrak edilmesi,
yaşanılması belleğin, formatlanması akabinde gerçekleşir. Çöp yığını haline
dönüşen beynin selamete ermesi ve çalışma ve yönelme eğilimine başlamasıyla,
yeni yorum ve eleştiriler geliştirilecektir. Burada dikkat edilmesi gereken
nokta şudur; eleştiri ve yorumlar önceki bilgiler üzerine bina edilir. Ancak bu
inşaa sırasında yeni açılımlar, şeni şerhler, yeni fikirlerle, yeni yorumlar
yapılır. Bu durum, gelişmekte olan medeniyete işaret eder. Şunu da unutmamak
lazımdır, her gelişme bir öncekinin ölümü demektir. ‘Her nefeste ölür, yeniden
diriliriz’ cümlesinde bu anlam vardır. Ölüm ile yeni hayatlar vücut bulacaktır.
Dikkatli okuyucuların anlayışından kaçmamıştır. Aslında ölüm de yok, doğum da.
Devam eden de yok, duraklayan da. Başı da yok sonu da. ‘AN’ içinde olağan seyir
hepsi bu. Birbirinin devamı değil, her An’da var olan.
“Hak bir gönül verdi bana,
ha! Demeden hayran olur
Bir dem gelir şadan olur, bir dem gelir giryan olur.
(Yunus)
“Dem gelir şadan olur, dem
gelir giryan olur”, hallerden hallere geçer, her biri zevktir. Şadan olduğunda
da, giryan olduğunda da yaşayanın hali aynıdır. Her an da olan, her ‘dem’ de
olan dilim varmıyor ama varlığın devamıdır, başı ve sonu olmayan Tek varlığın.
Medeniyet buradan doğar.
Muhafazakâr akıl, asfalt
yapımını, beton duvarları, alış-veriş çarşılarını medeniyet sanır. Oysa medeniyet, o asfaltın, o betonların, o
AVMlerin içinde saklı, içinde canlılığını yaşayan, içinde ruhunu taşıyan
organizma. Eksik akıl, maddeyi medeniyet ismiyle anarken, medeniyetin sunduğu
refahı, saadeti, huzuru yaymayı ihmal eder. sosyal devlet zehabıyla,
makarna-kömür dağıtımını medeniyetten sanır. Oysa, medeniyet ve sosyal
dayanışma, devletin makarna-kömür dağıtımıyla yara alır. Medeniyet zedelenir.
Devletin makarna dağıtması değil, sosyal hayatta, emeği ile geçinenlerin alın
terlerinin korunması, haklarının dağıtılması, sigortalarının eksiksiz
yapılması, sigortanın sağlayacağı tüm hizmetlerin ayırım gözetmeden sahiplerine
verilmesidir sosyal devlet. Sosyal devletin tüm anlamının kurulduğu ortamlarda
medeniyetten söz edilir.
Medeniyetin temel harcı
insandır. Kurucu insan, insan ihtiyacı ve dünyanın imarı. İhtiyaç, bilgiye
doyumsuzluktan kaynaklanır. Öğrenildikçe, ne kadar cahil olunduğu anlaşılır.
Medeniyet bilgidir. Bilgi ise bilendedir. Bilen, Rabbini bilendir. Rabbini
bilen ise nefsini bilendir. İşte, medeniyet kurucusu. Kurucunun, muhafazakâr
topluluk içinden çıkması hayaldir. Çünkü onun kendine has bir imanı, bir Allah
inancı, atalarından bellediği din-ü diyaneti var ve bu kalıplarını kırması,
parçalaması imkânsız değilse de, çok zordur ve geçmişte bir örnek
hatırlamıyoruz.
Ayhan Eralp Hoca
yalvarırcasına dil döküp, kalemler eskitiyordu:
“Sen, siyasetin çirkin tuzaklarına, ucuzluğuna ve kolaycılığına davet
eden bezirgânlardan uzak dur. Siyaset cambazlarına itibar etme ve onlara
malzeme olma. Sen bir medeniyet savaşçısı olmak ve medeniyetimizin tuğlalarını
ellerinle yapmak mecburiyetindesin. Bırak onların yardımına manda bacaklı,
gergedan beyinler koşsun. Sen fikir sefaletinden bizi kurtarmak mecburiyetinde
olansın.”
***
Yazımız kırıldı.
İki profesör, yazımızın
belini kırdı. Şimdi oraya doğru uzanalım. Medeniyet konusunun dışında değil
çünkü.
***
Din Adamı Kisveli Aldatıcı
‘DİN’e dair bir gram
bilgisi varsa namerdim.
Ama İLAHİYAT Profesörüymüş.
Bizim, bakkal Topal
Niyazi’nin dükkânında da satılıyor diplomalar, herhalde oradan almış, pardon
bunlar almayı sevmezler, oradan verilmiştir. Para vererek, emek harcayarak bir
şey satın almayı, edinmeyi ne bilirler, ne severler ille de verilecek!
Bunlar, sınavsız seçilerek
yüksek lisanslarını yaparlar,
Sınava girmeden, girse bile
bilmeden derslerini en iyi notlarla geçerler.
Akademik unvanlarını,
hiçbir orijinal tez hazırlamadan alırlar (verirler),
Bunlar, çalışmayı da
sevmezler, üretmeyi de sevmezler.
Sadece bildiği üç-beş
hikâyeden ibarettir.
Ha, ağlamayı, tabi ki
yalandan ağlamayı çok iyi becerirler.
Sadece, YUH, YUF…
Diyorum.
Gözüne dizine dursun,
diyorum.
***
Diğeri edebiyat
profesörüymüş, bir de Rektör Yardımcılığı sıfatı verilmiş. Akademik unvanları
bitirmiş, idari kademelerde de gidebileceği kadar gitmesine yol verilmiş.
Yeniçağ’ın 29 Mayıs tarihli
sayısında, bu Rektör Yardımcısı Profesör haberi şöyle:
“Medine Sözleşmesi’nin demokratik özerkliğe ve öz savunma konularının
düzenlenmesine referans olabileceğini savundu. Sözleşmeyi orijinal metinlerden
okuduklarını söyleyen Prof. Yıldırım, geçmişte Osmanlı ve Kürtler arasında
uygulanan sözleşmenin bugün de uygulanabilir olabileceğini vurguladı. Yıldırım,
‘sözleşme uygulanırsa Kürt sorununun çözümü bağlamında demokratik özerklik ve
öz savunma konularının düzenlenmesine referans olabilir’ dedi. Sözleşmenin,
Türkiye’de yaşayan diğer inanç ve halkların sorunlarını da çözebileceğini
savunan Prof. Yıldırım, ümmet anlayışının, İslam kardeşliğinin tüm inanç ve
halkların kardeşliği olduğuna dikkat çekti.”
Maşallah, ne âlimler!
Yetiştirmiş biz eğitim sistemimiz!
Türkiye düşmanı bir ülke
ajanına, bir rapor yaptırılsaydı ancak bunları söyleyebilirdi.
Bir de kullandığı ve
yaslandığı kaynağa bakar mısınız? Dinciler kervanına, özerklik isteyenler, öz
savunma sistemini kurmak isteyenler, kısaca bölücüler de katılmış.
Vah, vah, vah ki, vah!...
Sahi, medeniyet yazacaktık.
Bu kafayla nah doğar sizin
kucağınıza medeniyet!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder