“İnsan davranışının büyük ölçüde iradi olmayan, refleks benzeri, sabit
ve rutin” olduğunu
bildiren ilim adamları vardır. Tepki bilerek isteyerek, planlanarak konulan bir
tarz değil, tam tersi, adeta öğretilmiş bir hareket tarzıdır. Ziyadesiyle,
aklını ve idrakini ideolojisinin emrine vermişlerde gözlemek mümkündür bu
tipleri. Tavırları tamamen biyolojilerinin emrindedir. Biyolojik ihtiyaçlarının
karşılanması ve tatmin edilmesine yöneliktir tüm hareketleri. Açlığı bastırma
temel hedef. Karnını doyurması, cinsel ihtiyaçları, çoğalma, çocuklarının
mal-mülk sahibi olmaları gibi dünyalık taleplerin ötesinde, kendine kurduğu
başka bir dünyası yoktur. Kâinatı anlamlandırmaya ve anlamaya yönelik de bir
çalışmasına tanık olamayız. Tek derdi, biraz daha zengin olup, rahat etmek.
Aslında, rahat etmenin de ne demek olduğunun ayırdında değildir. Doğal olarak
sosyo-kültürel bir sebep aramak yersizdir davranışlarında, olsa bile ancak
kıyısından, kenarından birazcık bulaşma söz konusudur. Çünkü dünya sadece ve
yalnızca kendisine aittir. Diğerleri yok hükmündedir. Bu davranış tarzı sosyal
mühendislerce öğretildiğinden, kişinin kendini düzeltme ve tabii kurallara
uydurma çabalarını göremeyiz. Televizyonlardan ne öğrendiyse ki, reklam
seyircilerinin çoğunluğu öğrenmeye ve kendini sosyal mühendislere teslim etmeye
hazırdırlar. Reklam verenler de, metinlerini ve resimlerini onların avlanması
üzerine bina etmektedirler. Yakışıklı erkek veya güzel kadın seçenekleri
avlanma tuzaklarındandır. Ayrıca binlercesi bulunan fotoğraf çekme teknikleri
ile izleyicinin aklını başından almasını çok iyi becerirler.
Furkan Suresi 47. Ayet bize
yol gösteriyor: “Geceyi sizin için örtü, uykuyu ölüm kılan…
Gündüzü de Nüşur (uykudan kalkma, diriliş misali) kıldı”.
Biz bu çalışmayı yaparken
çay içme ihtiyacı hissettik ve bulunduğumuz 2 Bin küsur nüfuslu kasabanın (Bursa/Keles)
merkezinde bulunan bir kahvehaneye çay içmek için gittik. Oturduğumuz
iskemlenin tam karşısındaki caminin giriş kapısının üstünde akan yazılarla şu
ayet yazıyordu: “O, geceyi istirahat ve uyku, gündüzü de hareket ve çalışma
zamanı yapandır.” (Furkan/47). Böyle meallendirmişler. Önemli değil, bize yol
gösterici oldu, yazanlardan Razı Olsun.
Fizik olarak ‘tepki’yi,
etkiden ayırmak zordur. Etkinin olduğu yerde bir direnç, bir karşı koyuş
olacaktır. Toplumun (veya
bireyin) etkiye kapalı ve açık oluşu durumuna göre, anlamlandırmak
ve geliştirmek mümkündür.
Doğum geceyedir diyebilir
miyiz? Cümlenin (Ayetin)
zahiri manası kolay, gece olur uykuya dalarsın, gündüz olur uyanır çalışırsın.
Bizim aradığımız anlam, geniş kesimlerin anladığı bu mana değil.
İnsan hayatı, karanlıklarla,
aydınlığın mücadelesi şeklinde geçer ve insanın tabi olduğu kapının rengine
göre hayatı şekillenir ve verilen düstur üzerine devam eder gider. Hayatı daima
karanlık içinde olan kişi uyku halindedir ve hakikatinden bihaber sürer
yaşamını. Onun üzerine güneş doğmaz. Hidayetten uzak kalmış, başka bir ifadeyle
Mehdi’si ile buluşamamıştır. Ne zaman ki, hidayete ermiştir, güneş doğar,
karanlıklar yırtılır ve ayağa kalkar. Kıyam eder. Kıyametidir. Ki, gündüzün
hali.
Şimdi, bu hal ve yorum
üzerine tepkiye dönelim:
Giriş paragrafında
anlatılan sosyal-psikolojik durum, tamamen bir karanlığın deşifresidir. Kişi
için sadece kendi dünyası, bu dünyada edinebileceği mal-mülk gibi zenginlikleri
vardır. Geniş halk kesimlerinde görülen bu hal, bu toplumun ortaklaşa belli
hakikatlere direnç gösterdiklerini de anlatır. Garip bir şekilde aynı dili
konuşurlar, derinliksiz, yüzeyden. Mal edinme iştiyakları öylesine güçlüdür ki,
etraftan çınlayan gerçeklere tamamen kapalıdırlar. Hayatları, Ayetin bildirdiği
üzere tamamen karanlıklar içindedir. Yanlarında davul çalsa duymazlar. Gerçeğe
tepkisiz, mal edinmeye aşırı tepkili bir kalabalık. Gerçeği duymadıkları için
de etkiden habersiz, tepkisizdirler. Dirençleri, sahip olmak istedikleri mal
ağırlığı kadardır.
Bir çuval patatesi taşıyabilmek
için, en az o çuvalın ağırlığı kadar bir kuvvet harcamalısınız. Karanlıktakini
uyarabilmek ise, o kişinin sahipliğindeki ve sahip olmak istedikleri
patateslerin ağırlığı kadar bir kuvvetle itmek, dürtüklemek gerekir. Uyuyan
bilinci harekete geçirmek görevi, Peygambere dahi verilmemiştir. Ki, sadece “tebliğ ile görevli”
(Alu-İmran/20, Maide/92,99,
Rad/40, Nahl/82) olduğu hatırlatılmıştır.
Tepki, anlamanın sonunda
gelişir ki, istenen budur. Yoksa ne söylenirse söylensin, aynı mana ve tonda
karşı çıkarak tepki gösteriyormuş gibi yapmak, iyi niyetli gayretleri
kösteklemekten başka ne işe yarar?
Duyma iştiyakındakine
arının vızıltısı hakikat ulaştırır, nasibinde yok ise davullu, zurnalı düğün
kursanız tınmaz bile.
Yahya Kemal’in bir rubaisi
tam buraya uygun:
“Bilmem kime yahut neye uyduk
gittik.
Gâhi meye, gâhi ney’e uyduk
gittik.
Erbab-ı zekâ riyayı mezhep
bildi
Bizler dil-i divaneye uyduk gittik.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder