Komedi oyununda seyirciler
ne zaman güler?
İzlenilen bir tiyatro eseri
veya sinema filminde, bazı zamanlarda güler, sevinir, ağlarız. Tam o sırada,
tepkinin verildiği sırada sahnedeki aktöre dikkatlice bakılmalı. Neye
gülüyoruz? Aktörün mimikleri, vücut hareketleri ve ağzından çıkan replikler tam
da bizi anlatıyor, kendimizi görüyoruz da onun için gülüyor, seviniyor veya
ağlayarak tepki veriyoruz.
Sosyal hayat içinde de sık
karşılaşırız bu durumla. Üniversiteden bir ilim adamı bir konu hakkında fikrini
açıklarken veya diğer konuşmacıyla tartışırken, bir sivil toplum örgütü lideri
bağlı topluluğu hareketlendirirken veya sükunete davet ederken, bir siyasi
parti lideri yandaşlarına hitap ederken.. ki, tavırlarında gülünecek, sevinecek
veya ağlanacak bir an vardır. Sinirlenmek, öfkelenmek, bağırmak, nara atmak
gibi tepki şekilleri de mümkündür.
İşte, bizi mutlu eden ve
kendine bağlayan ve hatta ölümüne desteğimizi kazandıran halleri bu anlar
içinde aramalıyız. Aslında biz, aktörde, tartışmacıda, siyaside kendimizi
görüyoruz, kendimize gülüyor, kendimize ağlıyor ve kendimizi destekliyoruz.
Kimi toplum liderleri,
geldiği meslekteki statülerinden kurtulamadıkları için, tavırları, konuşmaları,
tepkileri, öfkeleri, gülümsemeleri kısa geçmişindeki hayatının izlerini taşır.
Mesela, öğretim görevlisi geçmişine sahip lider, hitabetlerinde ve duruşlarında
tamamen tahtanın karşısındaki öğrencilerine anlattığı derslerdeki gibidir.
Anlattıklarına öğrencilerinden gördüğü ve ezberlediği tepkileri bekler. Bu haliyle
öğretmenlik mesleği ile ilgisi bulunmayan kişiler, yani toplumun çoğunluğu
ondan kendilerine dair bir resim göremeyeceklerinden, liderin etkisi de asgari
seviyede olacaktır. Bunun yanında, hayatının önemli bir geçmişi işsiz – güçsüz,
orası senin, burası benim, okula gitmez, gitse de derse girmez, külhanbeyi
tavırlı, avare, hayta hayatların ezberlenmiş tavırlarını bütün hayatı içinde
daima yaşayan bir liderde ise bütün dinleyiciler ve seyirciler kendilerinden
mutlak surette bir taraf bulacaklardır. Söyledikleri ne olursa olsun, doğru
olsun, yalan olsun önemli değil dinleyiciler duymasa bile, kendi avare
hayatlarından bir resmi yakalayacaklarından derhal kabul görecektir. Çünkü bomboş
bir hayat, umursamazlıkla dolu bir zaman mutlak surette herkes tarafından
yaşanmıştır. Burada liderin anlattıklarının ehemmiyeti değil, konuşmaları ve
tavırları içinde dinleyicinin kendinden bir parça bulmasıdır, görmesidir önemli
olan. Ki, burada hatibin özel bir çabası bile yoktur. Asosyal ve eğitimsiz
olması kalabalıklar içindeki kişilere kendilerini hatırlatması için kâfidir.
Kalabalığa mercek tutup,
bireyleri tek tek incelediğimizde; benzer eğitimlerden geçtikleri, benzer
alışkanlıkları olduğu, benzer yemekleri sevdikleri, okudukları (esasen
okumadıkları, çünkü okumayı sevmezler) kitaplar, yaptıkları
dualar, sevdikleri hocalar, nefret ettikleri kişiler hep ama hep üç aşağı beş
yukarı benzer olduğunu görürsünüz. Büyük çoğunluğu daha doğru dürüst
konuşamazken bile bir sakallı hocanın önünde diz çökmüştür, beyinlerine ilk yanlış
bilgilerin girişi benzer çağlarda yapılmıştır. Mahallelerindeki toprak sahada
zengin arkadaşlarının topu ile onun müsaadesiyle futbol oynamışlardır, topun
sahibi onu oyundan atana kadar. Bu tür kırıklıkları da ortaktır. İlkokul
çağlarında, büyük çoğunluğu simit satma tecrübesini edinmiştir, belki
aralarında bayat simitleri ısıtarak tazeymiş gibi satanları bile vardır. Kalabalığın
neredeyse tamamı aynı hikâyeden çıkmış gelmiş kahramanlara benzerler. Bu kadar
sıkı akrabalık (gibi) ilişkilerinin
bulunduğu bu kişiler içinden çıkan, yanlış da olsa bir lider yapacağı basit
konulu hitabetlerle neredeyse tamamını sorgusuz, sualsiz etrafında
toplayabilecektir.
Adeta kendisiyle
hesaplaştığı “Rahmânî mi, Şeytânî mi”
isimli makalesinde Durmuş Hocaoğlu’nun, kendine söylediği bir cümlesi vardır: “Burası Türkiye arslanım, Türkiye; yâni
öyle büyük dâvâları olmayan, elitlerinin dahi sıradan olduğu, çözülmeye
başlamış insanların memleketi”. İşte Hocaoğlu’nun (cennet
mekân) elitleri bile yukarıdaki paragrafta tarif edilen
kalabalık içinden çıkmaktadır. Zaten oradan çıkmamışsa değil elit, insan bile
demiyorlar, küçümsüyorlar, alaya alıyorlar, gaz sıkıyorlar, yüksek mevkili
memurlar tarafından dövülüyorlar, basit bir slogan yüzünden aylarca
mahpushanelerde tutuklu kalıyorlar, cesaret edip köyünün dağlarında kekik
toplamaya çıktığı vakit icabında öldürülüyorlar, kaçakçısı terörist, teröristi
kaçakçı oluveriyor… bir başka memlekettir anlatılan memleket.
Bugüne kadar bulunmuş en
kıymetli yönetim biçimi, adına demokrasi derler. İnsan zaaflarından
yararlanabilenlerin başarılı olduğu, acayip bir ‘milli irade’ savunuculuğu.
Çoğunluk, fakir bırakılarak köleleştirilir ve ulaşmaları mümkün olmayan zengin
hayaller önlerine sunulur, kalabalık içinden sıyrılıp çıkabilenler, zenginliğe
ulaşabilmek için yapması gereken ne ise (hırsızlık dâhil) kolaylıkla
yapar, zaten yapmasa ulaşması mümkün değil. Diğer kalanlar da ulaşmak için,
yapılan hataları, yanlışları, hırsızlık ithamlarını görmezden gelirler.
Bilirler ki,
Kendileri de iş başına
gelme fırsatı bulurlarsa, aynını yapacaklardır.
Müstehakız yani…
Müstehak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder