“Tasavvuf hayatının 87 yıldır yasaklanmış
olması çok ciddi bir fakirliktir. Bu fakirlik sadece sosyal hayat açısından
değil. İrfan ve tefekkür açısından büyük bir fukaralık yaşıyoruz. Hiç
mütefekkir yetiştiremedik. 90 senedir peşinden gidilecek, kitleleri
sürükleyecek bir adam yetişmedi. Bizim gençliğimizde peşinden gidilecek 2
sembol isim vardı. Biri Necip fazıl, biri Nazım Hikmet.”
5 Ağustos 2012 tarihli Yeni
Şafak Gazetesinde Emeti Saruhan ile yaptığı röportajda buları söylüyor Tuğrul
İNANÇER.
Kendisini Televizyonlardaki
sohbetlerinden tanıyoruz. Babacan tavırlı, pek sesli, soyadı gibi inançlı,
bilgili, hoş sohbet bir zat-ı muhterem. Özellikle Şeb-i Arus günlerinde,
TRT’deki yorumları, Mevlânâ anlatımlarının tadına doyulmaz. Gel gelelim,
röportajında yukarıdaki söyledikleri hakkında bizim de söyleyeceklerimiz var.
“Çok bildiğini sanan çok yanılır”, kimi zaman da
birilerini (ağyar) hoş tutmak için söylenen sözler, kim bilir diğerlerini
(dost) yaralar. Senin bilgin sende kalsın. Kimseyi kırmana gerek yok. Kimseye
çamur atmana gerek yok.
İz çamuru atanın elinde kalır.
İz çamuru atanın elinde kalır.
Başka manalar yükleme,
ağızdan çıkan kelimelere. Ya olduğu gibi kabullenmeye bak, ya da kendine başka
bir kapı bul. Anlamaya da çalışma. Neyi anlayacaksın ki, Anlamak istediğin
nedir ki,
Anlayabilmek için bilmek
gerektir. Anlamaya çalıştığına göre de biliyorsun demektir.
Madem biliyorsun ne işin
var, sana yad ellerde. Otur, bilgin ile bildiğin ile anladığın ile amelini yap.
Yorma kendini.
Kadim kültürümüzde şöyle
denir unutma;
“Anlamaya zorlama kendini, zevk edin kâfidir.”
Neresinden baksanız bir
Cumhuriyet eleştirisi. Hakk’ınızdır. Eleştirebilirsiniz. Ama eleştiriniz doğru
olsun.
“Tasavvuf hayatı” değildir yasaklanan. İrfan
ve kültür hayatımızdaki fakirliğin sebebi de “yasaklamalar” değildir. Tam
tersi, “yasak”lananın ne olduğunu akıl edememek, niye yasaklandığını
kavrayamamaktır fakirlik. Sosyal hayatta yaşanan fakirliğin sebebi niye
tekkelerin kapatılmış olması olsun ki? Özellikle 38’den sonra eğitim sisteminin
emperyal güçlerin istedikleri gibi yapılandırılması ve onlara eğitim
politikalarında söz hakkının verilmesi ile başımıza gelenleri düşünmeliyiz.
Aslında “peşinden gidilecek”,
kitle sürükleyicileri olarak verdiği iki isim için ne söyleyebiliriz, aslında o
isimler verildikten sonra laf biter. Adı geçenlerin ne fikirleri, ne şiirleri
röportaj veren kişinin anlattığı “tip”ler değildir. Sonra, hangi ehli vukuf’un
peşinden kitleler sürüklenmiştir? Yok, böyle bir şey. Tam tersi, kitleler,
kendilerine edilen vaatlere bakar, süslü laflara bakar, ‘cennet müjdesine’
bakar… Popülist siyasetçilerin işidir bunlar. Hiçbir ehli hakikat bunlara
tevessül etmez, gerçeği, hakikati, doğruyu, Hakk’ı bildirmektir onların işi. O
halde halk kitleleri de onların peşine değil, pembe laflar eden “Fazıl gibi,
Ran gibi” kişilerin peşine düşecektir.
“Hiç mütefekkir yetiştiremedik” sözünün üzerinde
bile durulmaz. Çünkü hal’i tanımıyor, asrı kavrayamamış, hatta kendini bile bildiği
şüpheli. Mütefekkirin bol olarak bulunması hali, mütefekkirimizin bulunduğu
anlamına gelmez. Az bulunur, altın gibidir. Pahası azlığındandır. Bütün
zamanlarda böyledir. İnsan bölü nüfusunuzun sayısı nedir? Mealindeki bir
soruya, 1/bir milyon iyi bir orandır demiştim. Bu ifademde halen durmaktayım.
Evet, nüfusunuzun bir milyonuna bir adam düşmesi iyi bir orandır. Öyleyse
hazretin ettiği, kendinden ağır lafın bir kıymeti harbiyesi de yoktur.
Fazla söz lüzumsuzdur.
Türkü mısraıyla bitirelim.
“Danışan dağları aşar mı
aşar / Danışmayan düz yolda şaşar mı şaşar”
Büyüklük hastalığının
tedavisi zordur.
Tevazuu denizinde yüzmek
yiğitlik ister.
Harun Meral :
YanıtlaSilAnadolu’da Türk birliğini tesis eden, devlet kurulmasının manevi mimarı olan gerçek tasavvuf anlayışının da, bozulmuş tarikat anlayışına kurban edilmesi bence eleştirilmesi gereken bir konudur.