26 Temmuz 2014 Cumartesi

Tepki, Nasıl Ortaya Çıkar?


“İnsan davranışının büyük ölçüde iradi olmayan, refleks benzeri, sabit ve rutin” olduğunu bildiren ilim adamları vardır. Tepki bilerek isteyerek, planlanarak konulan bir tarz değil, tam tersi, adeta öğretilmiş bir hareket tarzıdır. Ziyadesiyle, aklını ve idrakini ideolojisinin emrine vermişlerde gözlemek mümkündür bu tipleri. Tavırları tamamen biyolojilerinin emrindedir. Biyolojik ihtiyaçlarının karşılanması ve tatmin edilmesine yöneliktir tüm hareketleri. Açlığı bastırma temel hedef. Karnını doyurması, cinsel ihtiyaçları, çoğalma, çocuklarının mal-mülk sahibi olmaları gibi dünyalık taleplerin ötesinde, kendine kurduğu başka bir dünyası yoktur. Kâinatı anlamlandırmaya ve anlamaya yönelik de bir çalışmasına tanık olamayız. Tek derdi, biraz daha zengin olup, rahat etmek. Aslında, rahat etmenin de ne demek olduğunun ayırdında değildir. Doğal olarak sosyo-kültürel bir sebep aramak yersizdir davranışlarında, olsa bile ancak kıyısından, kenarından birazcık bulaşma söz konusudur. Çünkü dünya sadece ve yalnızca kendisine aittir. Diğerleri yok hükmündedir. Bu davranış tarzı sosyal mühendislerce öğretildiğinden, kişinin kendini düzeltme ve tabii kurallara uydurma çabalarını göremeyiz. Televizyonlardan ne öğrendiyse ki, reklam seyircilerinin çoğunluğu öğrenmeye ve kendini sosyal mühendislere teslim etmeye hazırdırlar. Reklam verenler de, metinlerini ve resimlerini onların avlanması üzerine bina etmektedirler. Yakışıklı erkek veya güzel kadın seçenekleri avlanma tuzaklarındandır. Ayrıca binlercesi bulunan fotoğraf çekme teknikleri ile izleyicinin aklını başından almasını çok iyi becerirler.

Furkan Suresi 47. Ayet bize yol gösteriyor: “Geceyi sizin için örtü, uykuyu ölüm kılan… Gündüzü de Nüşur (uykudan kalkma, diriliş misali) kıldı”.

Biz bu çalışmayı yaparken çay içme ihtiyacı hissettik ve bulunduğumuz 2 Bin küsur nüfuslu kasabanın (Bursa/Keles) merkezinde bulunan bir kahvehaneye çay içmek için gittik. Oturduğumuz iskemlenin tam karşısındaki caminin giriş kapısının üstünde akan yazılarla şu ayet yazıyordu: “O, geceyi istirahat ve uyku, gündüzü de hareket ve çalışma zamanı yapandır.” (Furkan/47). Böyle meallendirmişler. Önemli değil, bize yol gösterici oldu, yazanlardan Razı Olsun.

Fizik olarak ‘tepki’yi, etkiden ayırmak zordur. Etkinin olduğu yerde bir direnç, bir karşı koyuş olacaktır. Toplumun (veya bireyin) etkiye kapalı ve açık oluşu durumuna göre, anlamlandırmak ve geliştirmek mümkündür.

Doğum geceyedir diyebilir miyiz? Cümlenin (Ayetin) zahiri manası kolay, gece olur uykuya dalarsın, gündüz olur uyanır çalışırsın. Bizim aradığımız anlam, geniş kesimlerin anladığı bu mana değil.

İnsan hayatı, karanlıklarla, aydınlığın mücadelesi şeklinde geçer ve insanın tabi olduğu kapının rengine göre hayatı şekillenir ve verilen düstur üzerine devam eder gider. Hayatı daima karanlık içinde olan kişi uyku halindedir ve hakikatinden bihaber sürer yaşamını. Onun üzerine güneş doğmaz. Hidayetten uzak kalmış, başka bir ifadeyle Mehdi’si ile buluşamamıştır. Ne zaman ki, hidayete ermiştir, güneş doğar, karanlıklar yırtılır ve ayağa kalkar. Kıyam eder. Kıyametidir. Ki, gündüzün hali.

Şimdi, bu hal ve yorum üzerine tepkiye dönelim:

Giriş paragrafında anlatılan sosyal-psikolojik durum, tamamen bir karanlığın deşifresidir. Kişi için sadece kendi dünyası, bu dünyada edinebileceği mal-mülk gibi zenginlikleri vardır. Geniş halk kesimlerinde görülen bu hal, bu toplumun ortaklaşa belli hakikatlere direnç gösterdiklerini de anlatır. Garip bir şekilde aynı dili konuşurlar, derinliksiz, yüzeyden. Mal edinme iştiyakları öylesine güçlüdür ki, etraftan çınlayan gerçeklere tamamen kapalıdırlar. Hayatları, Ayetin bildirdiği üzere tamamen karanlıklar içindedir. Yanlarında davul çalsa duymazlar. Gerçeğe tepkisiz, mal edinmeye aşırı tepkili bir kalabalık. Gerçeği duymadıkları için de etkiden habersiz, tepkisizdirler. Dirençleri, sahip olmak istedikleri mal ağırlığı kadardır.

Bir çuval patatesi taşıyabilmek için, en az o çuvalın ağırlığı kadar bir kuvvet harcamalısınız. Karanlıktakini uyarabilmek ise, o kişinin sahipliğindeki ve sahip olmak istedikleri patateslerin ağırlığı kadar bir kuvvetle itmek, dürtüklemek gerekir. Uyuyan bilinci harekete geçirmek görevi, Peygambere dahi verilmemiştir. Ki, sadece “tebliğ ile görevli”  (Alu-İmran/20, Maide/92,99, Rad/40, Nahl/82) olduğu hatırlatılmıştır.

Tepki, anlamanın sonunda gelişir ki, istenen budur. Yoksa ne söylenirse söylensin, aynı mana ve tonda karşı çıkarak tepki gösteriyormuş gibi yapmak, iyi niyetli gayretleri kösteklemekten başka ne işe yarar?

Duyma iştiyakındakine arının vızıltısı hakikat ulaştırır, nasibinde yok ise davullu, zurnalı düğün kursanız tınmaz bile.

Yahya Kemal’in bir rubaisi tam buraya uygun:

“Bilmem kime yahut neye uyduk gittik.
Gâhi meye, gâhi ney’e uyduk gittik.
Erbab-ı zekâ riyayı mezhep bildi
Bizler dil-i divaneye uyduk gittik.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...