Ağızları laf yapmayı,
kalemleri cümle üretmeyi biliyor. Bildikleri için de doğruları kolaylıkla
çarpıtıp anlatarak veya yazarak bizlere yutturuyorlar. Tabii ki, bunda sahip
oldukları muazzam medya gücünü göz ardı edemeyiz. Dört bir koldan hep aynı
şeyleri defalarca tekrarlayınca da kolayca teslim oluyor zihinlerimiz…
Biliyoruz biz 12 Eylül’ün
işkenceler mevsimi olduğunu. İşkenceden geçirilen, zorla suç yüklenilen,
günleri felakete çevrilen sayısız dostlarımızı tanıyoruz. Ülkücüler ve
Devrimciler nasibini aldılar bu furyadan. Bugün iktidarda darbe, darbeci, işkenceci
gibi yaftalamalarla kafamızı şişirenler ise kavga günlerinde inzivadaydılar.
Buna inziva da diyemeyiz. Kaçaktılar. İhtilalın en önemli sebeplerinden
gösterilen Konya mitingi üzerine ne gidildi, ne de diğerleri gibi işkencelere
maruz bırakıldılar. Hayatlarını gayet rahat bir biçimde idame ettirdiler. Çünkü
kurulmak istenen ‘Yeşil Kuşak İslam’ projesine dayanak teşkil ediyorlardı. Ne
de olsa, Komünizm en büyük düşmandı. Daha doğrusu Komünizm -Komünist-
kelimeleri ile insanlarımızı korkutuyorlardı. Yıllardır olan buydu, o gün de
olan aynı. İş yerlerini kurdular, üniversitelerde akademik çalışmalar yaptılar,
devlet kademelerinde (yarın rakip gördükleri kesimler) tarafından önemli
mevkilere taşındılar. Bir eli yağda bir eli balda hayatları devam etti gitti…
Şu satırları okuyalım:
“Gözaltı ve tutuklamalarda fahiş hatalar yapılmasına rağmen
yargılananların hiç birisi cami avlusundan toplanmadı. ‘Aklınızdan şunu da
geçirmişsiniz’ diye tutuklanmadı kimse. Korkunç işkenceler altında ifadeler
alındı. Ama dosyalarda sahte dijital belge yoktu. Sıkıyönetim mahkemelerinin
tezekten terazisinde her şeye rağmen peşin hüküm bulunmuyordu.
Oysa son beş yılda yaşadığımız sivil darbede her şey gelişen
teknolojiyle bağlantılı. İntikam cinnetiyle dijital terör estiriliyor. Benim
gibi o günleri yaşayanlar ’12 Eylül Mahkemelerinde hukuk varmış’ diyerek
Silivri’deki zulme tanık olunca o günleri mumla arıyorlar. İşkencenin metodu
değişmiş ama bedene yapılanlardan daha aşağılık uygulanıyor şimdi. Mamak’ta,
Metris’te yaşananların diğer versiyonları Silivri’de sahneleniyor her gün.”
(Yavuz Selim Demirağ, 14 Eylül, Yeniçağ)
Başka bir işkence türünden
bahsediyor yazar, değişmez. Zaten işkenceci, işkence yapma çeşitlerini bulmakta
mahirdir. Aklı işkence usullerine takılı kalır, geceleri hangi tip işkence
metodunu nasıl uygulamalı şeklinde rüyalar görür, aklı-fikri daha nasıl eziyet
edebilirim düşüncesindedir. Hastadır bu tipler, fakat her gün onlarcasını
hayatımızın içinde görürüz. Kaldırımda, çarşı-pazarda, iş yerinde, devlet
dairesinde.. Her yerde varlardır. Her birinin de uyguladığı usuller farklıdır.
Dikkatlice bakınız etrafınıza, belki de hayatınızı işkenceciler
şekillendiriyordur.
Dr. Ahmet Sanverdi 12
Eylül’ün düşündürdükleri başlıklı yazısında (türkiyegundemi.tv) işkencecileri
anlatır. Bakın nasılmış işkenceciler.
İşkencecinin;
“-Dini-imanı, namusu-şerefi, izzeti-ahlaki yoktur. Hastalıklı bir ruh
hali vardır.
-Hastalıklı ruh halini tatmin etme isteğinden yani sapıkça duygularını
tatminden geri durmamak hali ve efendisinin gözüne girebilme isteği işkenceciyi
çoğu zaman daha da vahşileştirir.
-Belli bir süre sonra mağdurlarına işkence etme isteği onda dayanılmaz
bir dürtü haline gelir. Yaptığı insanlık dışı işten zevk almaya başlar.
-Her devrin adamıdırlar, önlerine gelene işkence ederken tek dertleri
efendilerini memnun etmek ve işin sonunda terfi etmektir.
-En ağır işkenceler altında hayatları pahasına kahramanlaşan binlerce
insanoğlu vardır ancak işkenceci kimliğiyle kahraman olan tarihte bir tek kişi
dahi yoktur. Buna rağmen maalesef işkence ve işkenceciler tarihte hep vardı
şimdi de var, yarın da var olmaya devam edecekler. Ancak asla insan onurunu
yenemeyecekler.”
12 Eylül işkencecilerine
rahmet okutan bugünküler, çok sistemli, planlı, programlı işlerini yapmaktalar.
Kimi zaman yok sayarak, kimi zaman terfi ettirmeyerek, kimi zaman kabulü mümkün
olmayan deliller yaratıp tutuklattırarak, izin vermeyerek, kaba tabirle olur
olmaz zamanda fırça atarak, daima gözünün içine gülümseyerek bakarak, sana hiç
itibar etmeyerek, seninle konuşmayarak, Hakk’ın olan iznini vermeyerek, hiç
tanımadığın ve ilgin olmadığı halde seni bilmediğin çetelerle ortak olduğunu
yüzüne haykırarak, kâfirliğini ima ederek, bin dereden su getirterek… Çok
çeşitli yöntemleri kullanırlar. Ve kullanıyorlar.
Belki bir tespit olarak not
edilebilir. Bu aşağılık işkenceciler, görevlerine genellikle torpille
getirilen, emek harcamadan, alınları terlemeden getirilen tiplerin içinden
çıkmaktadır. Böylece efendilerinin hizmetlerine koşturdukları sürece
makamlarını garanti altına almış olduklarını sanmaktadırlar. Kullanılmaya
müsait tipler.
Bir de bunları savunanlar
var, yaptıkları kötülükleri örtmeye çalışanlar, ağızları laf, kalemleri cümle
yapan destekçiler. Kayıtsız şartsız desteklerler. Utanmadan, sanki bir yerden
emir almışlar gibi hep bir ağızdan aynı anda destek konuşmaları, yazıları,
konferansları birbirini takip eder. Maalesef tüm bunları dindarlık -İslamcılık-
adına yaparlar. Zira işkenceyi yapanlar ne de olsa kendi adamlarıdır. Yazık.
Kendilerine yapılmayan işkenceleri kutsarlar. Daima da darbeciler, işkenceciler
aleyhine konuşurlar ama kendilerine asla dokunmamış ve bilmedikleri 12 Eylül
işkencecileri hakkında.
Bugünün 12 Eylülleri veya
bugünün 28 Şubatlarına ve bugünün işkencecilerine sözleri yoktur.
Bir tespit olsun:
Ruh sağlığı yerinde
olmayanları destekleye destekleye ruh hastası olup çıkmışlardır.
Hidayete ermeleri
niyazımızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder