22 Ekim 2012 Pazartesi

Matematik, Zaman ve Okullarımız



Ben ne kadar fen derslerinden (matematik-fizik) mutazarrır isem, onun da edebiyat, felsefe derslerinden tırstığını biliyordum. Tarih, coğrafyadan hazzetmez, sosyoloji okumaya yanaşmazdı. Bana matematiğin faziletleri hakkında saatlerce nutuk çektiğini hatırlarım. İyi de oldu, hiç olmazsa derin düşünceler içine daldığım zamanlarda matematiksel düşünebilme yetisi kazandırdı bana arkadaşımın çabası. Çoğu zamanlarda denklemler kurarım, sosyal tabakalarda bir ağın aileye olumsuz tesiri olursa, bu ağın olumsuz tesirleri millet üzerinde de olur gibi. Başka bir denklem de, ailenin ilmen zenginleşmesi, memlekete ilmen zengin bakanlar, başbakanlar getirecektir. Tersten işleyen bir denklem de şöyle kurulmuştu, halk içinde dedikodu dolaşım hızı düştükçe, insanların ilmi gelişmeleri ve düşünebilme yetileri yükselir. Bu gibi çözümlemelerini onun yanında da yaparım. Genellikle gülerek;

-“Bak” der, -“bak, matematiğin bir sırrı daha çözüldü.” Ben de gülerim.

Bir seferinde kızgınlıkla yanıma geldi ve hiç duraksamadan:

-“Ya, biliyor musun, Hukuk Fakültelerinde matematik dersleri yokmuş. Birkaç fakültenin ders programlarını inceledim. Hayal kırıklığı yaşadım. Olabilir mi ya, olabilir mi? Hiç, matematik bilmeyen bir Hâkim, bir Savcı olabilir mi? Peki, matematik bilmeyen bir Avukat nasıl savunur müvekkilini?”

Şimdi taşı gediğine koymuştu işte. Doğruydu. Hukuk Fakültelerinde matematik dersi okutulmuyordu. Gerçekten garip bir durumdu bu. Matematiksel düşünme yeteneğini geliştirmemiş bir kişinin, sanık, olay, deliller, savunma ve ceza-vicdan muhasebesi gibi konularda filozofik düşünebilmesi mümkün olamayacağı gibi, cezaya muhatap olayın felsefesi hakkında da bir çözümleme yapabilme şansı olmayacaktır, ya da analizin içinde hatalar olacaktır.

Bir ağır ceza mahkemesinde takip ettiğim, altınlarını ele geçirmek için arkadaşının yardımı ile annesini, planlayarak öldüren delikanlıya Hâkim idam cezası vermiş ve kalemini kırmıştı. Zabıt kâtibine kararını yazdırdıktan sonra ayağa kalkarak cezaya muhatap delikanlıya;

-“Üzülme oğlum, eğer uslu durursan çok kısa bir zaman sonra dışarıya çıkarsın” demişti. Sonra duruşma salonunu terk etmiş ve ceza alan sanıkları, jandarma ellerini kelepçeleyerek cezaevine götürmüştü. O anda Hâkim hakkında; ‘verdiği cezayı bildiği yok’ gibi eleştiri geliştirmiştim. Sonra yıllar geçti, bu güne kadar tam üç defa Af Kanunları çıkartıldı. Hatta Türk Ceza Kanunu’ndan idam cezası bile kaldırıldı. İdama mahkûm edilen o kişi eğer sağ ise mutlak surette salıvermişlerdir… Tam isabet. Hâkim’in şakayla karışık söylediği öğüdü gerçekten kısa bir süre sonra zuhur etmişti. Demek ki, ülkesini, milletini, yöneticilerini, politikasını çok iyi anlamış ve gidişatı yorumlayarak, bir devletteki oluşları alt alta, üst üste koyup, filozofik değerlendirme yaparak sonuca ulaşmıştı Hâkim Bey. Bunun için matematik bilmeye, matematiksel düşünebilmeye gerek var mıydı? Evet, vardı. Halkın hareketlerinden, millet evladının düşünme tarzından, olagelen olaylardan bir sonuç çıkartarak bir karara varmak ve esprili bir dille muhataba aktarmak. Bütün bunlar matematiğin işiydi arkadaşıma göre.

***

“Osmanlı Devletinde en yüksek ilmî müessese bilindiği üzere medreselerin kuruluş döneminde Molla Fenari (834/1431) gibi gayretli müderrislerin sayesinde kurulmuş medreselerdeki, kelâm ve felsefî esaslara dayalı Fahrettin Razî ekolu, zamanla silinmeye başlamış, yerini tepkici bir zihniyete sahip, aklî ve felsefî ilimlere karşı bir anlayışa terk etmeye başlamıştır. Ayrıca bazı şeyhülislâmların telkini ile hikmet dersleri denilen matematik, felsefe ve kelam gibi aklî derslerin terk edilmesi, bir kısım ilim adamlarının çocuklarına on beş yaşından önce müderrislik beratının verilmesi, talebelerin iyi bir eğitim görmeden rüşvet ve para ile müderris olmaları medreselerin bozulmasına doğrudan etki etmiştir.”

