4 Temmuz 2014 Cuma

İlim Adamı Susarsa


Mesela hiç düşündünüz mü, ülkemizde bunca olaylar, bunca karmaşık gelişmeler olurken, siyasi tercihlerini (ideolojisini) öne çıkaran, medyatik karakterli sözde ilim adamlarından başka, gerçek ilim adamlarının tartışmalara katıldığını, problem üzerinde çözüm önerileri getirdiğini gördünüz mü, duydunuz mu? Ya da onların fikirlerini merak edip de mikrofon uzatan medya elemanını gördünüz mü? Dolayısıyla özgür düşünen ve özgürce iradelerini ortaya koyanların mekânı olması gereken üniversitelerin suskunluğu nasıl anlaşılacak, nasıl yorumlanacaktır?

İlim adamlarının suskunluğu bir-kaç madde de düşünebilir, açıklayabiliriz:

1. Medya yüksek reyting oranlarına ulaşmak için çırpınmaktadır. Kavgacı ve ideolojisinin esiri beyinleri TVlere çıkarmayı tercih ederek, kavgacılıklarında da istifadeyle seyirci sayısını rahatça artırmaktadır.

2. Aslında ilim adamları susmamaktadırlar, ancak konuşsalar da sesleri kısıktır.

3. İlim adamları konuşacak ortam bulamamaktadırlar.

4. İlim adamlarının yayınları vasıtasıyla ulaştıkları kesim sınırlıdır. Ayrıca, yayınların pahalı olması okuyucuya ulaşmalarına mani olmaktadır, okuma oranlarının düşük olması ise ayrı bir sorundur.

5. Devlet idarecileri (siyasiler) oy verenlerini memnun etmenin peşinde olduklarından, onların anlayabileceği, onları tatmin edecek konuşmacıların tercih edilmesini salık vermektedirler.

6. Gerçek ilim adamları seslerini yükselttiklerinde, siyasilerin amaçlarına ters gelebilecek fikirler serdedebileceklerinden, başlarına geleceklerden korkmaktadırlar.

Belki bu maddeleri daha da artırmak mümkündür, amacımız anlaşılmış olmalıdır.

İlim adamı ile devletin ve toplumun amaçları arasında bir çatışma görülür. Çatışmanın temel sebebi, birbirlerini anlamaya dönük çabaların olmayışıdır. İlim adamı, bildiğini karmaşık cümlelerle anlatırken, dinleyici devlet veya toplum daha sade ve toplumsal olmasını talep eder. Oysa ilim adamının derdi, kendini beğendirmek değil, ilmini cömertçe aktarmak ve hatta karşıdan olabildiğince yararlanarak ilmini geliştirmektir.

Kulak vermediğimizden seslerini duyamıyoruz, bize göre konuşmadıklarına karar veriyoruz. Bizi ve toplumu tamamen zanlar yönetiyor. İlim adamları kendi köşelerinde, laboratuvarlarında, masalarının başında, bilgisayarları ile baş başa ömür tüketmekteler. İncelemelerini, araştırmalarını, eserlerini hazırlamaktalar. Doğrusu konuşmaya da zaman bulamamaktalar, yukarıda değinildiği gibi, konuşanlar da ideolojik kaygıyla hareket eden, gayeleri ilim olmayan, para ve mevki gibi dünyalık peşinde koşanlardır.

Bahse konu adamlar, dünyayı değiştirmeye, güzele doğru, iyiye doğru yönlendirmeye azimli adamlardır ki, bunların şanla, şöhretle, parayla, makamla işleri olmaz.

Aslında dünya ve bizler için lazım olan adamlar da bunlardır. Her ilmi açılım ve gelişme, hakikate yaklaştırır. Her âlim Allah’ın birer kalemidir. Mütevazı oluşlarından ön plana çıkmazlar, suskunlukları edeplerindendir.

“Hakiki güzellik; ilim ve edep güzelliğidir”. Biz, ilim adamlarımızdan hakiki güzelliği sergilemelerini isteriz. Tevazularını bırakmadan, sabırla bildiklerini halka anlatmalarını ve halkı da bilgilendirmelerini bekleriz. Çünkü bildiklerin sana ait değil, sana verilmiş bir emanetten ibaret. Çünkü “Bilgi, bilinene bağlıdır” sen sadece aracısın. Bilgi sana, ilmin kaynağından, yani Allah’tan verildi, kıymetini bilmek lazım. İlim adamının kendinde sakladığı bilgi, yok hükmündedir. ‘Bilsen ne, bilmesen ne’ manası vardır, aslında en büyük zulümdür pintilikle saklanan bilgi.

‘Kendini Bilmek’ adlı, 24.02.2012 tarihli makalesinde Prof. Hasan Onat: “İnsanın kendini inşa sürecinde bilim de, san’at da, insana kendini bilmenin, tanımanın, anlamanın en güvenli kapılarını aralarlar. Bilim, kendini bilmek isteyen insana önce haddini bilmesi gerektiğini öğretir. İnsanoğlu, bilmeye başladığı andan itibaren, bilmenin Popper’in ifadesiyle ‘bilgisizlikteki eşitliği’ pek de fazla bozmadığını anlar. Belki de Yunus’u hatırlamanın tam yeridir: ‘İlim ilim bilmektir; / İlim, kendin bilmektir. / Sen kendin bilmezsen, / Bu nice okumaktır.”

Niyazi Mısrî bir beytinin ikinci mısraında: “Dersini var Hakk’dan al kim ilmin ola reh-nümâ” ilmin yol gösterici olması için, ilmin Hakk’tan aldığının bilinmesi gerektiği açık bir şekilde anlatılmaktadır. Ki, ilim adamı Hakk’tan gelen bilgiyi saklayamaz, saklamamalı. Cömertlik en güzel tahsil ettirmekle ortaya çıkar. Öğretmenin, ilim adamının cömert olmasıyla, medeniyetler kurulur.

İnsanlar hem kendilerinin, hem ülkelerinin içinde bulunduğu sıkıntılarının sebeplerinin, cahil, kendini bilmez, bildiklerini anlatmaz, anlatmaya korkan ilim adamları olduklarını söylerlerse hiç de abartmış olmazlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...