Affı, tövbe ile mümkün
günahlar vardır,
Hangi riyayı bilirisin ki,
affedilir gider.
Şirke bulaşan hangi hareket
başarılı olmuştur?
Hangi şirke bir paye
verilmiş, hangi riya başa geçirilmiştir?
Kendi halinde akıp giden
bir dünya da, hangi işbirlikçiye hüküm verilmiş, hangi riyakâra padişah
denmiştir?
Heyhat!
Burası Türkiye şimdi.
Söylenenler hep tersi
olmakta, istenenler yapılmamakta bir türlü.
Kandırılmaya müsait
cahiller, düştüler hep riyakârın peşine. Kur’an’ı Kerim’den ayetler okuyana, Cuma
Namazlarından çıkışta demeçler verene, yetişkin uluların sözlerinden bir iki
kelam edene nasıl da kanıveriyorlar. Nasıl da kandırıyorlar, utanmadan,
hayâsızca.
Sesi, soluğu zayıf Birisi.
Kısık sesiyle mırıldanarak.
Yanlış. Dedi.
Duyuramadı.
Rahmetti oysa, bereketti
oysa.
Duyuramadı.
Aslında, görünen; hep başa
geçenler halkı kandıran politikacılar. Hep menfaat kavgası, hep benlik kavgası,
hep en iyi benim! Kavgası. Muhalefetin de yaptığı farklı değil. Hizmete talip
olan değil, az da olsa, eksik de olsa, yetersiz de olsa yapılan hizmetleri
çekememezlik kavgası. Haset ve kin. Hepsi bu.
Yıkılacak. Bitirilecek,
sonlandırılacak bu keşmekeş.
Önemli müjdeler var
duyanlara, anlayanlara, dertlilere.
Riyaya savaş, şirke savaş,
haset’e, kine, yalana, dolana savaş.
Bitirilecek çirkin
düşkünlük.
Hakk’ı söyleyen, Hakk’ı
birleyen tevhit günleri pek yakın.
Müjdeler geliyor peş peşe.
Gönüller genişleyip, Hakk
Otağı’na kurulunca.
Bugünün galip görünenleri,
mağlubiyetlerini yaşayıp, anlayacaklar.
Sonra, kâr etmeyecek yalanlar,
riyalar.
Hakk’ın hüküm ferma olduğu
zamanlar.
Tek’ olanın güzellikleri,
Yıkıp geçecek.
Hani, dillere pelesenk olan
2012 var ya,
Yer ile yeksan olacağı
dillendirilen hal.
Beyinler tazelenecek.
Çirkin, haset, kin,
intikam… Riya ve şirk,
Kovulacak.
Elhamdülillah.
Hey! Bütün dünya. Bil ki,
Türk titredi ve döndü kendine.
Merhum Cemil Meriç şöyle
söylemişti:
“Ama işte yeniden, taaa kökünden yeşeriyor başsız ağaç ve hakikat
baştan ayağa sarsıyor hafızalarımızı… Uyan! Sen bin yıl bu topraklarda hüküm sürmüş
bir neslin evladısın, hatırla bizi Drina’da, Üsküp’te, Filistin’de, Cezayir’de,
Türk ellerinde….
Bir millet hatırlarsa yaşar!”
Yazar'ın bu yazıda ele aldığı konuda epeyce düşündüm. "Bu niçin böyledir!" diye. Zaman zaman rahmetli babamın, "Aman evladım, ağzını doldura doldura, kırıta kırıta konuşanlara dikkat et!" diyen veciz sözünü hatırlarım. Sonunda vardığım sonuç: Yıllardır doğru noktadan bakış olarak kabul edilmiş bir şartlanma var. Bu doğru zannedilen eksen kaymadıkça doğru görmek, bakmak, söylemek, işitmek, işittirmek, anlamak, idrak etmek mümkün değil. Müspet anlamda eksenin doğru noktaya yerleşmesi, ancak büyük travmaların yaşanması ile mümkün. Şiddetinden hepimizi korusun...
YanıtlaSil