“XVII. Yüzyıldan önceki yüzyıllarda tabii ve felsefi ilimlerin öğretim yeri olan medreselerde, birçok ansiklopedik temelli bilgin yetişmişti. Bu yüzyıldan itibaren medreselerde aklî ve müspet ilimler itibardan düşmüş ve dersler daha çok fıkıh alanına kaymıştı. Matematik, astronomi, felsefe gibi dersler, tamamıyla ortadan kalkmasa bile önem verilmiyordu.” (İsmail Hakkı Altıntaş, Divan-ı İlahiyat açıklaması)

***

Dünyayı, en, boy, yükseklik verileri ile algılıyoruz, ya da sıcak, soğuk ve ılık gibi.
Üç boyutlu kısır bir algıdır bu.

Sadece, bedenimize hizmet gayesi güden kısır bir düşünce.

Üçüncü boyutun dışına çıkılma tecrübeleri ise umurumuzda değil. Üçten sonraki boyutlar hakkında sohbet, düşünce ve idrak eleştirilerine ise matematiksel düşünebilme yetisini kazanamamış beyinler itiraz yükselteceklerdir. Zira boyutları algılayabilmek matematik felsefesine, mantık bilgisine, astronomik bakış açısına lüzum gösterecektir. Üçüncü boyutun yanında ‘zaman’ da konulursa ki, dördüncü boyut çağlarına geçilecektir.

Hiç düşünmeden, hemen ret eden nesiller çıkan okullarımızda, zaman’ı en-boy-yükseklik yanında kaç profesörümüz değerlendirmektedir, araştırmaya değer. Bu küçücük ilaveye bile tahammül edemeyen düşünür artıklarına peki, dördüncü boyuttan sonraki boyutlar hakkında nasıl ve ne gibi sorular tevcih edilebilecektir. Şimdiden itirazları duyar gibiyim.

***

Hiç olmazsa çocuklarınıza toplama, çıkarma, çarpma, bölme ve denklemler kurabilmeyi öğretiniz.

Doğru, daima iyi, güzel ve hoş düşünebilenlerin yedindedir.

3 yorum:

  1. Türkçe, matematik ve felsefe hayati öneme sahip dersler olmasına rağmen bu derslere ne önem verildi, ne de öğrencilere sevdirilebildi. Bir toplum Türkçe'den yoksunsa, matematikle düşünmüyorsa ve hayata felsefik sorgulama ile bakmıyorsa somut bilgilerden daha çok soyut kavramlarla konuşmaya başlıyor. "Bir Muhafazakarın Hatası" yazısında da belirtildiği üzere halk hiç bir temele dayanmayan söylemlere prim veriyor. Bu tarzın prim yaptığını görenler de soyut kavramlara asıldıkça asılıyorlar. Sonuç ne mi oluyor? Gresham yasasına göre kötü paranın iyi parayı kovduğu gibi, soyut kavramlarla her türlü cazgırlığı yapanların edepsizliğinden somut verilerle yazan çizen, düşünen insanlar kendilerini sessiz bir limana atıveriyorlar. Lafın hülasası rahmetli Ahmet KAYHAN'ın ifadesi: Hal ehli olmazsa kal ehlinin hali harap, kal ehli olmazsa hal ehlinin dünyası (ikame, iaşe, idame) harap.

    YanıtlaSil
  2. Mehmet Kınacı:

    Bir sırrı çözdüm önüme bin sır açıldı!!!!!

    YanıtlaSil
  3. Abdurrahman Biçer:

    Makale bana bir şeyler yazmamı emrediyor:

    "Hayat; Trigonometrik olarak Alfa açısının Beta açısı na göre AÇISAL MOMENTİNDEN başka nedir ki..."

    Biz zahmet buyurup matematiği hayatımızda yerli yerine oturtamaz isek soluduğumuzu ve hareket kabiliyeti kazandığımızı nasıl anlayabileceğiz?...

    Matematik; Varlık Aleminin şaşmaz, değişmez tek dili olduğuna göre onu görmezden gelip ANALİTİK DÜŞÜNME YOLLARINI nasıl inşa edebileceğiz?...

    Matematik; Taklidi İman ile Tahkiki iman arasındaki fark değil midir?...

    Fizik, Kimya, Biyoloji, Geometri kendilerini; Matematik ile ifade ve izah etmezler mi?...

    O halde ZAMANIN TENSÖRÜ; 4. Boyut olmayı hak etmiyor mu?...

    Zaman konusunda şunu söylemek pek mümkündür:

    Gerek makro ve gerekse mikro düzeyde yani bütün halde ve partiküler halde madde; bir YARILANMA ömrüne sahiptir. Ömür Sayacı ise Zaman olduğuna göre onu maddeden ayrı mütalaa edersek maddeyi anlayabilmek mümkün olabilmez...

    Bundan 22 sene önce ODTÜ Fizikte bir Prof. vardı ZAMANIN TENSÖRÜ hakkında araştırmalar yapardı. Toplam 3 sayfalık bir makale hazırladı ve Bilim Kuruluna sundu. Aynı makaleyi gazetede yayınlamak istediyse de emperyalist-anti emperyalist basın mensupları bu makaleyi saçma buldular ve yayınlamayı reddettiler. ODTÜ Mütevellisi de bu Prof.u Üniversiteden attı...

    O Profesör; şimdi NASA da TAYYİ MEKAN ile ilgili çalışmalarını tamamlamak üzere...

    Kısaca Matematik; Hayatın da, Maddenin de, Zamanın da EFENDİSİ olarak tanımlanabilir...

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...