Tarihi hadiselere bakışı;
1- Muhafazakâr
bakış,
2- İlmi
(akli, ahlaki)
bakış:
Olarak ayırdığımızı
düşünelim.
Gözden göze fark vardır ya,
biz de böyle kabul edelim. Şimdi, şöyle söylüyor tarihçi sıfatıyla anılan
birisi. “Dünyanın en zengin başkanı
Atatürk”. Sonra şöyle söylüyor utanmadan: “Devletin memuruna maaş veremediği
zamanlarda, Atatürk’ün maaşı bugünkü parayla 60 Milyar liraydı.” Bu
bir bakış açısı, böyle de açıklanabilir, böyle de anlanabilir ve anlatılabilir,
“geriye kim için, kime ne
bıraktı”? Sorusunu sorarak da anlatılabilir. Durduğu
yere, hizmet ettiği fikre, para kazandığı, statü edindiği topluluğa göre
anlattıkları kendilerine göre doğrudur.
Sonra, demokrasi denen
algının günümüzde kazandığı irtifaya göre düşünerek, 90 yıl önceyi eleştirmek
de mümkündür. Hatta bu zavallı bakış sahibine niye sadece 90 yıl, 150 yıl, 300
yıl, 1000 yıl önceyi niye bu mantıkla eleştirmiyorsun diye soramazsınız. O
zaman, demokratlığı aklına gelir! Demokrasi ile sizi vurmaya kalkışır.
Muhafazakâr kelimesi ile
vurguladığımız tarz, ‘izm’ler tarafından sıkıştırılmış, idelojilerin tuzağına
düşmüş, neyi korumaya çalıştığının bile farkında olmayan zavallı bir tarzdır.
Okuduğu değil, okunandan kendisinin ne çıkarttığı ve nasıl yorumladığı
önemlidir. Dahil olduğu toplum (cemaat, menfaat topluluğu) içindeki
statüsünü kaybetmeme ve hatta daha da perçinleştirme çabası da vardır, tek
amacı bulunduğu çıkar topluluğu içindeki statüsünü sağlamlaştırmadır. Tarihte
olan olayların, ne, niçin, nasıl olduğu ve kim tarafından, niye yapıldığı
değil, beynine yerleşen (yanlış veya doğru)
fikirlerini o tarihi olayı nasıl değerlendirir ve yorumlarsa destek
sağlayacağını düşünür ve ona göre işlem yapar. Onun için tarihteki hadise, “ne oldu, gerçekten ne oldu” (Ömer
Faik Anlı, Postmodern dünyada tarih yazımına karşı eleştiriler) sorusuna
cevap aramak değildir. Tarihi olay her ne ise, menfaat topluluğuna nasıl hizmet
edeceği sorusu, asıl onun davranışlarını ve yönünü belirler. Örnek mi; hiç
çocuğu olmayan tarihi bir şahsiyetin torunlarından aldığı mektubu yayınlamakta
beis görmez, yeter ki, kendi ideolojisine hizmet etsin. Tabii, dahil olduğu
cemaatin hoşuna gidecek sözler ve cümleler dizdiği için, el üstünde tutulur ve
yazıları, kitapları okuyucu rekoru kırar, bu aradaki kazancına karışamayız.
Onun amacı, para, menfaat değil yalnızca Allah’ın Rızası’nı kazanmaktır!.
Hâsılı, muhafazakâr tarih yazıcısının amacı, hakikati belirleyip gün yüzüne
çıkartmak değildir. Zaten böyle bir amacı veya gücü de yoktur. “Geçmişi görünür kılan tanıklıklar taraflı
ve eksikken, bunun üzerine tarihçinin mensubiyet bağları ve tarafgirlikleri
devreye girmektedir. Tarihçi, seçtiği metinlerden (tanıklıklardan), bu metinleri bir araya getirme yöntemine
kadar epistemolojik, ideolojik, dini, felsefi aidiyetlerinin etkisi altındadır.
Daha da önemlisi bu aidiyetlerin bir bileşkesi olarak belirli ‘iktidar’ların
bilinçli ya da bilinçsiz ‘uygulayıcısı’dır. (Ömer Faik Anlı, aynı
çalışmadan)
Hakikatin su yüzüne
çıkması, görünür ve bilinir hale gelmesi, beynini kiraya vermişlerin
çabalarıyla önlenebilecek midir? Asla. Çünkü tarihin aktarılmasındaki bilerek
veya bilmeden yapılan hatalar, hakikati asla kapatamaz. Belgeler, olaylar,
bilgiler bir gün su yüzüne, namuslu tarihçiler eliyle çıkacaktır (çıkar). Çünkü
tarihi yapan halktır, gerçek tarih halkın zihninde, genlerinde saklıdır. Her
dönemde bulunan, emperyalizmin paralı askerleri ne kadar çabalasalar da
hakikati örtemeyeceklerdir.
“Yanlış algılamaların yaygınlaştırılması, halkın elini kolunu bağlayıp
beklemesini sağlamanın yollarından birisidir. ‘tarihin sonunun geldiğini’
dolayısıyla artık yapılacak bir şey kalmadığını söyleyenler de aynı amaç
doğrultusunda tavır almışlardır.
Allende, gerçeğin bu olmadığını, canını almak amacıyla başkanlık
sarayını kuşatmış olan emperyalizmin hizmetindeki güçlerin ayak seslerinin
ortalığı kapladığı bir sırada şöyle haykırmıştır: ‘tarihi yapan halktır, halkın
bu görevini sürdürmesini hiçbir güç engelleyemeyecektir’.” (Prof.
Alpaslan Işıklı, 3 Ocak 2012 İlk Kurşun)
“Atatürk’ün mirasını bilim ve Türk milletinin geleceği için kullanmayan
adamlar, iktidarlara yağdanlık olmak için millete ve Cumhuriyet’e ihanet için
yarışıyorlar.” (Mustafa Önder, haberiniz.com.tr, 29 ekim
2013)
Emperyalizmin sesini
dillendirenlere, manda talep edenlere karşılık, Sivas Kongresi’ne tıp okulu
temsilcisi olarak katılan Hikmet Boran’ın, Mustafa Kemal Paşa’ya hitaben
yaptığı konuşmayı, Prof. Nurullah Çetin, 3 Kasım tarihli yazısıyla
haberiniz.com.tr de yayınladı, okunursa tarihin nasıl yapıldığı ve bu tarih yapanların
bıraktığı miras nasıl nesilden nesile aktarıldığı anlaşılmış olur. Bu sebeple,
hainlerin olması ne kadar doğal ise, karşı duranlar da olacak ve daha sağlam,
daha inançlı olarak karşı durmaya devam edeceklerdir.
Tarih yazıcısı, ilimden,
akıldan, vicdandan uzaklaştıkça, emperyalizmin kucağına düşmesi kaçınılmazdır.
Tuncay Altunezen :
YanıtlaSil"Dahil olduğu toplum (cemaat, menfaat topluluğu) içindeki statüsünü kaybetmeme ve hatta daha da perçinleştirme çabası da vardır, tek amacı bulunduğu çıkar topluluğu içindeki statüsünü sağlamlaştırmadır."
Bu tespitini, bence çok olayın düğüm noktası , Hocam.
Kaleminize sağlık.
Çok az şeyin namusu kaldı. İlm de bu bozulmadan payını fazlası ile aldı.